23 Mayıs 2023 Salı

İNCİ


 










KÜNYE

Kitap Adı: İnci

Yazarı: John Steinbeck

Basım: Sel Yayıncılık– 18.Basım- 2021

Sayfa: 101

Tür: Roman, Novella, Dram


İNCELEME:

Nobel Edebiyat Ödüllü yazar John Steinbeck’den yoksulluğun trajedisini ve insanlığın para karşısındaki gözü dönmüşlüğünün getirdiği felaketleri konu edinen bir kısa roman İnci.

Kino, karısı Juana ve bebekleri Coyotito ile birlikte, yoksul ama mutlu ve huzurlu bir hayat sürmeye çalışan Kızılderili bir ailedir. Kino dedesinden kalma kano ile denizde inci avcılığı yaparak ailesinin geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Etnik kökenleri nedeniyle iş yaptıkları insanlarca hor görülürler.

Yine de Kino ailesinin içinde huzur bulmaktadır. Karısı ve minik oğluna baktığında kulağında huzurlu ve yumuşak ‘Ailenin Türküsü’ yankılanır. Ancak bir gün bebeklerini bir akrep sokar ve çare için doktora koşarlar. Doktor ise Kızılderili ve yoksul aileye yardıma yanaşmaz. Kino’nun gururu incinir. Hemen oğlunu sağlığına kavuşturacak parayı bulmak için denize açılır ve inci peşine düşer. Talihi ona, o zamana kadar bulunan en büyük inciyi sunar. Ya da talihsizliği mi demeli?

Refah ve mutluluk kaynağı olacağına inandığımız beklentilerimiz felaketimiz olabilir mi?

İnciyi paraya çevirmeye çalışırken yaşanan sınavlar, başlarına gelen kötülükler ve trajediler, peşlerindeki insanlardan kurtulmak için girdikleri kaçış mücadelesi.

Hani biz Yeşilçam filmlerinden aşinayızdır ya. Bir şekilde parayı bulan yoksul ve saf karakterimiz önce çevresinin ilgi odağı olur. Hemen akabinde de kötü niyetli kişilerin. Bir şeylerin farkına vardığında ya çok geç olmuştur ya da hayata ve insanlığa karşı tüm umutlarını yitirmiştir. Sonunda kimseye faydası olmaz gelenin.

Ancak Kino ve Juana’yı ise çok daha büyük bir yıkım beklemektedir.

İncinin Türküsü önce umudun türküsüne karışırken, daha sonra kötülüğün ve düşmanlığın türküsü ile birlikte yankılanacaktır. Ailenin Türküsü ise bir çığlığa, bir feryada dönüşür.

Kino’nun denizin derinliklerinden çıkardığı inci, insanlığın derinliklerine ve yaşadığımız dünyaya ayna oluyor. Umudun, hırsın, açgözlülüğün, sahtekârlığın, kötülüğün, yitirilişin, kederin, vazgeçişin üzerine bir bir yansıyor.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Bir şeyi çok fazla istemek iyi değildir. Bazen şans ters dönebilir yoksa. Ayarında istemeyi bilmeli kişi.”

 

“İnsanoğlu için açgözlü denmiştir her zaman. Elindekiyle yetinmeyip hep daha fazlasını istediği söylenir. Bunlar küçümseme dolu, eleştiri niteliğinde söylenmiş sözlerdir. Oysa istemek insanın en büyük yeteneklerinden biridir ve onu, bulduğuyla yetinen hayvan türlerinden üstün kılar.”

 

“Ta beşikten mezara dolandırıldığımızı biliyoruz yine de yaşamayı sürdürüyoruz.”

 

“- Dostlarım beni korur.

- Kendi başları derde girmediği sürece.”

 

“Bir hayal bir kere düşünülmeye görsün, öbür gerçeklerin arasındaki yerini alır ve bir daha asla yıkılmaz ama kolaylıkla saldırıya uğrayabilir.”

 

“İncinin yitip gidişi, kendi değerlerinin kıymetini bilmeyenlere verilen bir cezaymış.”

 

"Ve incinin ezgisi bir fısıltıya döndü, silindi gitti."


22 Mayıs 2023 Pazartesi

DAS KAPİTAL

 












KÜNYE

Kitap Adı: Das Kapital

Yazarı: Karl Marx

Basım: Gece Kitaplığı – 1.Basım- 2023

Sayfa: 281

Tür: Felsefe- Düşünce- Siyaset- Politika


İNCELEME:

19.yy.’da yaşamış önemli bir filozof ve ekonomist olan Karl Marx aynı zamanda komünizmin kuramsal kurucusu olarak bilinmektedir. Karl Marx’ın 1867-1885-1894 yıllarında 3 büyük cilt olarak yayınlanmış olan Das Kapital isimli eserinin, Gece Kitaplığı Yayınevi tarafından basılan ve daha genel bir okuyucuya hitap edebilmesi adına dönemin ayrıntılı olaylarından sadeleştirilerek tek ciltte sunulan özet versiyonunu okudum.

Genel olarak eserin konusu; Marx’ın, Maksizim olarak da nitelendirilen toplum, siyaset ve ekonomi alanındaki fikirlerini ortaya koyan, ekonomi politiğin ve kapitalizmin eleştirel bir analizidir.

Kitap oldukça geniş ele alınan ilk bölümünde ekonominin temel kavramlarını açıklıyor. Kitabı anlamak için bu bölümün anlaşılması kesinlikle çok önemli. Emptia, para, meta, değer, kullanım değeri nedir? Mübadele süreci ve istifçilik konularına değiniliyor.

2.bölümde paranın sermayeye dönüşümü anlatılıyor.

3. Bölüm artı değer-artı ürün kavramı üzerinde duruyor ve Fabrika yasalarından, ilgili dönemde işçilerin çalışma koşulları ile ilgili uygulanan yasalardan, kadın ve çocuk işçi çalıştırılmasına yönelik düzenlemelerden bahsediliyor.

4. bölümde makineleşme ve sanayileşme konuları ele alıyor

Sonraki bölümlerle birlikte ücretlendirme, emek, emek sömürüsü, kamulaştırma, modern sömürgeleştirme konuları ile birlikte kapitalizme yönelik eleştirel analizlere ağırlık veriliyor.

İktisadi bilgi temeli olmayanlar için bazı bölümleri biraz ağır gelebilir. Kitabı doğru anlamak için de zamana yayarak okumanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Her durumda günümüz koşullarını da değerlendirebileceğimiz önemli bilgiler sunan bir eser.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Kapitalist sistemin önünü açan süreç emekçinin elinden üretim araçlarının mülkiyetini alan süreçten başka bir şey olamaz. Bir yandan toplumsal geçim ve üretim araçlarını sermayeye diğer yandan da doğrudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştüren bir süreç.”

 

“Ancak sermaye, dizginlenemez kör zorlamasıyla, artı emeğe duyduğu kurt adam açlığıyla, iş gününün yalnızca ahlaki değil, fiziksel azami sınırlarını bile aşmaktadır. Büyüme, gelişme ve bedenin sağlıklı bakımı için gereken zamanı gasp eder. Temiz hava ve gün ışığı tüketimi için gereken zamanı çalar. Yemek zamanının üzerinde tepinir (…) Bedensel güçlerin restorasyonu, onarımı ve yenilenmesi için gerekli olan derin uykuyu, tamamen tükenmiş bir organizmanın yeniden canlanmasının gerekli kıldığı kadar uyuşukluğa indirger.”

 

“Kapitalist üretim ve birikim tarzının ve dolayısıyla kapitalist özel mülkiyetin temel koşulu, kendi kendine kazanılan özel mülkiyetin yok edilmesi başka bir deyişle, emekçinin mülksüzleştirilmesidir.”

 

“ ‘Segui il tuo corso, e lascia dir le genti.’ (İnsanlar ne derse desin, sen doğru bildiğin yolda ilerle.)” Dante Alighieri


18 Mayıs 2023 Perşembe

HAYAT YALNIZCA BEN OLDUĞUMDA GERÇEKTİR












KÜNYE

Kitap Adı: Hayat Yalnızca ‘Ben’ Olduğumda Gerçektir.

Yazarı: G. I. Gurdjieff

Basım:  Gece Kitaplığı  – 1.Basım- 2021

Sayfa: 166

Tür: Felsefe-Düşünce


İNCELEME:

George Ivanovich Gurdjieff 20.yy.da etkili olmuş bir ruhani öğretmen. Yazar insan hayatının amacını sorgulamış, gerçeğe ulaşmak için gezgin olarak dolaşmış ve hatta çocukluğu da Kars’da geçmiş. Beden, duygu ve zihin kontrolü üzerine çalışmış ve Dördüncü Yol adını verdiği kendi düşünce sistemini geliştirmiştir. Ona göre beden-duygu-zihin dengesi sağlanarak, insanın içinde bulunduğu hipnoz durumundan çıkması ve tam bilinç durumuna yükselmesi mümkündür.

Yazar düşüncelerini aktarmak için 3 seri ve birkaç kitaptan oluşan bir yazı dizisi hazırlamış. 1.seri; yanlış ve gerçeğe aykırı köklü inançların, insanların bilinç ve hislerinde yok edilmesini amaçlamış. 2.seri; gerçeği algılamanın başka yolları olduğunu kanıtlamak ve iletmek için hazırlanmış. 3.seri ise gerçekliğe dokunmanın ve istenirse onunla birleşmenin yollarını paylaşmak için hazırlanmış. Bu kitap ise 3.serinin son ve yarım kalmış kitabı. Yazar bu kitaba 6 Kasım 1934’te başlamış ama 2 Nisan 1935’te aniden yazmayı bırakmış. Kitap yarım bir cümle ile bitiyor. Neden yarım bırakıldığı ise meçhul. Ölümünden sonra ailesinin vasiyeti üzerine basılmış.

Çeviriyle ilgili var olan sorunlar okumamı epey zorlaştırdı. Ayrıca anlatının şekli açısından çok içine giremedim kitabın maalesef. Bu tarz kitaplara biraz mesafeli oluşum da etkili olmuş olabilir tabi. Konu olarak bana hitap etmedi. Düşünce kitapları okumayı sevenler seriyi baştan ele alarak değerlendirebilirler yine de.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

"... bencilliğinizi tatmin etmek için bile olsa, varlığınız için kesinlikle hiçbir yararı olmadığı durumlarda bile neden samimiyetsiz olun? Karşılıklı ilişkilerimizin anormal yerleşik alışkanlıkları sayesinde günlük hayatımızın samimiyetsizlikle dolup taşması yeterli değil mi?"

 

"Ölüm sorunu yaşamın tüm yerleşik ve öznelleştirilmiş koşullarını aşan bir sorundur."

 

“İnsan bilinçli olarak ‘Ben’ dediğinde gerçekten bu böyledir, ‘Yapabilirim’ dediğinde gerçekten de yapabilir, ‘Keşke’ dediğinde gerçekten de istiyordur.”


ÖLÜMCÜL YUMURTALAR


 










KÜNYE

Kitap Adı: Ölümcül Yumurtalar

Yazarı: Mihail Bulgakov

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – 11.Basım- 2022

Sayfa: 124

Tür: Bilimkurgu


İNCELEME:

Bulgakov’un inceden Sovyet rejimini eleştirdiği, bilimkurgu altında siyasi ve toplumsal konulara değindiği eserinde iktidarın, bilginin kötüye kullanımının sonuçlarına işaret ediliyor.

Moskova Devlet Zooloji Enstitüsü Müdürü ve Zooloji Profesörü Vladimir İpatyeviç Persikov, asistanı Pyotr Stepanoviç İvanov ile amfibiler üzerine çalışmaktadır.

Persikov bir gün mikroskop altında çalışırken altındaki doku hücrelerinin çok hızlı büyümesine neden olan kızıl bir ışın keşfeder. Kurbağa yumurtaları üzerinde nasıl bir etkisi olacağını merak eder. Hemen İvanov’un da desteğiyle mercek ve aynalardan mikroskoptan daha büyük ve harici bir düzenek hazırlarlar.

Deney sonucunda aşırı büyüklükte ve agresif kurbağalar oluşur. Kontrolsüz deney nedeniyle kurbağalarla baş edememeye başlayınca hizmetli Pankrat’ın da desteğiyle kurbağaları öldürürler. Her ne kadar Persikov bu icadını saklamaya çalışsa da ‘Yaşam Işını’ basına sızar. Tüm gazeteciler Persikov ile görüşmeye çalışır.

Tam da bu çalışmalar üzerine Rusya’da tavuk vebası baş gösterir ve tüm tavuklar itlaf edilir. Tüm yumurtalar da toplatılıp yok edilir. Salgın bir şekilde kontrol altına alınır ancak ülkede ki tavuk ve yumurta kıtlığına acil çözüm aranır.

Persikov da yaşam ışınının sürüngen ve devekuşu yumurtalarında nasıl etki göstereceğini merak etmektedir ve çalışmalarını geliştirmek için Amerika’dan yumurta sipariş eder.

Devlet ise çözümü profesörün buluşunda görür. Kremlin’den resmi bir belge ile Aleksandr Semyonoviç Rokk isimli bir adam profesör ile görüşmeye gelir. Elindeki talimatnamede tavuk yumurtaları ile deney yapılacağı ve mercek düzeneğine geçici süre ile el konulacağı bildirilir. Henüz bilimsel bir çalışma yapılmamış, net sonuçlar alınmamış olunmasına rağmen deney düzeneği Rokk tarafından alınır ve çiftliğe kurulur. Rokk alınan karar üzerine Amerika’dan tavuk yumurtalarını sipariş etmiştir. Çiftlikte çalışanlardan da bir ekip kurar.

Ancak meydana gelen karışıklık ve ehil olmayan ellerde yapılan deney ülkeyi savaş alanına çevirecektir.

Bilimin ve bilginin yetkin olmayan ellerde neye dönüşebileceğini gösteren Ölümcül Yumurtalar oldukça sürükleyici ve okuması keyifli bir kısa roman. Özellikle biyolog ya da doğa bilimleri ile ilgilenenler için anlatılanlara mesleki aşinalık açısından çok daha ilgi çekici olacağını düşünüyorum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Sizin yumurtalara şeytan işi diyorlar. Makineden yumurta çıkartmak günahmış…”

 

“Kimseye iyi veya kötü demekte acele etmiyorum. Çünkü insanlar beni her zaman şaşırtmayı başarmıştır.”

 

“Fakat hayatta her şeyin bir sonu vardır.”

 

“Gözlerinden anlaşıldığı üzere onu en çok etkileyen şey, tavana kadar uzanan kitaplarla dolu on iki raflı kitaplıktı.”

 

"En iyi ve en güçlü olanlar kazanıyordu ve bu en iyiler korkunçtu."


BU HİKAYE SENDEN UZUN OSMAN


 










KÜNYE

Kitap Adı: Bu Hikaye Senden Uzun Osman

Yazarı: Aylin Balboa

Basım:  İletişim Yayınları – 4.Basım- 2022

Sayfa: 129

Tür: Öykü


İNCELEME:

Bu Kitap Senden Uzun Osman, Aylin Balboa’nın bir dönem Kafa Dergisinde yazdığı aylık ‘Osman’ yazılarının tekrar elden geçirilip düzenlenerek toplandığı bir kitap. Öykü olarak nitelense de aslında günlük ya da mektup tarzına daha uygun sanki.

Sevgilisinden ayrılan bir kadının bu süreçle mücadele etme hikâyesi anlatılıyor. Okuyacağınız ne bir aşk öyküsü ne de dramatik bir yas hikâyesi. Kitap ‘bir kadının kendi kendini tamir etme hikâyesi’ diye tanıtılmış arka kapakta. Biraz Aylin Bilboa’nın yaşanmışlıklarından da yansıma var gibi hissettirdi bana ama adı olmayan bir kadın karakter ağzından okuyoruz biz hikâyeyi.

Ayrılığın getirdiği yalnızlık hissiyatı, sorgulama dönemi, histeri dönemi, melankoli dönemi, kabul etme, vedalaşma, hayatla barışma, ayağa kalkma, hayata sarılma ve iyileşme halleri. En güzeli ise kendini sorgulama ve kendini bulma süreci. Tüm bu süreçlerde kaleme aldığı, Osman’a hitaben yazılmış ama Osman’ın hiç görmediği, ona hiç gönderilmeyen yazılar.

Birçok insanın hayatından böyle bir anda çekip giden bir Osman geçmiştir. Geçmediyse ne mutlu size. Geçenlerse bilir, anlatmak, konuşmak, tartışmak ister bazen insan. Hatta bir insanla bile değil çoğu zaman. Bir çiçek, bir resim, varsa kedin köpeğin yoksa karşındaki duvar ya da aynadaki senden daha iyi dinleyici yoktur. Kadın karakterimiz ise sayfalarda hesaplaşmış, aktarmış tüm hislerini. Ama ne aktarmak.

Bir o kadar gerçek ve samimi aktarımı ile içinizdeki yaşanmışlıklara dokunarak inceden yüreği sızlatıyor yalan yok. Ama daha çok düşündürüyor. Diyor ki:

"Her geçen günün bizi kendi cenazemize yaklaştırdığı bilgisini önbellekte tutunca hiçbir şey çok mühim değil."

Daha çok esprili ve tatlı dili ile tüm coşan duygularınıza rağmen yüzünüzde bir gülümseme hatta arada kahkaha ile okuduğunuz bir kitap oluveriyor. Bazen hayvanların dünyasından; bazen fizikten, biyolojiden, astronomiden; kimi zamansa dil bilim ve deyişlerden dem vuruyor.

Ben severek okudum. Sizlere de tavsiye ederim. Ve kitaptan güzel bir temenni ile de bitireyim;

“Bizi gülmek kurtaracak, biliyorsam bir bunu biliyorum başka da bir şey bilmiyorum Osman”

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Bana kalırsa beklemek dünyadaki en acımasız şey. İnsan beklerken asla tam olarak yaşayamıyor Osman."

 

“Sana inanan tek bir kişi varsa kurtulursun, ben bunu bilir bunu söylerim. Bir kişi bile yeter insanın kara kara kuyulardan çıkmasına; gerçekten varsa yeter. Hatta sana bir sır vereyim mi, o kişi kendin bile olabilirsin Osman.”

 

"İnsan, tatile giderken ne bulduysan tıkıştırdığım bir bavul gibi. Bir kere açtıysan bir daha katiyen aynı şeyleri içine sığdıramıyorsun."

 

"Yaşlanmak mütemadi bir kaybediş ve sanırım ancak bunu kabullenebilenler tadını çıkarmanın bir yolunu buluyor. Günü gelince hepimizin altına kaçıran yamuk yumuk ihtiyarlar olacağımızı hesaba katarsak, ciddiye alacak pek bir şey kalmıyor Osman"

 

"İşleri akışına bırakayım diyorum ama Termodinamiğin ikinci yasasından çok korkuyorum. Evrende kendi halinde doğal şartlara bırakılan tüm sistemler zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gider, bak kapı gibi bilimsel kanıtlarla konuşuyorum."

 

"Kendimizi çok karmaşık varlıklar sanıyoruz. Çözebilmek için de karmaşık düşünceler içinde boğulup duruyoruz. Halbuki basit işte. Korkularımızın ve arzularımızın altını kısabilirsek biraz daha mutlu yaşayabiliriz Osman.’’

 

“Lütfen daha az sevgi ve biraz daha fazla saygı.” Sevginin ne olduğu herkes için bu kadar farklıyken, saygıdan daha tutulur bir dal olduğunu hiç sanmıyorum."

 

“Bir savaştan çıkmış hiç kimse, artık aynı kişi olamazmış. Kazanmak kaybetmek gibi olaylar komple yalanmış. En önemlisi, ‘Ben elimden geleni yaptım’ kadar güzel cümle yokmuş...”

 

"Sence hayat yaptıklarımız mıdır, başımıza gelenler mi? Cevapların bir anlamı varmış gibi nasıl da her şeyi sorgulayıp duruyoruz değil mi?"

 

"Kendimize 'Ben' adında bir hapishane yapmışız, bir türlü tahliye olamıyoruz Osman."

 

"Cinsellik sürüngen beyinle ilgiliyken, duygular limbik sistemde dolanır. Fakat elimizde, bizi akıl ve izana davet eden korteks gibi bilge bir kozumuz vardır. Aşk dediğimiz şey kabul etmek gerekir ki insan icadıdır. Biz icat ettik aşkı. Yerleşik düzene geçtikten sonra gelişen toplumsal kültürün biyolojiye etkisi sonucu aşık olmak üzere evrimleştik. (…) İşte bu yüzden, genlerimizin devamı için çıldıran sürüngen beynimizdeki hayvani düşünceleri, limbik sistemimizdeki duygularla olduk olmadık anlamlara bürüyüp aşık oluyor, o kişi tarafından istenmediğimizdeyse soyumuz kuruyacakmış gibi krizlere giriyoruz. (…) Aklını korteksine toplayıp sistemi reddedenlerin genleri devam etmiyor. Akıllılar ölüp gidiyor yani, hadi geçmiş olsun. Biz, hayatta kalan diğer kafasızların torunlarıyız özetle. O yüzden dedelerimiz ve ninelerimizle aynı tuzaklara düşüyor, armut gibi aşık oluyoruz Osman."


AUSCHWITZ KÜTÜPHANECİSİ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Auschwitz Kütüphanecisi

Yazarı: Antonio G. Iturbe

Basım:  Pegasus Yayınları – 1.Basım- 2022

Sayfa: 408

Tür: Roman, Tarihi, Biyografi, Dram


İNCELEME:

Auschwitz Tutsağı Dita Kraus’un Gerçek Yaşam Öyküsüne Dayanan, Dünyadaki En Küçük –Ve En Tehlikeli– Kütüphanenin Hikâyesi

Ve aslında bu minvalde 2.Dünya Savaşında Nazilerin Yahudilere karşı yürüttüğü akıl almaz soykırımın hikayesi. Hitler’in Aryan Irk yaratma projesinin altında yürütülen insanlık dışı muamele ve katliam. Tek suçları ise Yahudi olmak. Faşizmin erişebileceği tüyler ürperten o son nokta. Auschwitz-Birkenau Kampı. Namıdiğer Ölüm Kampı.

9 yaşındaki Dita Adlerova, annesi Liesl ve babası Hans ile Prag’da yaşamaktadır. Savaşın kara bulutları gittikçe yaklaşırken Yahudiler üzerindeki baskı da hissedilmeye başlamıştır. 15 Mart 1939’da ise Nazilerin Prag’a girmesiyle Dita çocukluğunu o günde bırakır.

Dita ailesi ile birlikte önce Yahudiler için oluşturulmuş Terezin Gettosuna sürülür. Sonrasında ise trenlerle Polonya’da inşa edilen 5 toplama kampından biri olan Auschwitz’e gönderilirler. Bundan sonra dehşet ve korku ile sarmalanmış, ağır çalışma şartları altında, sürekli açlık, hastalık ve ölüm pençesinde bir hayat başlar, tabi buna hayat denirse.

Aile kampı ise çocuklar ve ailelerin birlikte kalması için oluşturulmuştur. Peki merhametten yoksun Naziler buna neden izin verdi dersiniz? Toplu ölümler kulaktan kulağa iletilmeye ve Kızıl Haç’ın dikkatini Auschwitz üzerine çekmeye başlamıştır. Olası bir denetimde aile kampı bir paravan olarak kullanılacaktır.

Aile kampı içerisinde ise 31. Blok da mahkûmlar tarafından bir okul kurulur. Fredy Hirsch blok sorumlusudur. ‘Çocuklar, ağır çalışma şartlarında ebeveynlerine ayak bağı olmasın’ denilerek izin verilmiştir. Naziler için burası bir kreş, mahkûmlar içinse okuldur. Hirsch gizli de olsa çocukların eğitimden yoksun kalmamaları gerektiğine inanır. Ancak Nazilerin bilmediği bir sır daha vardır. Kitapların yasak olduğu kampta 31.Bloğun sekiz kitaptan oluşan gizli bir kütüphanesi vardır. Hirsch kitaplara hayran bir kız olan Dita’ya kitapları koruma görevini teklif eder ancak bu iş çok tehlikelidir. Ve 14 yaşındaki Dita Auschwitz’in Kütüphanecisi olur.

Bunca dehşetin içinde böyle bir risk alınır mı diye düşünebilirsiniz? Ancak kitaplar da, ayaklı hikâye anlatıcıları olan öğretmenler de çocuklar için hayata tutunma kaynağı ve umut olurlar.

Kamp şartlarından bahsedersek: Sadece sabah verilen su gibi çorba ve akşam verilen bir parça ekmek ile ağır şatlarda çalışmalar, bitli pireli yataklar, su neredeyse yok, tuvalet, banyo yok, tifüs ve kolera salgını kol geziyor. Kadınlar evlatlarına bir parça ekmek daha almak için bedenlerini Nazilere satıyor.  Doktor Ölüm olarak adlandırılan Dr. Josef Mengele canlı bedenler üzerinde vahşi deneyler yapıyor. İkiz Yahudi çocuklar da Mengele amcalarınca emanet alınıyor.  Ve elemeler… Sürekli trenler dolusu Yahudi esir aktarımının devam ettiği kampta mahkumlar Dr. Ölüm’ün elemesinden geçiriliyor. Güçlüler zorlu kamp şartlarında içlerinde bir umut kurtuluşu beklemeye devam ediyor. Güçsüzler ise önce gaz odalarında boğuluyor, saçları ve altın dişleri alınıyor sonrasında yakılmaya gönderiliyor, külleri sonsuza dek Auschwitz’de kalıyor. Annenizin, babanızın, çocuğunuzun veya arkadaşınızın gaz odalarına götürülüşüne ve ertesi sabah üzerinize havadan küllerinin yağdığına şahitlik ediyorsunuz.

Gn gelir Almanlar güç kaybetmeye, çatışma sesleri kamp yakınlarında duyulmaya başlar. Mahkumlar arasında da umut filizlenmeye başlar. Ancak Kızıl Haç’ın artık teftişe gelmeyeceği kesinleşince aile kampına ihtiyaç kalmaz. Akabinde mahkumlar için Bergen-Belsen toplama kampına nakletme kararı çıkar. Hans’ın bedeni hastalığa dayanamaz ve babasını sonsuza dek Auschwitz’de bırakan Dita için annesi ile birlikte çok daha zorlu bir mücadele başlar. Bergen-Belsen’de gaz odalarına gerek yoktur. Yemek neredeyse yok. Su yok. Yerdeki çamuru içip ağır hastalıklardan ya da açlıktan ölmektedir mahkumlar. Öyle ki hala nefes alabilenler yerlerinden bile kalkamayacak duruma gelmiştir zaten.

Dita, annesi ve en yakın arkadaşı Margit yıllar süren mücadeleyi bırakıp artık pes edecekken mucize gerçekleşir. İngiliz askerleri kamptan içeri girerler. ‘Savaş Bitti! Özgürsünüz!’. Milyonlarca Yahudi için çok geç kalmış bir mucize. Dita Prag’a yalnız dönmek zorunda kalır. Ancak hayat ona daimi bir dost ve bir aile bahşedecektir.

Dita’nın idolü Hirsch, diğer öğretmenler, olaylara dayanamayan ve firar eden SS subayı Pestek ile kayıt memuru Rudi Rosenberg, Otta Keller hepsi apayrı birer hayat hikâyesi. Kitaplar ve bir de Anne Frank’ın Hatıra Defteri…

Özellikle son 200 sayfayı tüylerim diken diken ve boğazımda bir yumru ile okudum. Okunması kolay olmasa da mutlaka okunması ve ders alınması gereken bir kitap. Ne de olsa biz gözümüzü kapattığımızda gerçekler ve yaşanmışlıklar ortadan kaybolmuyor.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

"Auschwitz'de insan hayatının hiçbir ederi yoktu, öyle ki bir kurşun bile insandan daha değerli olduğundan kimseyi vurmaya tenezzül etmiyorlardı. Toplama odalarında Zyklon gazı kullanıyorlardı çünkü hem ucuzdu hem de sadece bir bidonla yüzlerce kişi öldürülebiliyordu. Bir endüstriye dönüşmüştü ölüm, ne kadar çok kişiyi içine alırsa o kadar kârlı sayılırdı."

 

"- Bilmiyorum Dita tanrının yaptıklarını sorgulama günahtır.

+ O halde ben günahkârın tekiyim.

- Öyle deme tanrı seni cezalandıracak

+ Daha da mı?

- Cehenneme gidersin

+ Saf saf konuşma Margit. Zaten cehennemdeyiz."

 

“ Tanrı karşımda olsaydı onunla ilgili ne düşündüğümü söyler ve o çarpık merhamet anlayışını yüzüne vururdum.”

 

 

''Aslında 'Dönüşüm'ün yazarı, olacakları herkesten önce tahmin etmişti: İnsanların bir gece içinde canavar yaratıklara dönüşebileceğini görmüştü .''

 

“Bak, sana benden bir tavsiye. Ayrıca bedava. Daha iyi yalan söylemeyi beceremiyorsan daima doğruyu söyle.”

 

"Korkunun, demir gibi sağlam fikirleri çürüten pasa benzediğini düşündü.Her şeyi aşındırıyor, kemiriyordu."

 

"-Hayat, her hayat çok kısa sürer. Ancak bir anlığına da olsa mutlu olmayı başarmışsan yaşadığına değmiştir.

+Bir anlığına! Kısa değil mi?

-Çok kısa. Bir kibritin yanıp sönmesi kadar kısa süreliğine mutlu olmak yeter."

 

 

"Bir kitaba başlamak, seni seyahate götürecek olan trene binmek gibiydi."

 

"Gerçekten seçim yapılabilir mi, yoksa kaderin darbeleri, yemyeşil bir ağacı kuru oduna çevi­ren balta darbeleri gibi, istemesen de seni değiştirir mi?"

 

" 'Gidenler artık acı çekmezler...'

   Geride kalanlara ne kadar acının miras kaldığını kimse bilmezdi."

     

"Tutsakların hayatta kalma arzusu öyle büyük bir ahlaki çöküşe sebep oluyordu ki çoğunun korkusu acısı derin bir kine dönüşüyordu. Diğer insanlara zarar vermenin kendi acılarını hafifleten bir tür adalet olduğunu sanıyorlardı."

 

"Doğruyu söylemenin insanı özgür kıldığını düşündü. Doğruyu söylemek çok saygın ve cesaret isteyen bir davranıştı. Ama aynı zamanda doğru bazen dokunduğu her şeyi küle çevirirdi."

 

"Bir yerlerde bekleyeninin olması, gece dağ başında yakılan bir kibrit gibiydi. Belki bütün karanlığı aydınlatmıyordu ama eve dönüş yolunu gösteriyordu."

 

" Mengele'yle çalışmanın bir avantajı var. Bizden nefret etmiyor. Nefret etmek için fazla zeki. Belki bu sebepten ötürü bütün Nazilerden daha korkunç."

 

"Barışın da kendi talepleri mevcuttu; savaşın etkileri bir an evvel silinmeliydi."


PSİKİYATRİST

 












KÜNYE

Kitap Adı: Psikiyatrist

Yazarı: Wulf Dorn

Basım: Pegasus Yayınları – 13.Basım- 2020

Sayfa: 416

Tür: Psikolojik Gerilim

 

İNCELEME:

 “Kimseye inanma

Kendine bile güvenme

Gerçeği arama

Gerçek seni bulacak”

Ellen Roth, erkek arkadaşı Chris ile birlikte Orman kliniğinde Psikiyatrist olarak çalışmaktadır. Chris arkadaşı Alex ile birlikte bir yurtdışı seyahatine çıkar ve hastalarını Dr. Ellen’a devreder. Bir hasta dosyası vardır ki üzerine Chris tarafından ‘ÖİV’ (Özellikle İlginç Vaka) olarak işaret konmuştur. Ellen isimsiz hastanın yanına gittiğinde şiddet maduru, konuşamayacak durumda olan, çok korkmuş ve aşırı ağır kokan bir kadın vaka ile karşılaşır.

"Kara adam, kara adam. Kim korkar kara adamdan?... Ama o gelince ondan kaçarız..." (çocuk tekerlemesi)

İsimsiz hasta Kara Adam’ın peşinde olduğundan ve onu almaya geleceğinden korkar ve Ellen’dan yardım ister.

“O Geldiğinde Beni Koruyacağına Söz Ver!”

Ellen hastadan etkilenir ve meslektaşı Mark Behrendt’e bahsedip görüş ister. Mark hastayı görmeyi kabul eder ancak hasta klinikte yoktur. İsimsiz hasta sırra kadem basmıştır. İşin ilginç yanı klinikte hastanın varlığından haberdar olan sadece Ellen ve Chis’tir. Chis ise telefonun bile çekmediği çok uzak bir diyardadır.

Ellen, Mark karşısında zor bir duruma düşer. Bir yandan vakanın varlığını ispat etmeye çalışırken bir yandan da Kara Adam tarafından tehditler almaya başlar. Üzerine ise kara bir kurt kabusları olmaya başlar.

Ellen’ın başının dertte olduğuna ikna olan Mark, hacker arkadaşı Volker ile birlikte ona yardım etmeye çalışır. İsimsiz hastanın ve kara adamın peşine düşerler. Ellen’ın isimsiz hastaya dair çizdiği robot resimin veri tabanlarında aratılması sonuç verir. Kadının adı Lara Bouman’dır. Ellen ile ortak yanı ise doğum tarihi ve yeridir.

Sonrasında Ellen kaçırılır. Korku, şiddet ve paranoyadan oluşan Ellen’ın zihninin dehlizlerinde bir serüven başlar. Her şey başladığı yerde, herkesin kötülüğü çektiğini düşündüğü o yer olan Salinger Çiftliğinde sona erer. Peki Ellen ile Lara’nın bağı nedir? Kara Adam kim? Chris nerede?

Seyahatten dönen Alex, Ellen’ın başına gelenleri öğrenir ve kliniğe koşar. Mark ile görüşmeleri ise tüm düğümün çözülmesini sağlayacaktır.

Yaşanan travmaların üzerini örtmek, duyguları ve acıları bastırmak mümkün müdür? Derine itilmiş ve silinmiş travmalar bir şekilde uyanabilir mi? Bilinçdışı unutur mu? Bir dissosiyatif füg sendromu hikayesi.

Okurken yaptığınız tahminleri sürekli çürüten ve sonunda ise ters köşe yapan, oldukça akıcı, anlatı ile sürükleyici ve öğretici bir roman. Psikolojik gerilim severlere öneridir.

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ne sebepten olursa olsun, biri kendinden zayıf olana kötü davrandığı takdirde, bu bana göre işlenen tüm suçlardan daha kötüdür."

 

"Gerçek her zaman göründüğü gibi değildir."

 

"İnsanın kişiliği ne kadar kırılgan bir şey, diye düşündü. Tıpkı cam gibi kırılgan. Bir hastalık- sadece bir anı, insanı benzersiz yapan şeyi parçalamaya ve geride boş bir beden kılıfı bırakmaya yetiyordu."

 

“İnsan bazen kendine yalan söylemekte o kadar uzun süre başarılı olur ki sonunda kendi uydurduklarına inanmaya başlar."

 

"Hepimizin öğrendiklerini ilk kez tek başına hayata geçirmek zorunda kalacağı bir an vardır."

 

''Biri hayatına veda etmeye karar vermişse, bunu söylemiyor. Yapıveriyor.''

 

"Zayıflığını gösterirsen diğerleri seni yiyip bitirir."

 

"Acı tek gerçek duygudur.''


DOKTOR OX'UN DENEYİ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Doktor Ox’un Deneyi

Yazarı: Jules Verne

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları- 15.Basım- 2021

Sayfa: 90

Tür: Roman, Bilimkurgu


İNCELEME:

Jules Verne’nin Doktor Ox’un Deneyi adlı bilimkurgu tarzındaki kısa romanı Flandre’nin haritalarda yer almayan Quiquendone kentinde geçiyor. Bu hayali kent halkına Flamanlar adı veriliyor.

Flamanlar aşırı sakin ve uyuşuk yapıda insanlar. Öyle ki yüzyıllardır kentte koşturma yok, yüksek ses yok, kavga yok. Belediye başkanı Von Tricasse ve danışmanı Niklause kentin ileri gelen yöneticileridir. Kent meclisinde bir konunun görüşülmesi günler alır ve asla bir karara bağlanmaz. Kentte yaşanan olumsuzluklar ile ilgili bile eyleme geçilemez. Pazar yerinde bir yangın günlerce devam eder örneğin. Bu dingin hayattan herkes mutludur ve bu durumu garipsemezler, rutinleri bu olmuş, farklı bir yaşam tarzı bilmemektedirler.

Doktor Ox ve asistanı Gedeon Ygene kentte Aydınlanma Projesi adında bir çalışma başlatmak isterler. Oksihidrik gazı ile tüm kenti aydınlatacaklardır. Tüm proje maliyeti Doktor Ox tarafından karşılanacağından kent yöneticileri sevinerek bu işe atlarlar. Ancak bu proje bir kılıftır ve Doktor Ox’un çok başka planları vardır. Tüm kent bir deneyin parçasıdır artık.

Gün geçtikçe kademe kademe kent halkının davranışlarında değişim başlar. Halkın ağırkanlı tavrı değişmeye, heyecanlı, tutkulu, çabuk alevlenir bir topluma dönüşmeye başlarlar. Salgın gittikçe yayılır. Önce kapalı mekanlar, sonra açık alanlar derken hayvanlar, meyveler, sebzeler, çiçekler her şey etkilenmeye başlar.

Duyguların tetiklenmesi ile halkın sanat, edebiyat, siyaset alanlarındaki yetenekleri ortaya çıkar. Ancak deneyin devamı ile duygular öyle hiddetli bir hal alır ki yıllar öncenin kapanmış bir konusu ortaya atılır ve komşu eyalet ile bir savaş durumu ortaya çıkar. Ygene deneyi sonlandırmak ister ancak Doktor Ox işlerin nereye varacağını görmek ister.

Doğada bir şeyin yoksunluğunun olduğu kadar fazlasının da zararlı hatta toksik olabileceğini biliyoruz. Dolayısıyla Doktor Ox’un aslında sadece saf oksijen kullanarak halkın davranışlarını değiştirmesi ve devamında ise her şeyin kontrolden çıkması şaşırtıcı değildir aslında.

“Uzun sözün kısası, sonuç olarak, erdem, cesaret, yetenek, zeka, hayalgücü gibi bütün nitelik ve özellikler yalnızca bir oksijen sorununa bağlı olabilir miydi?”

Kitap aynı zamanda Jacues Offenback’in Doktor Ox isimli opera eserine de ilham olmuş.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Yaşamaktan çok, anlamsız ve tatsız bitkisel bir yaşam sürüyorlardı.”

 

“Gücünüze bile gitse, hep gerçeği duyacaksınız benden!”

 

“Zira bilim; vicdansız kişilerin elinde tehlikeli olabilir.”

 

“Bütün kesinlemeler tatsız geri dönüşlere yol açar.”

 

“Ruh kadar bedeni de, beden kadar giysileri de yıpratan heyecanlardır.”


ZAMAN MAKİNESİ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Zaman Makinesi: Bir Buluş

Yazarı: H.G.Wells

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları- 12.Basım- 2022

Sayfa: 104

Tür: Roman, Bilimkurgu


İNCELEME:

Zamanda yolculuk yapabilsek ve geleceğe gidebilsek hep çok daha gelişmiş bir insanlıkla karşılaşacağımızı düşünürüz. Öyle değil mi? Zaman yolculuğunu tarihte ilk kez roman konusu olarak işleyen H.G.Wells ise bize geleceğin dünyasında farklı bir resim çiziyor. Aynı zamanda toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliğin yaratacağı sorunlara da ışık tutarak bir sistem eleştirisi yapıyor.

Zaman gezginimiz bir zaman makinesi icat eder, arkadaşlarına prototipinin tanıtımını yaptıktan bir süre sonra ise sırra kadem basar. Mucidimiz buluşunu denemiştir ve zaman makinesinin zaman sayacı 802.701 yılını göstermektedir. Çevreyi keşfe çıktıktan sonra ise zaman makinesinin çalındığını fark eder. Zaman makinesini bulmak için araştırmaya başlar ve bu arada da bizi 802.701 yılının dünyası ile tanıştırır. Artık tek amacı icadını tekrar ele geçirmek ve eve geri dönmektir.

İlk tanıştığı Yukarı Dünya insanları olan Eloi’lerdir. 1.20 cm boylarında, sivri çeneli, küçük ağız ve kulaklı, iri gözlü, üşengeç canlılardır. Kadın ve erkeklerin cilt dokusu ve davranışları pek farklı değildir. Sadece meyvelerle beslenip asla et yemezler. Zaten sığır, koyun, köpek gibi canlıların soyu tükenmiştir.

Çevreye bakınca yıkık dökük harabelerden oluşan bir alanla karşılaşır. Yeraltına açılan havalandırma kuyuları vardır. İnanılmaz bir çiçekli bitki ve meyve çeşitliliği vardır. Zararlı bitki ve hayvan yok. Hastalık yok. Ticaret yok. Toplumsal ya da ekonomik bir mücadele yok. Nüfus artışı yok.

İnsan zekası ve gücünü sağlayan zorluklar olmadığında toplum nasıl şekillenir? Burada biraz evrim kuramına atıf var. Kullanmadığın organ/yetenek körelirken kullandığın gelişir. Zaman gezgini de bu zeka yoksunu Eloilerden umudu keser ve çalınan icadını yeraltına açılan kuyularda aramaya karar verir.

Bu sefer de ikinci bir ırk ile tanışır. Yeraltı dünyası insanları Morlocklar karanlıkta yaşayan, bembeyaz tenli (akçıl), çok iri gözlü, ışığa çok hassas ve nispeten zeki canlılar. Ancak bir insana göre epey değişim geçirmişlerdir. Sadece geceleri, zifiri karanlıkta yeryüzüne çıkıyorlar. Ve et ile besleniyorlar. Küçük ve büyük baş hayvanların hatta kedi ve köpeklerin bile soyunun tükendiği bu dünyada bu etçil canlılar ne ile besleniyorlar acaba?

Zaman gezgininin zaman makinesini ararken yaşadığı maceralara onunla birlikte heyecanla eşlik ediyoruz. Bakalım kayıp icadını bulabilecek ve evine geri dönebilecek mi?

Peki dünyayı çok daha ileri gelecekte neler bekliyor acaba? İnsan ırkı dünyaya gerçekten köklü bir çivi çakmış mıdır? Bir zaman makinem olsa merak ederdim. Zaman gezgini de merak ediyor.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Alışkanlık ve içgüdü işe yaramaz hale gelmedikçe, doğa zekâya hiçbir zaman başvurmaz.”

 

“Değişimin ve değişim gereksiniminin olmadığı yerde zekâ da olmaz.”

 

“Güç gereksinimden doğar; güvenlik güçsüzlüğü anlamsız kılar.”

 

“Erkeğin gücü ile kadının uysallığı, aile kurumu ve kadın ve erkek mesleklerinin farklılığı, bedensel güç çağının baskıcı zorunluluklarından başka bir şey değildir.”

 

“Ülkülerimiz bulanık ve ürkek, bilgimiz çok sınırlı olduğu için onları ağır ağır iyileştiriyoruz; çünkü bizim beceriksiz ellerimizde Doğa da çekingen ve ağır.”

 


13 Mayıs 2023 Cumartesi

MARTIN EDEN


 










KÜNYE

Kitap Adı: Martin Eden

Yazarı: Jack London

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – 18.Basım- 2020

Sayfa: 517

Tür: Roman


İNCELEME:

Yarı otobiyografik bir roman olan Martin Eden, yazarı Jack London’ın hayatından büyük izler taşıyor. Bir aşk hikayesi olarak başlasa da aslında 20.yüzyıl başlarındaki sosyal ve ideolojik meseleleri merkezine alan, sınıflar arasındaki farkları gözler önüne seren, statü ve servet sahibi olmanın toplumdaki en önemli değer yargısı olmasına eleştiri getiren dolu dolu bir roman. Ve bir insanın güçlü bir motivasyonla her şeyi başarabileceğini de ortaya koyuyor.

Martin Eden 20li yaşlarında işçi sınıfından bir denizcidir. Ablası Gertrude, eniştesi ve çocukları ile aynı evde yaşar, pek hoş muamele görmez. Geçimini arada çıktığı deniz seferlerinden kazanır. Bir gün limanda yaşanan bir kavgada koruduğu Arthur sayesinde burjuvazi ile tanışacaktır. Arthur tarafından Morse ailesinin evinde yemeğe davet edilir. Bu yemek hayatını değiştirecektir.

Arthur’un kardeşi Ruth ile tanışır ve genç kıza aşık olur. Ruth edebiyat öğrencisidir. Martin ise eline geçeni okuyabilen bir okuyucudur. Ortak okudukları bir kitap üzerinden başlayan sohbet ikiliyi yakınlaştırır. Bu entelektüel aile Martin’i büyüler. Kendi sosyal sınıfı ile bir karşılaştırma yapar ve kendini geliştirmesi gerektiğine karar verir. Ruth’u etkilemelidir. Ruth’dan destek ister. Ruth onun gelişimine yardım etmeyi kabul eder.

Martin çok çalışır. Günde sadece 5 saat uyur ve kalan zamanında sürekli kitap okur. Eğitim açığını kapatmalıdır. Zaman geçtikçe bu delikanlı genç kızı etkilemeye başlar ve Ruth Martin’i idealindeki erkek modeline oturtmak için yönlendirme yapmaya başlar. Martin kültür seviyesini arttırdıkça farklı alanlardan da insanlar tanımaya başlar. Yazarlığı kafaya koyar, böylece hem statü edinecek hem de genç kızı kazanacaktır. Sürekli yazılar yazar ve dergilere gönderir ancak hiçbiri yayınlanmaz.

Açlık ve sefaletle dolu günler onu amacından yıldırmaz. Ruth bile artık ona istediği desteği vermemektedir. Ruth düzenli bir işi olsun ister ancak Martin’i hayalinden geri çeviremez. Morse ailesi Martin i kızlarına layık görmez. Önce kendi ailesi sonra Ruth genç adama sırt çevirir. Bu sırada burjuvanın aslında eğitimli ve aydın değil kalın kafalı ve yüzeysel kişiler olduğu gerçeği ile yüzleşir. Yaşadıkları nedeniyle umutsuzluğa düşen Martin hastalanır ve tam her şeyden vazgeçmeye karar verdiği sırada iyi bir dergiden kabul mektubu alır. Yazısının basılması ile peş peşe kabuller gelir. O zamana kadar ki tüm yazıları tek tek yayınlanır ve büyük bir şöhrete kavuşur Martin. Ona sırt çeviren herkes, Ruth dahil tekrar yakınlaşmaya çalışırlar. Ancak hiçbir şeyin önemi yoktur artık onun için. En büyük motivasyonu olan aşkını kaybetmiştir.

Verdiği mücadele başarıya ulaşmıştır, kültürel bir dönüşüm geçirmiştir ancak artık eski sınıfına yabancılaşmıştır. Üst sınıfın ise değer yargıları midesini bulandırır. Her iki sınıfa da uzaklaşan Martin tekrar denize dönmeye karar verir. Güney Adalar’ına gitmek üzere Mariposa Gemisine biner. Ancak hayata karşı tüm heyecanı ve isteğini kaybettiği ile yüzleşir. Ve bir karar verir.

“Ölü adam hiçbir zaman dirilmez.”

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım. Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer.”

 

“Nasıl olur da kitaplardan bir şey öğrenmezlerdi?”

 

“Bir sürü kitap okudu ama içindeki huzursuzluk azalmak yerine daha da büyüdü.”

 

"Düşünebildiklerini sanan bu düşünce fakirleri, hakikaten düşünebilen üç beş kişinin hayatını belirliyor."

 

“Ben kendi beğenimi insanlığın ortak yargılarına göre şekillendiremem. Eğer bir şeyi beğenmiyorsam beğenmiyorumdur.”

 

“Haritası ya da pusulası olmadan yabancı denizlere sürüklenmiş gemi gibiyim.”

 

"İçini acıtan şeyde zaten buydu; yaşamak."

 

“Hayat, hastalıklı bir insanın yorgun gözlerini yakan güçlü bir ışık gibiydi.”

 

"Kölelerden oluşan hiçbir devlet sonsuza kadar yaşayamaz.”

 

“Dünyanın güçlülere ait olmasında şaşılacak bir şey yoktu. Köleler, kendi köleliklerine saplantıyla bağlıydı. İş, önünde secde edip tapındıkları altın putuydu onların.”

 

“Kitaplarla, resimlerle, güzel şeylerle dolu olan, insanların alçak sesle konuştukları, kendilerinin ve düşüncelerinin temiz olduğu bir havayı solumak istiyorum.”

 

“Dünyayı tanırken, girip çıktığı farklı ortamlarda öğrendiği önemli bir kural vardı: Bilmediğin bir oyun oynuyorsan, bı­rak önce diğer taraf hamlesini yapsın.”


KARA ŞATONUN KONTU

 











KÜNYE

Kitap Adı: Kara Şatonun Kontu

Yazarı: Sir Arthur Conan Doyle

Basım: Can Yayınları- 1.Basım- 2020

Sayfa:  48

Tür: Hikâye


İNCELEME:

Sir Arthur Conan Doyle gerilim edebiyatının en canlı karakterlerinden dedektif Sherlock Holmes’un yaratıcısıdır.

Bu kitap da yazardan 3 adet öykü içeriyor. Öykülerden kısaca bahsedersek:

1-Tot'un Yüzüğü: Öykü Mısır Mitolojisi ile ilgili. Farklı bilim dalları yanında Mısır bilimi üzerinde de uzmanlaşan John Vansittart Smith araştırma üzerine Louvre Müzesi Antik Mısır bölümüne gider ve 4000 yıllık bir gizemi keşfeder. Ölümsüzlük iksirini bulan Antik bir mısırlının günümüze uzanan aşk hikâyesini bize sunuyor

2-Kara Şato'nun Kontu: Savaş konusunda trajik bir hikâye. Almanya’nın Fransa’yı işgal ettiği dönemde savaşta oğlunu kaybeden bir babanın, Alman askerlerinden aldığı ince planlanmış intikamın öyküsüdür.

3-Nasıl Oldu: Yazı yoluyla öteki dünya ile iletişim kuran medyum bir kadının yazdıklarını okuyoruz. Bize ölümle sonuçlanan bir trafik kazasını anlatıyor

Kahvenizin yanında size eşlik edebilecek kısacık bir kitap. Hepsi birbirinden akıcı ve ilginç hikâyelerden benim en sevdiğim Tot’un Yüzüğü oldu.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Gaddarlığına tahammül edebilirim ama ikiyüzlülüğüne asla."

 

“Beşikle mezar arasındaki o kısa yolda bulunan sizler, zamanın ne korkunç bir şey olduğunu nereden bileceksiniz ki!”

 

"Onun ruhu beni perdenin öte yanında beklerken cansız kabuğuna ne olduğunun hiçbir önemi yok!"