biyografi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
biyografi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2024 Salı

SIFIR NOKTASINDAKİ KADIN

 












KÜNYE

Kitap Adı: Sıfır Noktasındaki Kadın

Yazarı: Neval El Seddavi

Basım: Metis Yayınları– 13.Basım- 2023

Sayfa: 110

Tür: Biyografi


İNCELEME:

Psikiyatrist ve feminist yazar Neval El Seddavi, yaptığı bir araştırma dolayısıyla Mısır’da Kanatır Cezaevinde bulunup kadın mahkumlar ile görüşür. Hikayesini öğrendiği idam mahkumu Firdevs ile görüşmek ister ancak Firdevs bir süre kabul etmez. İnfaz gerçekleştirilmeden bir gün önce Firdevs görüşmeyi kabul eder. Yazar yaptıkları görüşme sonrası Mısırlı fahişe Firdevs’in biyografik hikayesini kaleme alır.

Sıfır Noktasındaki Kadın, dünyada kadın olmanın, özellikle doğu coğrafyasında kadın olmanın, hele ki bir ‘fahişe’ olmanın ne anlama geldiğini gösteren bir yaşam öyküsü.

Firdevs anne-baba sevgisi görmeyen bir çocuk. Kız çocuk olduğu için ikinci plana itilen, değer görmeyen, çoğu gece aç uyuyan, ortaokulu başarıyla bitiren ancak eğitimine devam etmesine izin verilmeyen, erkenden baş göz edilip evden bir boğazın eksilmesinin daha uygun görüldüğü, çocukluğundan beri tacize uğramış ve ne yaşadığının farkında bile olmayan bir çocuk. Dünyaya nasıl geldiğini sorguladığı için annesi tarafından sünnet ettiriliyor. Önce amcası taciz ediyor, sonra amcası tarafından sürekli dayak yiyeceği yaşlı bir adam ile evlendiriliyor. Sonunda canına tak edip evden kaçıyor. Amacı ortaokul diplomasıyla bir iş bulmak. Ancak hayatının bundan sonrası hep yanlış insanlara güvenip daha da batağa saplanmak oluyor. Onurlu bir hayat için fahişeliği bırakıyor ve düzgün bir işe giriyor sonunda. Ancak çalışma hayatında kadına yaklaşımı görmesi, iş uğruna katlanılan suistimaller, özgür bir fahişe olarak hayata devam etmeyi seçmesiyle sonuçlanıyor. Sonunda ise özgürlüğünü tekeline almak isteyen bir adam nedeniyle katil oluyor.

Aile sevgisinden ve desteğinden yoksun bir kız çocuğu. Kadına cinsel obje olarak bakan bir coğrafya, toplum ve inanışlar. Ve bir hayatta tutunma mücadelesi. Çaresizlik, güven ihtiyacı ve seçimler. İnsanların ikiyüzlülüğü, kirliliği, fırsatçılığı.

Konusu ve yaşanmış da bir öykü olması sebebiyle etkileyici. Ancak yazarın konuyu işleyiş şekli açısından bana biraz ruhsuz geldi. Çok daha duygu yüklü işlenebilirdi diye düşünüyorum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Yaşamdan daha sert olmalısın Firdevs. Yaşam çok sert. Gerçekten yaşayanlar yalnızca ondan daha sert olanlardır."

 

“Çünkü yaşamımız boyunca bizi köleleştiren isteklerimiz, umutlarımız, korkularımızdır.”

 

“Yaşam bir yılandır. Yılan, senin yılan olmadığını anlarsa sokar. Zehirli iğnelerin olmadığını bilirse hayat seni bir lokmada yutar...”

 

“Artık onurunu korumak için büyük paraların gerektiğini, ama büyük paraların onuru yitirmeden kazanılamayacağını öğrenmiştim.”

 

“Çünkü gelecek, istediğim renklerle boyamak üzere hâlâ benimdi. Özgürce karar vermek, istersem değiştirmek üzere hâlâ benim...”

 

“Gözlerine kara gözlükler takıp sonra da güneşi göremediğini söylüyorsun.”


9 Haziran 2023 Cuma

OLAY


 











KÜNYE

Kitap Adı: Olay

Yazarı: Annie Ernaux

Basım: Can Yayınları– 1.Basım- 2023

Sayfa: 77

Tür: Roman


İNCELEME:

2022 Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış yazar Annie Ernaux’un otobiyografik roman olarak da tanımlanabilecek kısa romanı Olay, 1963 yılında Rouen-Fransa’da yazarın başından geçen bir kürtaj tecrübesini aktarıyor.

Fransa’da o dönem kürtaj hala yasadışı hatta adı telaffuz bile edilemiyor. Ernaux o zamanlar 23 yaşında, üniversitede Edebiyat öğrencisi ve işçi sınıfından muhafazakar bir aileden geliyor. Ve bir gün hamile olduğunu öğreniyor. İlk şoktan sonra kararını veriyor. Hem toplumun hem de devlet politikalarının kendi bedeni ve yaşamı hakkında karar alabilmesi üzerindeki baskıcı tutum ve yasalarına karşı geliyor. Toplum gözündeki başarılı profilini devam ettirmenin, teşhir edilmemenin tek yolu da bu. Ancak verdiği kararı uygulamak hiç kolay değil ve artık tamamen tek başına. Bir kadın olarak yalnız bırakılmışlığı, çaresizliği, itilmişliği, hor görülmeyi yaşıyor. Ancak pes etmiyor, boyun eğmiyor.

Kendi yaşanmışlığının yanında kendiyle aynı kararı alma cesaretini göstermiş ya da otoritenin kararlarına boyun eğmek zorunda kalmış diğer kadınların yaşadıklarına da ışık tutuyor.

Yaşadıklarını kitaplaştırması ile ilgili amacını şöyle açıklıyor kitapta:

''Böyle bir anlatı kızgınlık ya da tiksinti uyandırabilir, münasebetsizlikle suçlanabilir. Her ne olursa olsun, bir şeyi yaşamış olmak, kişiye onu yazmak için ebediyen geçerli bir hak verir. Yüksek hakikat, düşük hakikat diye bir şey yoktur. Ve eğer bu deneyimle kurduğum ilişkinin iznini sonuna kadar sürdürmezsem, kadınların gerçekliğinin karartılmasına katkıda bulunmuş, yeryüzündeki erkek egemenliğinin safında yer almış olurum.''

Çok yalın, dürüst, apaçık bir anlatım, oldukça sarsıcı ve etkileyici. Her kadının bu kitabı okumasını canı gönülden isterim.

Kitap daha önce farklı bir yayınevinden Kürtaj ismiyle yayınlanmış. Aynı isimle 2021 yapımı ödüllü ve sansasyonel bir film uyarlaması da mevcut.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ve her zaman olduğu gibi, kürtajın yanlış olduğu için mi yasak, yoksa yasak olduğu için mi yanlış olduğunu belirlemek imkânsızdı. İnsanlar yasalara göre yargılanıyor, ama yasalar yargılanmıyordu.”

 

“Sessizce ağlıyoruz. Adı olmayan bir sahne bu, aynı anda hem ölüm hem hayat. Bir kurban sahnesi.”

 

“Ve belki de hayatımın gerçek amacı sadece şudur: Bedenimin, hislerimin ve düşüncelerimin yazıya dönüşmesi, yani kavranabilir ve genel bir şeye dönüşmesi, varlığımın başkalarının zihninde ve hayatlarında tamamen erimesi.”

 

"’Yukarıdakilerin’ kendilerini yasaların üstünde görme hakkını ‘küçük insanların’ kabullenmesine borçluydum muhtemelen.”

 

“Japonya’da kürtajla alınan ceninlere ‘mizuko’, yani su bebekleri deniyormuş.”


CEBİMDE YOKTU YÜREĞİMDEN VERDİM

 












KÜNYE

Kitap Adı: Cebimde Yoktu Yüreğimden Verdim

Yazarı: Samiye Yaltırım

Hazırlayan: Elif Karasioğlu Doğaner

Basım: Gece Kitaplığı– 1.Basım- 2020

Sayfa: 102

Tür: Biyografi


İNCELEME:

Cebimde Yoktu Yüreğimden Verdim, Nazım Hikmet Ran’ın kız kardeşi Samiye Yaltırım tarafından abisinin 10. ölüm yıldönümü için hazırlanmış bir metin.

“Canımın parçası Nazım Abim” diye başlıyor bize Nazım Hikmet’i anlatmaya. Selanik’te doğumundan (1902) başlıyor, İstanbul’daki çocukluklarından devam ediyor. 1.Dünya Savaşı dönemleri, abisinin Milli Mücadele’ye katılması süreci, yolculukları, Bursa’ya Fransızca öğretmeni olarak atanması, Moskova’da geçirdiği 3 yıl ve Türkiye’ye dönüş sonrası Aydınlık Dergisi yazıları nedeniyle başlayan karanlık yıllar.

Bu sefer Moskova’da geçen sürgün yılları, çıkan af sonrası vatanına geri dönüşü ancak tutuklanması. Düşünce suçu nedeniyle aldığı cezalar, hapishane günleri, aileye hasret, ailenin özlemi ile geçen zorlu yıllar.

Tabi tüm bunlar yanında Nazım’ın gönül ilişkileri. İlk karısı Nüzhet, sonrasında Piraye ile büyük aşkı. Piraye ile aralarına giren cezaevi süreci ikisi arasına mesafe koyar ancak Nazım bu boşluğu Münevver Hanım ile doldurmakta gecikmez. Sonradan çok pişman olup Piraye’den af dilese de Piraye dönmez. (Burada kızmamak elde değil bir kadın olarak ünlü şaire ama Piraye hakikatli kadınmış.) Tahliye sonrası Münevver ile birlikteliği ve oğlu Mehmet. Hemen sonra tekrar Sovyetlere sürgün günleri. Aşk adamı Nazım Moskova’da da 2 evlilik yapar. Önce Galina (8 yıl) sonra dillere destan aşkı Vera (1960).

3 Haziran 1963 yılında ise Moskova’da hayata gözlerini yumar. Kızkardeşi tarafından vatandaşlık reddi kararının iptali için başvuruda bulunulsa da yanıt alınamaz.

Hikayeleştirilerek anlatılmış akıcı ve bir çırpıda okunabilecek bir Nazım Hikmet biyografisi sunulmuş. Simge Üngör tarafından hazırlanan illüstrasyonlarla da kitap desteklenmiş.

İlave bilgi olarak; belki kız kardeşi de göremedi ama 2009 yılında, ölümünden 58 yıl sonra çıkarılan karar ile Nazım Hikmet’e vatandaşlık iadesi kabul edilmiştir.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ben aşığım Samiye, bak mesela şu karşıdaki çınar ağacına aşık olduğum gibi bir ormana da aşığım; emek fikrine aşık olduğum gibi adalete de aşığım,özgürlüğü de . Çünkü yaşamaktır aslında aşık olmak.”

 

“Ne bir şeye çok sevinmeli ne de çok üzülmeli. Eskilerin deyimi ile 'ne gam baki ne dem baki’.”

 

“-Ömer Hayyam adını duydunuz mu? (Nazım Hikmet)

+Kim bilmez Hayyam 'ı (Adalet Bakanlığı Müfettişi)

- Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?

+Bilmiyorum

-Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin adalet bakanını ve sizi kimse anımsamayacak.”

 

“Öyle değil midir? İnsan en çok sevdiği şeylerle imtihan olmaz mı? Sen hayatı da vatanını da hürriyeti de çok sevmedin mi? Ve en çok onlarla sınanmadın mı?”

 

“Kendi tabirinle kimsenin putuna tapmayıp, kimsenin önünde ceket iliklemediğin için çekmediğin kalmadı. Yaşarken bedenin, ölünce de naaşın bu topraklarda haksız yere istenmedi.”


1 Haziran 2023 Perşembe

YAŞAMDAN ESİNTİLER


 










KÜNYE

Kitap Adı: Yaşamdan Esintiler

Yazarı: Melek Işık

Basım: Gece Kitaplığı– 1.Basım- 2022

Sayfa: 213

Tür: Biyografi- Deneme/Öykü


İNCELEME:

Melek Işık 1967 yılında Öğretmen Okulundan mezun olmuş, Köy Enstitüleri dönemine tanıklık etmiş bir öğretmen. Yaşamdan Esintiler adlı kitabı ise oldukça farklı geldi. Nedeni ise kitabın farklı türlerde 2 ayrı bölümde yazılmış olması.

1. Bölüm yazarın anılarına, yaşantısına ve ülke yönetimine dair dönemsel karşılaştırma ve eleştirilerine değinen, haliyle biraz biyografi biraz deneme türünün iç içe geçtiği bir bölüm olmuş. Yazar çocukluğunu, ailesini, yatılı öğretmen okuluna girişini, ergenliğini, genç kızlığını, öğretmen oluşunu, hizmet verdiği dönemleri, siyasete girişini ve emekliliğini anlatıyor. Tabi bunları anlatırken de birçok ülke gerçeğine, dönemin doğru ve yanlışlarına, eğitimin getirildiği noktaya da ışık tutuyor. Köy enstitüleri neden kapatıldı, buna sebep kimlerdi, kimler faydalandı? Köy enstitülerinde verilen eğitimin kalitesi hakkında bilgi verirken şu an ki cahilliği ve eğitimsizliği eleştiriyor, bu kurumlar kapanmamış olsaydı sahip olabileceğimiz eğitim düzeyine ayna tutuyor. Hem dünün hem bugünün önemli siyasi olayları ve krizlerini eleştiriyor. Kendisi çok gençken okuduğu kitapta bir Avrupa kentinin tasvirinden çok etkileniyor ve bir gün gidip görebilmek hayali kuruyor, başarıyor da. Sanıyorum okuyucularına da aynı hayali kurdurmak amacıyla dünyanın farklı şehirlerine yaptığı gezileri anlatarak bitiriyor bu bölümü yazar.

2. Bölüm ise yazarın ‘tamamen hayal ürünümdür’ dediği, kadını, toplumda kadın olmayı, kadının sorunlarını ve kadın dayanışmasını konu edilen bir öykü olarak kaleme alınmış. Nihal in ağzından dinliyoruz Nihal’in daha bir çocukken ailesinin sorumluluğunu almak zorunda kalmasını, kardeşlerini okutmasını, kimi zaman annesi ve ablasına bile annelik yapmasını, bir kadın olarak yaşadığı zorlukları, hayatta kendi ayakları üzerinde durma mücadelesini. Erkek baskısını, şiddetini her yaşında gerek kendi ailesinde gerek çevresinde hissediyor. Kadının görmezden gelinişini, itilip kakılışını, değersizleştirilmeye ve hayattan soyutlanmaya çalışılmasını; tüm bunlara rağmen kadının ayakta durma ve ‘ben varım, buradayım’ deme mücadelesini kaleme alıyor yazar.

Arka kapak yazısını ise şöyle bitiriyor: “Tüm kadınlar insan onuruna yakışır, şiddetten uzak ve eşit bir hayatı hak ediyor.”

Tek eleştirim bazen düşüncelerin aktarılırken daldan dala atlanılması nedeniyle akışta küçük prüzler oluşmuş. Yine de değindiği konular açısından iki bölümü de ayrı ayrı severek ve dikkatle okudum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Dünyada üst sınıf yaşar, orta sınıf şikayet eder, alt sınıf şükreder. Parayı da üst sınıf yer. Ancak orta sınıf ve alt sınıfta lidere tapar."

 

"En çok da şeriat isteyen kadınlara şaşarım. Nasıl bir akıldır ki, kendini ikinci hatta üçüncü sınıf bir insan konumuna düşürüyor."

 

"Tarihin ilk yıllarında Arapların doğan kız çocuklarını diri diri kuma gömdüklerini öğretmenim anlatmıştı. Acaba babamın soyunda Araplık mı vardı?"

18 Mayıs 2023 Perşembe

AUSCHWITZ KÜTÜPHANECİSİ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Auschwitz Kütüphanecisi

Yazarı: Antonio G. Iturbe

Basım:  Pegasus Yayınları – 1.Basım- 2022

Sayfa: 408

Tür: Roman, Tarihi, Biyografi, Dram


İNCELEME:

Auschwitz Tutsağı Dita Kraus’un Gerçek Yaşam Öyküsüne Dayanan, Dünyadaki En Küçük –Ve En Tehlikeli– Kütüphanenin Hikâyesi

Ve aslında bu minvalde 2.Dünya Savaşında Nazilerin Yahudilere karşı yürüttüğü akıl almaz soykırımın hikayesi. Hitler’in Aryan Irk yaratma projesinin altında yürütülen insanlık dışı muamele ve katliam. Tek suçları ise Yahudi olmak. Faşizmin erişebileceği tüyler ürperten o son nokta. Auschwitz-Birkenau Kampı. Namıdiğer Ölüm Kampı.

9 yaşındaki Dita Adlerova, annesi Liesl ve babası Hans ile Prag’da yaşamaktadır. Savaşın kara bulutları gittikçe yaklaşırken Yahudiler üzerindeki baskı da hissedilmeye başlamıştır. 15 Mart 1939’da ise Nazilerin Prag’a girmesiyle Dita çocukluğunu o günde bırakır.

Dita ailesi ile birlikte önce Yahudiler için oluşturulmuş Terezin Gettosuna sürülür. Sonrasında ise trenlerle Polonya’da inşa edilen 5 toplama kampından biri olan Auschwitz’e gönderilirler. Bundan sonra dehşet ve korku ile sarmalanmış, ağır çalışma şartları altında, sürekli açlık, hastalık ve ölüm pençesinde bir hayat başlar, tabi buna hayat denirse.

Aile kampı ise çocuklar ve ailelerin birlikte kalması için oluşturulmuştur. Peki merhametten yoksun Naziler buna neden izin verdi dersiniz? Toplu ölümler kulaktan kulağa iletilmeye ve Kızıl Haç’ın dikkatini Auschwitz üzerine çekmeye başlamıştır. Olası bir denetimde aile kampı bir paravan olarak kullanılacaktır.

Aile kampı içerisinde ise 31. Blok da mahkûmlar tarafından bir okul kurulur. Fredy Hirsch blok sorumlusudur. ‘Çocuklar, ağır çalışma şartlarında ebeveynlerine ayak bağı olmasın’ denilerek izin verilmiştir. Naziler için burası bir kreş, mahkûmlar içinse okuldur. Hirsch gizli de olsa çocukların eğitimden yoksun kalmamaları gerektiğine inanır. Ancak Nazilerin bilmediği bir sır daha vardır. Kitapların yasak olduğu kampta 31.Bloğun sekiz kitaptan oluşan gizli bir kütüphanesi vardır. Hirsch kitaplara hayran bir kız olan Dita’ya kitapları koruma görevini teklif eder ancak bu iş çok tehlikelidir. Ve 14 yaşındaki Dita Auschwitz’in Kütüphanecisi olur.

Bunca dehşetin içinde böyle bir risk alınır mı diye düşünebilirsiniz? Ancak kitaplar da, ayaklı hikâye anlatıcıları olan öğretmenler de çocuklar için hayata tutunma kaynağı ve umut olurlar.

Kamp şartlarından bahsedersek: Sadece sabah verilen su gibi çorba ve akşam verilen bir parça ekmek ile ağır şatlarda çalışmalar, bitli pireli yataklar, su neredeyse yok, tuvalet, banyo yok, tifüs ve kolera salgını kol geziyor. Kadınlar evlatlarına bir parça ekmek daha almak için bedenlerini Nazilere satıyor.  Doktor Ölüm olarak adlandırılan Dr. Josef Mengele canlı bedenler üzerinde vahşi deneyler yapıyor. İkiz Yahudi çocuklar da Mengele amcalarınca emanet alınıyor.  Ve elemeler… Sürekli trenler dolusu Yahudi esir aktarımının devam ettiği kampta mahkumlar Dr. Ölüm’ün elemesinden geçiriliyor. Güçlüler zorlu kamp şartlarında içlerinde bir umut kurtuluşu beklemeye devam ediyor. Güçsüzler ise önce gaz odalarında boğuluyor, saçları ve altın dişleri alınıyor sonrasında yakılmaya gönderiliyor, külleri sonsuza dek Auschwitz’de kalıyor. Annenizin, babanızın, çocuğunuzun veya arkadaşınızın gaz odalarına götürülüşüne ve ertesi sabah üzerinize havadan küllerinin yağdığına şahitlik ediyorsunuz.

Gn gelir Almanlar güç kaybetmeye, çatışma sesleri kamp yakınlarında duyulmaya başlar. Mahkumlar arasında da umut filizlenmeye başlar. Ancak Kızıl Haç’ın artık teftişe gelmeyeceği kesinleşince aile kampına ihtiyaç kalmaz. Akabinde mahkumlar için Bergen-Belsen toplama kampına nakletme kararı çıkar. Hans’ın bedeni hastalığa dayanamaz ve babasını sonsuza dek Auschwitz’de bırakan Dita için annesi ile birlikte çok daha zorlu bir mücadele başlar. Bergen-Belsen’de gaz odalarına gerek yoktur. Yemek neredeyse yok. Su yok. Yerdeki çamuru içip ağır hastalıklardan ya da açlıktan ölmektedir mahkumlar. Öyle ki hala nefes alabilenler yerlerinden bile kalkamayacak duruma gelmiştir zaten.

Dita, annesi ve en yakın arkadaşı Margit yıllar süren mücadeleyi bırakıp artık pes edecekken mucize gerçekleşir. İngiliz askerleri kamptan içeri girerler. ‘Savaş Bitti! Özgürsünüz!’. Milyonlarca Yahudi için çok geç kalmış bir mucize. Dita Prag’a yalnız dönmek zorunda kalır. Ancak hayat ona daimi bir dost ve bir aile bahşedecektir.

Dita’nın idolü Hirsch, diğer öğretmenler, olaylara dayanamayan ve firar eden SS subayı Pestek ile kayıt memuru Rudi Rosenberg, Otta Keller hepsi apayrı birer hayat hikâyesi. Kitaplar ve bir de Anne Frank’ın Hatıra Defteri…

Özellikle son 200 sayfayı tüylerim diken diken ve boğazımda bir yumru ile okudum. Okunması kolay olmasa da mutlaka okunması ve ders alınması gereken bir kitap. Ne de olsa biz gözümüzü kapattığımızda gerçekler ve yaşanmışlıklar ortadan kaybolmuyor.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

"Auschwitz'de insan hayatının hiçbir ederi yoktu, öyle ki bir kurşun bile insandan daha değerli olduğundan kimseyi vurmaya tenezzül etmiyorlardı. Toplama odalarında Zyklon gazı kullanıyorlardı çünkü hem ucuzdu hem de sadece bir bidonla yüzlerce kişi öldürülebiliyordu. Bir endüstriye dönüşmüştü ölüm, ne kadar çok kişiyi içine alırsa o kadar kârlı sayılırdı."

 

"- Bilmiyorum Dita tanrının yaptıklarını sorgulama günahtır.

+ O halde ben günahkârın tekiyim.

- Öyle deme tanrı seni cezalandıracak

+ Daha da mı?

- Cehenneme gidersin

+ Saf saf konuşma Margit. Zaten cehennemdeyiz."

 

“ Tanrı karşımda olsaydı onunla ilgili ne düşündüğümü söyler ve o çarpık merhamet anlayışını yüzüne vururdum.”

 

 

''Aslında 'Dönüşüm'ün yazarı, olacakları herkesten önce tahmin etmişti: İnsanların bir gece içinde canavar yaratıklara dönüşebileceğini görmüştü .''

 

“Bak, sana benden bir tavsiye. Ayrıca bedava. Daha iyi yalan söylemeyi beceremiyorsan daima doğruyu söyle.”

 

"Korkunun, demir gibi sağlam fikirleri çürüten pasa benzediğini düşündü.Her şeyi aşındırıyor, kemiriyordu."

 

"-Hayat, her hayat çok kısa sürer. Ancak bir anlığına da olsa mutlu olmayı başarmışsan yaşadığına değmiştir.

+Bir anlığına! Kısa değil mi?

-Çok kısa. Bir kibritin yanıp sönmesi kadar kısa süreliğine mutlu olmak yeter."

 

 

"Bir kitaba başlamak, seni seyahate götürecek olan trene binmek gibiydi."

 

"Gerçekten seçim yapılabilir mi, yoksa kaderin darbeleri, yemyeşil bir ağacı kuru oduna çevi­ren balta darbeleri gibi, istemesen de seni değiştirir mi?"

 

" 'Gidenler artık acı çekmezler...'

   Geride kalanlara ne kadar acının miras kaldığını kimse bilmezdi."

     

"Tutsakların hayatta kalma arzusu öyle büyük bir ahlaki çöküşe sebep oluyordu ki çoğunun korkusu acısı derin bir kine dönüşüyordu. Diğer insanlara zarar vermenin kendi acılarını hafifleten bir tür adalet olduğunu sanıyorlardı."

 

"Doğruyu söylemenin insanı özgür kıldığını düşündü. Doğruyu söylemek çok saygın ve cesaret isteyen bir davranıştı. Ama aynı zamanda doğru bazen dokunduğu her şeyi küle çevirirdi."

 

"Bir yerlerde bekleyeninin olması, gece dağ başında yakılan bir kibrit gibiydi. Belki bütün karanlığı aydınlatmıyordu ama eve dönüş yolunu gösteriyordu."

 

" Mengele'yle çalışmanın bir avantajı var. Bizden nefret etmiyor. Nefret etmek için fazla zeki. Belki bu sebepten ötürü bütün Nazilerden daha korkunç."

 

"Barışın da kendi talepleri mevcuttu; savaşın etkileri bir an evvel silinmeliydi."


12 Ekim 2022 Çarşamba

BİR PSİKİYATRİSTİN ANILARI


 










KÜNYE

Kitap Adı: Bir Psikiyatristin Anıları

Yazarı: Irvin D.Yalom

Basım: Pegasus Yayınları - 2.Baskı- 2018

Sayfa: 398

Tür:  Otobiyografi, Anı


İNCELEME:

Psikiyatrist Irvin Yalom’un hayatını kendi kaleminden okuyacağınız otobiyografik bir roman ‘Bir Psikiyatristin Anıları’. 85 yaşında mesleğine âşık ve hala mesleğini icra etme ve faydalı olma çabasında, pek çok insanın hayatına dokunmuş, kitaplarıyla birçoklarına yol gösterici olmuş bilge bir psikiyatristin çocukluğundan yaşlılığına tüm hayat hikâyesi.

Aile kökenleri ve hikâyesi, çocukluğu, öğrenciliği, karısı Marilyn ile hayatının kesişmesi, mesleğe başlangıcı, kariyerinde yükselişi, kitaplarının yazım süreçleri, geçmiş vakaları, tecrübeleri, ziyaret ettiği ülkeler, yaşadığı şehirler, hayatına değer katan anılarını anlattığı 40 ayrı bölüm içeriyor kitap.

Kitapta yaşlanma ve ölüm korkusu üzerine de yoğun şekilde durulmuş. Yazar kendinin yaşlılık süreci ve ölüm kaygısı ile barışma sürecini, bu nedenle Psikolog Rollo May’den aldığı terapi sürecini de yine kitaptaki bir bölümde bizlerle paylaşıyor.

Hastalarından bahsettiği bölümlerden birinde mesleğinin onda yarattığı hissiyatı anlatmak için kurduğu cümle çok hoşuma gitmişti: “Bazen kendimi insanlara kendi evlerinin odalarını dolaştıran bir rehber gibi hissediyorum.”

Ben “Yalom kitabı” diye araştırmadan almış, diğer kitapları gibi psikanaliz seanslarını anlattığı bir kitap olduğunu sanmıştım. Biyografi olduğunu görünce de ilk etapta biraz hayal kırıklığı hissetsemde kitabı okuyunca çok faydalı ve hayata dair yol gösterici bir kitap olduğunu görüp sevdim.

Yalom seviyor ve okuyorsanız, bu kitap onun eserlerinden de bahsettiği için okuma sıranızda en sona alın derim. Böylece anlatılanlara yabancılık duymazsınız ve kitap sizin için daha anlamlı hale gelecektir.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ölürken bize gerçekten eşlik edebilecek, bizi rahatlatabilecek tek şey iyi bir hayat sürdüğümüzü bilmektir.”

 

“Hayatı dilediğince yaşayamadığın hissi ne kadar fazlaysa ölüm korkusu da o kadar güçlü olur.”

 

"Geçmişteki anılar ve gelecekteki umutlar yalnızca huzursuzluk yaratır."

 

“Yaralarımız ve övgüye duyduğumuz ihtiyaç, bazen en iyilerimizi bile kör edebilir.”

 

“İnsan nihayetinde fark ediyor ki tek bir hayat hakkımız olduğuna göre onu dolu dolu yaşayıp olabildiğince az pişmanlıkla tamamlamalıyız.”

 

“Eskiden yaşamış insanların kendi önemsizlik duygularıyla baş edebilmek için biz insanları çok önemseyen ve her adımımızı yakından takip eden bir Tanrı yarattığı bence çok açık. Ayrıca ölüm fikrini yumuşatmak için uydurduğumuz cennet tarzı fantezilerin veya peri masallarının da yine bariz bir ortak teması var: 'Biz ölmeyiz' - başka bir gerçekliğe geçiş yaparak var olmaya devam ederiz.”