28 Aralık 2022 Çarşamba

KÜÇÜK KARA BALIK


 











Kitap Adı: Küçük Kara Balık

Yazarı: Samed Bahrengi

Basım: Can Sanat Yayınları - 49.Basım- 2017

Sayfa: 56

Tür:  Öykü


İNCELEME:

Yaşadığı küçük derenin nereye vardığını merak eden, yeni yerler keşfetme merakıyla yola çıkan, ailesi dâhil tüm çevresinin ona karşı çıkmasına rağmen kararından vazgeçmeyen, aykırı ilan edilse de düşüncesinin, kendi seçtiği yolun peşinden giden Küçük Kara Balık’ın hikâyesi.

Serüveni sırasında hem iyiliği öğreniyor hem kötülükle sınanıyor ama vazgeçmiyor. Verdiği mücadele sonunda denize ve özgürlüğe ulaşan küçük kara balık kendinden sonraki nesillere de cesareti ile ilham veriyor.

İranlı yazar Samed Bahrengi 10 yıl köy köy dolaşıp öğretmenlik yapmış ve halk dilindeki masalları derlemiş bir yazar. Küçük Kara Balık kitabı ise İran sınırlarını aşmış ve dünyaca sevilmiş bir öykü olmasına rağmen ‘hayatı sorgulamak’, ‘özgürlük’, ‘direniş’ gibi verdiği mesajlar nedeniyle bir dönem ülkemizde de yasaklanmış bir kitap. İran’da ise hala yasaklı kitaplar arasında. 29 yaşında Aras ırmağı kıyısında ölü bulunan Bahrengi’nin Şahlık düzenine karşı yazdığı yazıları nedeniyle suikasta uğradığı düşünülmektedir.

Bir çocuk kitabı olarak değerlendirilse de büyük küçük herkesin okuyup ilham alması gereken bir kitap. Hayallerimizin, yapmak istediklerimizin peşinden cesurca ve kararlılıkla gidebilmek dileğiyle.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

“Ben bilmek istiyorum, hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü?”

 

"- Dünya o kadar büyük bir yer ki, her tarafını gezmen mümkün değil.

  - Olsun. Gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum."

 

"Ölüm her an gelip beni gafil avlayabilir. Fakat yaşadığım sürece ölümün beni kolayca bulmasına izin vermeyeceğim. Bir gün ölümle yüz yüze kalırsam - ki kalacağım - buna üzülmeyeceğim. Önemli olan, yaşamımın ya da ölümümün diğerleri üzerinde bırakacağı etkidir..."

 

“Kimse aklımı çelmedi. Benim düşünmek için aklım, görmek için gözlerim var.”

 

“Büyük balık küçük balığı özleye de bilirdi. Ama siz, balıkların birbirini yediği bir hikâye anlatmayı tercih ettiniz.”


23 Aralık 2022 Cuma

SATRANÇ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Satranç

Yazarı: Stefan Zweig

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Sayfa: 83

Tür: Öykü


İNCELEME:

Satranç, 1934’de Nazi faşizminden kaçarak sürgün hayatı yaşayan Stefan Zweig’in hayatından izler taşıyor. Edebiyat yanında psikolojiye ve Freud’a duyduğu ilginin en çok yansıdığı eserlerden biri olan Satranç karakterlerin psikolojileri ile ilgili derin çözümlemeler sunuyor. Ve Zweig’in intiharından birkaç ay önce kaleme aldığı son eseri olması sebebiyle de ne yazık ki bir veda mektubu niteliği taşıyor.

Hikâye New York'tan Buenos Aires'e yapılan bir gemi yolculuğunda tesadüfen karşılaşan 3 satranç oyuncusu etrafında şekilleniyor. Sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic ve usta bir satranç oyuncusu olan Dr.B.

Mirco Czentovic zengin, küstah, kuralcı, soğuk, kültürsüz ancak kazanmaya odaklı bir satranç dehasıdır.

Dr.B. nin ise olağanüstü bir hikâyesi vardır. Avusturyalı bir göçmen olan Dr.B. Gestapo tarafından esir alınır ve psikolojik işkenceye maruz kalır. Aylar boyunca kapalı bir odada, yalnız ve uğraşsız, hiçlik içinde tutsak edilmiştir. Akıl sağlığını korumaya çalışırken, sorguya götürüldüğü bir gün bir kitap görür ve çalar. Bu bir satranç kitabıdır ve Dr.B.nin ayakta kalması için ona ihtiyacı olanı sunar. Satrancın inceliklerini öğrenir ve bu önce bir tutkuya daha sonra ise saplantıya dönüşür. Esaretten kurtulduktan sonra ise geçirdiği bu ‘satranç zehirlenmesi’ yüzünden tedavi görür ve bu oyunu oynaması yasaklanır.

Gemide yapılan satranç turnuvalarını izleyen Dr.B. dayanamaz ve oyuna dâhil olur. Mirko Czentovic’in yenilmezliği ise Dr.B. ile yapacağı karşılaşma sonucu sarsılacaktır.

Yalnızlığın, çaresizliğin, umutsuzluğun ve şüphenin insan üzerindeki etkileri, hayatta kalma isteğimiz, yaşam amacı olarak sarıldıklarımız… Oldukça incelikli işlenmiş. Peki, hayata tutunmak için sığındığımız şeyler gün gelip de felaketimiz olabilir mi? Okunması gereken Zweig eserlerinden.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

" Savaşacağım tek şey içimdeki diğer bendi... "

 

“Bize hiç bir şey yapılmadı, yalnızca tam bir hiçliğin içine koyulduk, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz.”

 

“Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi.”

 

“Görünüşte dünyadan uzak yaşayanlar, içlerinde bambaşka dünyalar yaşatırlar.”

 

“İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler; şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yapayalnız...”

 

“Sonunda yalnızdım ve artık asla yalnız olmayacaktım!”

 

"sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı..."


1Q84

 












KÜNYE

Kitap Adı: 1Q84

Yazarı: Haruki Murakami

Basım: Doğan Kitap - 1.Baskı- 2012

Sayfa: 1256 (Tek Cilt)

Tür: Roman, Fantastik Kurgu


İNCELEME:

Haruki Murakami’nin 1Q84 isimli fantastik kurgu olarak nitelendirilebilecek romanı aslında bir üçleme. 3 kitabı ayrı ayrı edinebileceğiniz gibi benim gibi tek ciltte toplanmış versiyonunu da okuyabilirsiniz. Yalnız uyarayım; tek cildin hacmi nedeniyle (1256 sayfa) yanınızda taşıyamama ve ağırlığı nedeniyle bilek ağrısı oluşturma gibi dezavantajları mevcut.

Kitabın isminin George Orwell’ın 1984 adlı romanına benzemesi tesadüf değil, yazar 1984’e göndermeler yapmış bu romanında. (ayrıca ingilizcedeki q harfinin telaffuzu da japoncada 9 sayısının telaffuzuna benzer)

"1Q84'teki Q, Question Mark'ın Q'su, İngilizce soru işareti(?)." Zamandaki ve dünyadaki belirsizlik manasında kullanılmış. Roman paralel evrenlerde geçiyor. Yıl 1984. Paralel evrendeki zamanı tanımlamak için ise 1Q84 ya da Kediler Şehri tanımlaması kullanılıyor.

Roman içerik olarak din, inanç, cemaatler, aşk, cinsellik, ensest, şiddet, çocuk istismarı, aile içi şiddet, çocukluk travmaları, iyi ve kötü kavramları gibi konular üzerinde yoğunlaşıyor.

Her kitap sırasıyla 3 aylık dönemi anlatacak şekilde 1984 yılının Nisan-Aralık döneminde geçiyor hikâye. Ana karakterlerimiz Aomame ve Tengo. İlk iki kitap bu iki karakter üzerinden anlatılırken 3.kitapta devreye bir de dedektif Uşikava’nın anlatımı girer.

Tengo ve Aomame ilkokulun bir dönemini birlikte okurlar, arkadaşlarınca alay edilen ve dışlanan çocuklardır. Birlikte yaşadıkları duygusal bir anı ikisini de birbirinin hafızasında unutulmaz kılar.

Aomame ailesi ile bir cemaat içinde, dini kısıtlamalar ile büyümüş bir çocuktur. Yetişkin bir kadın olduğunda topluluktan kendini sıyırır, kadınlara kendini savunma dersleri veren bir spor hocası olur. Yaşlı ve zengin bir kadın olan Madam ile tanışmasıyla tehlikeli bir işe girer. Madam’ın yönlendirmeleri ile kadınlara ve çocuklara cinsel şiddet gösteren erkekleri hiçbir iz bırakmadan öldüren bir katile dönüşür. Bir gün randevusuna geç kaldığından kestirme diye önerilen bir yolu kullanır ve 1Q84 evrenine geçer.

Tengo Kavana ise babasıyla yaşayan ancak baba şefkati görmeyen, haftasonları bile babası ile kapı kapı dolaşıp vergi toplayan ve bundan utanan bir çocuk. Yetişkin bir erkek olan Tengo bir dershanede matematik öğretmenliği yaparken aynı zamanda da dergilerde yazılar yazan ve roman yazmak isteyen amatör bir yazardır.

Disleksiye sahip bir kız öğrenci olan Fukaeri’nin yazmış olduğu roman bir editör vasıtasıyla Tengo’ya ulaştırılır ve yarışmaya sokulabilmesi amacıyla edebi düzenleme yapılması istenir. Pupa Hava isimli romanda anlatılan hikâye çok ilginçtir. ‘Little People’ olarak adlandırılan, 6 insansı varlık havada pupa yaparak mesajlarını iletebileceği verici yapıyorlardır. Aynı zamanda klonlama da gerçekleştirebiliyorlardır. Tengo romanı tekrar kaleme alırken hikâyeyi araştırır ve olaylar onu 1Q84 evrenine taşır.

Paralel evrene geçildiğini nasıl mı anlıyorlar? 1Q84 evreninde gökyüzünde 2 adet ay mevcuttur.

Peki Tengo ve Aomame’nin yolları tekrar kesişecek midir?

Kitabın hacmi sizi korkutmasın. Oldukça sürükleyici bir hikâyesi ve yalın bir dili var. Eleştirmek gerekirse bazı konularla ilgili fazla tekrara düşülen yerler olmuş, dolayısıyla aslında roman biraz daha sadeleştirilip kısa tutulabilirmiş. Buna rağmen ben okumaktan oldukça keyif aldım.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. O seni sevmese bile.”

 

"Görünüş sizi aldatmasın. Gerçek daima tektir."

 

"Ne kadar para olursa olsun, satın alınamayacak şeyler elbette var."

 

"Neresinden bakarsan bak, bu basit bir olay değil. İnsanın bir sırrı sürekli yüreğinde taşıması."

 

“Kapanması güç yaralarla yaşıyoruz. İnsanların yüreğinde açılan yaraların kapanması mümkün olmuyor.”

 

“Uzun zaman boyunca kök salan şeyler, hiçliğin içinde o kadar kolay yitip gidemezler”

 

“İnsanların büyük çoğunluğu gerçeklere inanmak yerine, gerçek olmasını arzuladıkları şeylere inanırlar.”

 

"düşünüyorum da, bu dünyada mantığa yer yok, empati de yetersiz."

 

“Sorun insanın ruhunun kutsallığıy­dı. Oraya çamurlu ayaklarla girmeye hiç kimsenin hakkı yoktu. Üstelik çaresizlik insanın içini yiyip bitirebilirdi.”

 

“Sadece herkesin okuduğu kitapları okursan, sadece herkesin düşündüğünü düşünürsün.”

 


GÖÇMÜŞ KEDİLER BAHÇESİ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Göçmüş Kediler Bahçesi

Yazarı: Bilge Karasu

Basım: Metis Yayınları - 13.Basım- 2017

Sayfa: 233

Tür:  Öykü


İNCELEME:

 

Göçmüş Kediler Bahçesi, kitaba ismini veren bir uzun hikâye ve 12+1 masaldan oluşuyor. Uzun hikâyemiz masallar arasına her seferinde birkaç sayfa olacak şekilde bölünerek verilmiş. Toplamda 13 adet kısa öyküye ise yazarın masal demesine kanmayın. Çünkü mutlu sonlar içermeyen, daha çok büyükler için masallar.

Bilge Karasu aynı zamanda felsefeci ve bunu kitabında oldukça fazla hissettiriyor. 12 adet masalın, saat dilimlerini yansıttığı ve günden geceye gidişteki gibi gittikçe karanlığın arttığı, son masalda ise günün ışıması gibi umudun aşılandığı bir şekilde kurgulandığını en son da yazarın açıklamasıyla anlıyoruz.

Anlatım dili olarak edebiyat okuduğunuzu hissettiren, dil kullanımı, sözcük seçimi çok zengin bir kitap. Yazar yeni sözcükler türetmekte de usta. Aynı zamanda anlam açısından çok derin, öykülere yükleyeceğiniz anlam her okuduğunuz dönemde ruh halinize göre genişleyecektir. Biraz zihin yoran ama aynı zamanda zihin açan öyküler.

Öykülerin masal olarak değerlendirilmesine sebep içerdiği fantastik kurgular. Gerçekle kurguyu birbirine yedirerek kısa öyküler oluşturmuş yazar. Öykülerin büyük bölümü ölüm teması üzerine kurgulanmış. Aynı zamanda doğadan ve doğanın unsurları olan canlılardan da yararlanmış yazar.

 

Kitapta Yer Alan Öyküler:

Uzun Öykü: Göçmüş Kediler Bahçesi

1.masal: Avından El Alan

2.masal: Geceden Geceye Arabayı kaçıran Adam

3.masal: Bir Ortaçağ Abdalı

4.masal: Korkusuz Kirpiye Övgü

Dördüncü masala Ek: - Yengece Övgü

5.masal: Yağmurlu Kentin Güneşçisi

6.masal: Dehlize Giden Adam

7.masal: “Usta Beni Öldürsen E!”

8.masal: Bizim Denizimiz

9.masal: İncitme Beni

10.masal: Alsemender

11.masal: Bir Başka Tepe

Geceyarısının Masalı: Masalın da Yırtılıverdiği Yer

 

Benim en sevdiğim öyküler ise; Avından El Alan, Dehlizde Giden Adam, Usta Beni Öldürsene, Alsemender oldu.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum. Dostlar da çıktı karşıma..."(Korkusuz Kirpiye Övgü)

 

“Bilenler, susar.” (Avından El Alan)

 

"Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir.” (Avından El Alan)

 

''Doğruluk, insanların gözünde başlıyordu...''  (Alsemender)

 

“Düpedüz söylenen doğruların pek az insana "güzel" geldiğini öğretmemişler miydi kendisine?” (Alsemender)

 

“Kedilere benzeyebileydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son yıllarda. Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi.” (Masalın Da Yırtılıverdiği Yer)

 

“Belki de en "mutlu" masal, biribirilerine saygı duymuş, biribirilerini sevmekte gerçek eşitlik tansığına ulaşmış -ya da ulaşmağa çalışmış- sevgililerin masalı; bir araya gelmeleri için, ölmeleri, gömülmeleri gerekmiş de olsa...” (Masalın Da Yırtılıverdiği Yer)

 

“... insan, sevdiğinin büyüdüğünü ister de, yaşlandığını, ölüme yaklaştığını istemez.” (Usta Beni Öldürsen E)


HAYVANLARDAN TANRILARA: SAPIENS


 











KÜNYE

Kitap Adı: Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens

Yazarı: Yuval Noah Harari

Basım: Kolektif Kitap - 39.Basım- 2017

Sayfa: 411

Tür: Popüler Bilim, Araştırma-İnceleme, Tarih, Sosyoloji


İNCELEME:

İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi…

Kitabın arka kapak tanıtımı kitapla ilgili oldukça detaylı bilgi veriyor:

·         Homo sapiens neden ekolojik bir seri katile dönüştü?

·         Para neden herkesin güvendiği tek şey?

·         Kadınlar üstün sosyal becerilere sahipken, neden çoğu toplum erkek egemen?

·         Güç elde etmekte böylesine yetenekli olan insanlar neden bu gücü mutluluğa dönüştürmekte başarısızlar?

·         Geleceğin dini bilim mi?

·         İnsanların miadı çoktan doldu mu?

·         100 bin yıl önce Yeryüzü’nde en az altı farklı insan türü vardı. Günümüzdeyse sadece Homo Sapiens var. Diğerlerinin başına ne geldi ve bize ne olacak?

Çoğu çalışma insanlığın serüvenini ya tarihi ya da biyolojik bir yaklaşımla ele alır, ancak Harari 70 bin yıl önce gerçekleşen Bilişsel Devrim’le başlattığı bu kitabında gelenekleri yerle bir ediyor.

İnsanların küresel ekosistemde oynadıkları rolden imparatorlukların yükselişine ve modern dünyaya kadar pek çok konuyu irdeleyen Sapiens, tarihle bilimi bir araya getirerek kabul görmüş anlatıları yeniden ele alıyor.

Harari ayrıca geleceğe bakmaya da zorluyor okuru. Yakın zamanda insanlar, dört milyar yıldır yaşama hükmeden doğal seçilim yasalarını esnetmeye başladılar. Artık sadece dünyayı değil, kendimizi ve diğer canlıları tasarlama becerisi de kazandık. Peki bu bizi nereye götürüyor, bizi neye dönüştürebilir?

 

v  Kitap insan türünün tarihini 4 kısımda inceliyor:

 

1.Kısım: Bilişsel Devrim: İnsanın evrim süreci, tarihte ki diğer insan (Homo) kardeşlerimiz, beynin gelişimi, sosyalleşme ve kültürel gelişim, biyoloji ve tarih ilişkisi, avcı toplayıcılığın kazanımları, doğal seçilim, Homo sapiens’in nasıl kalan tek insan türü olduğu ve diğer kardeşlerine ne olduğuna değiniliyor.

 

2.Kısım: Tarım Devrimi: Homo sapiens’in avcı-toplayıcılıktan tarıma geçişi ne kadar doğru bir karardı?, tarım devrimi daha iyiyi arayan insan ırkına mutluluğu getirdi mi?, tarıma geçiş ile beynin depolama ve hafıza süreçleri nasıl etkilendi? Soruları yanında cinsiyet ve ırk gibi hiyerarşilerin oluşumunu, ataerkil yapılanmayı konu alıyor.

 

3.Kısım: İnsanoğlunun Birleşmesi: Kültürel devrim, paranın ortaya çıkışı, imparatorlukların ve devletlerin oluşumu, din kavramı ile birlikte putperestlik, çoktanrıcılık, tektanrıcılık ve semavi dinler irdeleniyor. Liberalizm, komünizm, sosyalizm, hümanizm gibi ideolojik yaklaşımlar ele alınıyor.

 

4.Kısım: Bilimsel Devrim: 16.yüzyıl ile başlayan bilimsel devrim ile cehaletimizi keşfediyoruz. Bu son bölümde bilimsel devrimin, imparatorluklara, ekonomiye, sanayiye etkilerini, beraberinde gelişen sanayi devrimini, aile yapısına, doğaya ve çevreye verdiği zararı, teknolojinin gelişim sürecini, teknoloji ile homo sapiens’in eline geçen sonsuz gücü irdeliyor.

 

Önyargılarından ve tabularından sıyrılarak okuyabilecek tüm okuyucuların rahatlıkla anlayabilecekleri yalın bir dil kullanılmış kitapta. Ufuk açıcı bir kitap olduğunu düşünüyorum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?”

 

"Fakirlik, hastalık, savaşlar, kıtlık, yaşlılık ve ölüm insanlığın kaderi değildi, sadece cehaletimizin ürünleriydi."

 

“Sapiens'in icat ettiği hayali gerçekliklerin muazzam çeşitliliği ve bunun sonucu olarak gelişen davranış örüntülerinin çokluğu, "Kültür" dediğimiz şeyin başlıca bileşenleridir. Kültürler ortaya çıktığından beri değişim ve gelişimleri hiç durmamıştır ve "tarih" dediğimiz de bu durdurulamayan değişimlerdir.”

 

"Ne kadar çok türü ortadan kaldırmış olduğumuzu bilseydik, hala hayatta olanları korumak için daha istekli olurduk."

 

“Bir maymunu, ölümden sonra gideceği maymun cennetindeki sınırsız muzla kandırarak elindeki muzu vermeye asla ikna edemezsiniz.”

 

“Tarihin dinamikleri insanların iyiliğini ve mutluluğunu arttırmaya dönük değildir. Tıpkı evrim gibi tarih de bireysel organizmaların mutluluğunu yok sayar, dikkate almaz.”

 

“Para şu ana kadar yaratılmış en evrensel ve en etkili karşılıklı güven sistemidir.”

 

“Voltaire Tanrı hakkında, “ Tanrı yoktur ama bunu sakın hizmetkârıma söylemeyin, yoksa geceleyin beni öldürür,” demişti. Hammurabi aynısını hiyerarşi ilkesi hakkında, Thomas Jefferson da insan hakları için söylerdi.”


AĞUSTOSBÖCEĞİNİN SEKİZİNCİ GÜNÜ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Ağustos Böceğinin Sekizinci Günü

Yazarı: Mitsuyo Kakuta

Basım: Doğan Kitap - 1.Baskı- 2017

Sayfa:  303

Tür:  Roman


İNCELEME:

Ağustos Böceğinin Sekizinci Günü, bir yandan Japon kültürünü yakından tanımanıza fırsat verirken bir yandan da annelik, fedakârlık, cinsiyetçilik, toplumda kadına bakış, sevgi, aşk, ilişkiler gibi kavramları sorgulamanızı sağlayacak bir roman. Ana tema annelik. Annelik duygusunu yaşamak için illa biyolojik bağ gerekli midir? Biyolojik anne olmak annelik duygusunun hakkını vermek için yeterli midir?

Kiwako Nonomiya evli sevgilisinden hamile kalır ve bebeğini aldırmak zorunda bırakılır. Sonrasında bir daha hamile kalamayacağını öğrenir ve akabinde yaşananlar onu sevgilisinin karısından olan bebeğini kaçırmaya iter. Kaçırıp adını değiştirdiği (Erina - Kaoru) bebekle Japonya’nın farklı kentlerinde ayakta durmaya çalışır. En sonunda tüm parasını bağışlayarak bir tür tarikat evi olan ‘Melekler Evi’ne sığınır ve uzun süre orada yaşarlar. Kiwako annelik duygusunu büyüttüğü bu kız bebek ile yaşar. Tüm parasını ve özgürlüğünü, bu bebek ile yeşerttiği annelik duygusunu bir gün daha fazla yaşamak uğruna harcar.

Çevre halkı ise bu tarikat evinden rahatsızdır. Kadınların orada zorla tutulduğuna inanan halkın şikâyeti ile soruşturma başlar. Polis baskını öncesi Kiwako, Kaoru’yu da alıp kaçar ve yaşam mücadelesi tekrar başlar. Ancak bir süre sonra yakalanır ve hapse atılır. Küçük kız ise gerçek ailesine teslim edilir.

Gerçek annesi ile tekrar bir araya gelmesi işleri pek yoluna sokmaz. İlgili ve sevgi dolu bir anne figürü yanından ilgisiz, dağınık, bağ kuramayan bir anne figürü yanına geçiş ile travmatik süreçler başlar. Genç kız yaşadıklarını sorguladığı süreçlerden geçerek genç bir kadın olur. Kendini kaçıran kadının kaderi genç kadının da yazgısı olur.  Erina da evli sevgilisinden hamiledir ve sevgilisine bebeği söyleyemez. Genç kadın yaşadıklarını değerlendirerek bebeği ile ilgili kararını kendi verir.

Roman 2 bölümde anlatılıyor. İlk bölüm Kiwako ağzından kaçırma, yaşama tutunma, ayakta kalma mücadelesi, kaçış ve yakalanış sürecini anlatıyor. İkinci bölüm ise Erina ağzından, onun perspektifinden ailesine teslim edildikten sonrasını geriye dönüşlerle birlikte anlatıyor.

Yazar, Kiwako’nun yaşadığı annelik duygusunu uzatabilmek için verdiği çabayı pekiştirmek için kitaba da ismini veren ağustosböceği metaforunu kullanıyor. 7 yıl boyunca toprak altında yetişkinliği bekleyen ağustosböceği, üreyip yeni nesiller verebilmek için toprak üzerine çıktığında sadece yaşamak için yedi günü vardır.

Bu kadar uzun zaman bekledikten sonra yaşamak için bu kadar az sürelerinin olması haksızlıktı.

Ne kadar haklı değil mi? Belki de karınca ile ağustosböceğinin masalında en büyük haksızlığı ağustosböceğine yapmışızdır.

 

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Artık bir yetişkin olduğuma göre, diğer bütün ağustosböceklerinin de bir hafta içinde ölmelerinin o kadar da kötü olmayabileceğini görüyorum. Çünkü hepsi aynı kaderi paylaşacak. Hiçbir zaman neden bu kadar erken öldüklerini merak etmeyeceklerdi, öyle değil mi? Ama ya yedi gün içinde ölmeleri gerekirken bir tanesi ölmeseydi? ya diğerleri öldükten sonra o tek bir tanesi hayatta kalsaydı? Bu gerçekten üzücü olurdu."

 

“Bana ölmeyi beceremeyen ağustosböceği hakkında söylediklerini hatırlıyor musun? ... Hepsinin yedi gün içinde ölmelerinin, fazladan bir gün daha yaşayan ağustosböceği için çok daha üzücü olacağını söylemiştin. Eskiden ben de öyle düşünüyordum ama artık emin değilim. Çünkü sekizinci günde o ağustosböceği diğerlerinin görmediği şeyleri görebilir.”

 

"İnsanlar kendi önyargılarının esiridir ve ruh bedenden daha önemlidir."

 

"Eğer insanları birer ruh olarak görebilirsek, neredeyse bütün acılarımız anlamsızlaşır. Ben bir kadınım, genç değilim, çirkinim; tüm bu şartlanmalar boşuna sırtlandığımız yükler gibi görünmüyor mu? Eğer onlardan kurtulabilirsek, sizce hepimiz hafiflemez miyiz?"

17 Aralık 2022 Cumartesi

SERENAD


 











KÜNYE

Kitap Adı: Serenad

Yazarı: Zülfü Livaneli

Basım: Doğan Kitap- 381. Baskı- 2021

Sayfa:  481

Tür:  Roman, Dram


İNCELEME:

Zülfü Livaneli'nin en başarılı eserlerinden biri olarak görülen Serenad, tarihi gerçek olaylar ile bir aşk hikâyesini birlikte harmanlayan, oldukça duygu yüklü ve sürükleyici bir roman.

“Her şey 2001 yılının Şubat ayında, soğuk bir günde, İstanbul Üniversitesinde Halkla İlişkiler görevini yürüten 36 yaşındaki Maya Duran’ın ABD’den gelen 87 yaşındaki Alman asıllı profesör Maximilian Wagner’ı karşılamasıyla başlar.

1930’lu yıllarda İstanbul üniversitesinde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece katları yavaş yavaş açılan bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.” (Tanıtım bülteninden)

Maya Duran kendisini de içine alan,  3 ayrı kadının hikâyesini öğrenir ve onların hikâyelerini anlatmaya karar verir. "Onların başına gelenleri anlatmaya karar verdim. Çünkü ancak hikâyesi anlatılan insanlar var oluyordu." Ayşe, Mari ve Nadia’nın hikâyeleri kitapta birlikte yer alsa da kesinlikle içimizi düğüm düğüm eden ve kitaba adını veren ana öykümüz Nadia ve Maximilian’ın hikâyesi.

Serenad 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, Nazi Faşizmi, Yahudi Soykırımı, Mavi Alay, Kürt ve Ermeni sorunları, 2.Dünya Savaşı gibi bazı tarihsel konulara da değinerek kurgu ile gerçekliği harmanlayan oldukça dokunaklı bir hikâye sunuyor. Olay örgüsünün temasında ise neredeyse herkesin bildiği Yahudi Soykırımı ile belki birçok kişinin bilgisinin olmadığı bir tarihi kara leke olan Struma Gemisi bulunuyor.

Nazi Faşizminin başladığı dönemler genç bir profesör olan Maximilian, Yahudi olmasından dolayı katledilmekle karşı karşıya kalan Nadia’ya âşık olur ve evlenirler. Kendi halkının yaptığı eziyetlere tahammül edemeyen Maximilian eşini de korumak adına Almanya’yı terk etme kararı alır. Almanya’dan kaçıp Paris’e yerleşmek için bindikleri trende Nadia Yahudi olduğu için alıkonulur. Sonrası kamplar. Uzun ayrılık dönemleri… İki aşığın birbirine ulaşma mücadelesi… Max’ın büyük çabaları, nüfuslu insanlarla kurduğu iletişimler sonrası Nadia için çıkarılan İngiliz pasaportu ile Nadia Struma gemisine bindirilir. Tekrar birbirlerine kavuşacakları heyecanı içerisindeki çift için bu gemi kavuşma ümidinin sonu olacaktır. Struma gemisi Şile sahili açıklarına yaklaştığında bir süre burada kalır, kıyıdan görülebilecek uzaklıktadır. İçeride ki yolcular sersefil haldedir. Max Nadia yı gemiden çıkarabilmek için çaresizce mücadele verir. Sahilden gemide olup biteni izlerken, en sonunda Nadia’yı geminin güvertesinde görür. Bu eşini son görüşü olacaktır. Struma gemisi içindeki 769 yolcu ile birlikte batırılır.

Dipnot: II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin'e götürmek üzere Romanya'dan yola çıkan Struma gemisi İstanbul açıklarında Ş-213 Sovyet denizaltısı tarafından batırılmıştır. İktidarların kendi çıkarları uğruna ne denli acımasız olabileceklerinin bir göstergesi olmuştur.

"Hiçbir iktidar masum değildir. Bütün iktidarlar öyle ya da böyle, birinin katilidir…"

Max olayın yıldönümü olan 24 Şubat günü Şile sahiline gelir ve onun için bestelediği ‘Serenade für Nadia’yı kemanıyla çalmaya başlar. Tek isteği Nadia’sına tekrar kavuşmaktır. İçindeki sevgi ve hasret ile yıllarca yanıp küle dönen bu adam en sonunda küllerini Nadia’sı ile buluşturacaktır.

 

Sizlerle yine kitapta yer alan ve ekilendiğim bir küçük anlatıyı da paylaşmak isterim. Mardinli İlyas-ı Habır Hikâyesi:

İlyas Roma'da çalışan akrabalarını ziyarete gitmiş. Roma'da gezerken, bir gün yolu bir parka düşmüş. Orada çiçekler, ağaçlar, göller arasında gezmeye başlayınca gözüne birtakım süslü mezarlar çarpmış. Ama mermerlerin üzerindeki yazıyı görünce çok şaşırmış. Çünkü kiminin üstünde 21 gün, kiminin 34 gün, kiminin 17 gün yaşadıkları yazılıymış. Mezarların boyları da bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş. Bu işe hayret etmiş, bir anlam verememiş. İtalyancası olmadığı için parkın bekçisine de soramamış. Bir tatil günü akrabalarıyla gitmişler, parkta bekçiyi bulmuşlar, ona mezarlarda yazılı günlerin sırrını sormuşlar.

Bekçi; “Burası özel bir mezarlıktır.” demiş. “Buraya gömülen insanlar mezar taşlarının üstüne gerçek yaşlarına değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. Kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçen çıkmadı daha.”

İlyas bir süre sonra Mardin'e dönmüş. Uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün hastalanmış. Ölüm döşeğinde oğullarına demiş ki:

“Size bir vasiyetim var. Mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız: ‘İlyas-ı Habır bitti / Anasından doğru kabre gitti.’" (kısaltılmış)

 

Son nefesimizi vereceğimiz gün geldiğinde, bu minvalde düşünürsek, bizim de kabrimizde yazan sayı umarım yaşadığımız gün sayısına yakın olur. Gerçek anlamda mutlu olduğunuz günlerin gittikçe çoğalması dileğiyle…

 

KİTAPTAN ALINTILAR

 

“İnsan ancak yapabileceğini isterdi. İstemek kavramı, dilemekten ve hayallere dalmaktan farklı bir şeydi. Bedelini göze almak, gereğini yapmakla ilgili bir şeydi.”

 

"- Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!

- Peki, sen ne görüyorsun bakalım?

- İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."

 

“Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kiminin ki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi ! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama !”

 

“Evet coğrafya bir kaderdi ama tarih de kaderdi.”

 

“İnsanların kendi milletini veya kendi inancını diğerlerinden daha üstün görmesi, ne korkunç olaylara, ne büyük acılara neden oluyordu bu dünyada!”

 

“Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik.”


PAPAĞAN TEOREMİ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Papağan Teoremi

Yazarı: Denis Guedj

Basım: Kırmızı Kedi Yayınevi- 4.Basım- 2010

Sayfa:  520

Tür:  Roman, Bilim-Matematik, Felsefe, Kurgu


İNCELEME:

Matematikle ilgilenenler, matematik tarihini merak edenler için oldukça ilgi çekici bir kitap Papağan Teoremi. Matematik kuramlarının, formüllerinin nerden geldiğini, ünlü matematikçilerin yaklaşımlarını anlatan roman felsefeden de besleniyor. Tüm bunları ise bir cinayet kurgusu ile birlikte aktarıyor.

Bir felsefeci olan Mösyö Ruche, bir trafik kazası sonrasında tekerli sandalyeye mahkûm kalır. İşlettiği kitapevinde işlere yardım etmesi amacıyla Perette’yi işe alır. İkiz çocuk annesi Perette bir de işitme engelli bir yetim olan Max’e annelik yapar. Max bir gün pazardan egzotik bir papağan kurtarır ve eve getirir. Papağan’ın peşinde adamlar vardır ve değeri egzotik bir bölgeden gelmesi değildir. Papağanımız matematik bilmektedir ve Grosrouvre’un emanetidir..

Bu sırada Mösyö Ruche okul yıllarından beri görüşmediği dostu Grosrouvre’dan iki mektup alır. 84 yaşında iyi bir matematikçi olan Grosrouvre, tarihi matematik kitaplarını içeren çok değerli kütüphanesini Ruche’a göndermiştir. Mektuplarında çok ünlü bir matematik teoremini çözdüğünü, bu çözümü, gönderdiği kitaplar içinde şifrelediğini, peşinde adamlar olduğunu yazar. Kısa bir süre sonra da Grosrouvre’un ölüm haberi gelir. Tabi ki bu çözümlemenin peşinde de adamlar vardır.

Ruche hem bir an önce şifreyi çözmesi gerektiğinin hem de arkadaşının ölümünü aydınlatması için çalışması gerektiğinin farkındadır. Bu ise tek başına yapabileceği, kolay bir iş değildir. Papağan dâhil tüm ev ahalisini toplar ve bir ekip olarak iz sürmeye başlarlar. Sonrası bir bilgi denizi eşliğinde bir serüven.

Matemetik ile ilgilenmeyenler için sıkıcı olabilecek, matematik ve felsefe severler için ise oldukça bilgilendirici ve sindirilerek okunması gereken bir kitap. Kitapla ilgili okuduğum şu yorum ise kitabı en iyi tanıtan cümle bence: “Felsefe Dünyası için ‘Sofie’nin Dünyası’ ne ise, Matematik Dünyası için de ‘Papağan Teoremi’ odur.”

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Kitap seni iğrenç insanlarla düşüp kalkmaktan ve aptal, anlayışsız insanlarla ilişki kurmaktan kurtarır.”

 

“Kitabevlerinin iş hacmi, toplum konusunda çok önemli bir barometredir.”

 

“...Kitaplar ölüleri canlandırmaz, bir budalayı akıllı, bir aptalı zeki yapmaz. Zekâyı canlandırır, biler, keskinleştirir ve bilgi açlığını giderir."

 

“Bana ya da herkese öyle geliyor diye, kesinlikle öyledir diye bir şey yoktur, dedi. Ama insanların kendisine mutlaka sorması gereken, kuşkulanmanın bir anlamı olup olmadığıdır.”

 

“Matematik aklın bir kurnazlığıdır”


9 Aralık 2022 Cuma

ŞİBUMİ

 















KÜNYE

Kitap Adı: Şibumi

Yazarı: Trevanian

Basım: E Yayınları - 10.Basım - 2017

Sayfa:  456

Tür:  Roman, Polisiye, Macera


İNCELEME

Trevanian takma adını kullanan yazar Rodney William Whitaker  tarafından kaleme alınmış Şibumi, hem Uzakdoğu’nun mistik havasını bir parça hissettirecek hem de sizi sürükleyici bir polisiye macera hikâyesi ile buluşturacak bir roman.

"Nicholai Hel, yarı Rus yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon general tarafından büyütülmüş ve 'Go' oyununu öğrenmiş. Bask dili dâhil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Üstün düzeydeki 'yakın algılama' yeteneği sayesinde fotoğrafı bile çekilemeyen bu yenilmez savaşçı günün birinde emekli olarak yaşadığı şatosundan amansız ve acımasız bir dövüşe katılmak üzere çıkıyor..."

Arka kapakta yer alan bu tanıtım kitabın ana temasını yansıtsa da çok daha fazlası ile dopdolu bir maceraya sürüklüyor bizi.

Ana kahramanımız Nicholai Hel, çıplak elle öldürme eğitimi almış, her türlü küçük nesne ile insan öldürebilecek yetenekte bir casustur. Devletler adına teröristleri öldürmektedir. Küçük yaşlardan itibaren Şibumi felsefesi ile büyür ve tek amacı Şibumi’ye ulaşmaktır. Peki nedir Şibumi? Şibumi, Japon felsefesinde ve kültüründe erdemli insan olarak geçmekte. Bilgelikle basitliği yakalama felsefesi. Şibumi kitapta şöyle tarifleniyor:

O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllük demek. Sanatta Şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini Wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse... nasıl söylemeli... Hâkimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey.”

Emekli olan ve bir şatoda yaşamaya devam eden Hel, gelişen olaylar ile yine aksiyonun içine çekilir. CIA ve petrol ticareti yapan ANA şirket, 5 İsrailliden oluşan Münih Beşlisi adlı grubu çökertmek için bir eylem düzenlerler. Örgütten canlı kurtulan Hannah Stern, Hel’in arkadaşının kızıdır ve Hel’den yardım ister. Peşi sıra gelişen olaylar Nicolai Hel için intikam çanları çaldırmaya yeterlidir.

Yazar, bu olay örgüsü içerisine 2. Dünya Savaşı ve ardından gelen soğuk savaş dönemini, Hel için bir baba figürü olan General Kishikawa’yı, Hel’in sevgilisi Hanna’yı, mağara keşif arkadaşı Le Cagot ve onunla mağara serüvenlerini, Go oyununun felsefesini ve bu oyunu Hel’e öğreten Otake’yi, Hel’in gizli istihbarat kaynağı De Lhandes’i, Japon bahçelerini ve Hel’in sahip olduğu mistik birtakım yetenekleri de dokuyarak heyecan dolu ve sürükleyici bir roman sunuyor okuyucusuna.

Kitapla ilgili yorumumu kitapta yer alan bir dipnottaki ilgi çekici bilgi ile sonlandırayım. Yazarın yazmış olduğu diğer romanlarında verdiği ayrıntılı bilgiler, başına biraz iş açmış gibi görünüyor. Bir dağa tırmanış sahnesini detaylarıyla anlattığı romanı filme uyarlanır ve çekimler sırasında kitaptaki teknik uygulanırken genç bir dağcı maalesef düşer ve ölür. Sonraki bir romanında iyi korunan bir müzeden eserlerin nasıl çalındığına dair detaylı tariflemeler, hırsızlara ilham olur ve aynı yöntem birebir uygulanarak Milano Müzesinden 3 önemli eser çalınır, bulunduklarında ise oldukça tahrip edilmiş oldukları görülmüştür. Dolayısıyla yazar bir tehlikeye sebep olmaması amacıyla sorumluluk hissederek bu kitabında yer alan gerek çıplak elle öldürme teknikleri olsun, gerek Kamasutra teknikleri olsun, herhangi bir detaylı anlatıma girmeme kararı almıştır. Yaşanan tecrübelerden sonra oldukça isabetli bir karar olmuş sanki, siz ne dersiniz?

 

KİTAPTAN ALINTILAR

 

“ Aptal bir dost, akıllı bir düşmandan daha tehlikelidir. “

 

“Zaman ancak, içi boş olduğu zaman ağırdı.”

 

“Oysa bir şey ummanın, hayal kırıklığını davet etmek olduğunu o kadar iyi biliyordu ki!”

 

“Ne de olsa rastlantı dediğimiz şey kaderin bir numaralı silahıdır.”

 

“Terbiye her zaman için merhametten de, sadakatten de, yardımdan da, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşıdakine eşit şans tanımanın, adaletten önemli olması gibi. Büyük sayıları değerler, baskı altına girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirlerdi. Ama terbiye, terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.”

5 Aralık 2022 Pazartesi

ATUAN MEZARLARI


 










KÜNYE

Kitap Adı: Atuan Mezarları

Yazarı: Ursula K.Le Guin

Basım: MetisYayınları - 2.Basım- 1995

Sayfa: 152

Tür:  Roman, Fantastik Kurgu


İNCELEME:

Ursula K. Le Guin’in 6 kitaptan oluşan Yerdeniz serisinin ikinci kitabı olan Atuan Mezarları, bir kadının doğma, büyüme, kendini keşfetme, özgürlüğünü kazanma öyküsü ile bizi Tenar ile tanıştırıyor. Serinin ilk kitabında tanıştığımız ve büyüme serüvenine tanıklık ettiğimiz büyücü  Ged –Çevik Atmaca- yine bu serüvende Tenar’a eşlik ediyor.

Atuan Mezarları, yazarının belirttiği üzere, ‘cinsellik’ üzerine yazılmış. “Serinin ikinci kitabı bir kadının büyümesi üzerine. Doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlük ana temalarını oluşturuyor.” diye açıklamış. Cinsellik açık imgelerle değil, simgeler, semboller ve metaforlarla anlatılıyor.

Hikâye biraz kasvetli, klostrofobik bir mekânda geçiyor. Bir rahibeler meclisi tarafından yönetilen Atuan Mezarlarına erkeklerin girmesi yasaktır. İsimsizlere hizmet eden rahibe meclisinin İlk Rahibesi Arha olarak isimlendiriliyor. Arha karanlık tarafından yutulmuş anlamına gelmektedir. İlk rahibe ölünce ruhunun o gün doğan bir kız bebek ile dünyaya yeniden geldiğine inanılıyor. Bebek aranıyor tespit ediliyor ve 5 yaşında anne-babasından alınıyor ve manastıra kapatılıyor.

Arha’nın ölümü ile birlikte Atuan’da yeni Arha olacak kız bebek belirleniyor ve böylece Tenar ile tanışıyoruz. Tenar 5 yaşında ailesinden alınır, ömrünün sonuna kadar İsimsizlere hizmet etmek üzere ismi ve anıları alınır, düzene göre eğitilir. Arha 15 yaşına geldiğinde başrahibe olur, Atuan labirentlerinde günlerce dolaşır ve kendini sorgulamaya başlar. Bu sırada yolu ilk kitapta tanıştığımız büyücü Ged ile kesişir ve onun için her şey değişmeye başlar. Hizmet ettiği tanrıların aslında tanrı olmadığını öğrenir. Ged sayesinde adını ve kendini hatırlar.

Tenar’ın yeniden kendini bulmasını, büyümesini ve özgürlüğünü kazanma öyküsünü okuyoruz.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir.”

 

“Bir insanın yeniden doğabilmesi için ölmesi gerekir. ”

 

“Asırlar geçtikçe bazı şeyler eskir ve yok olur. Değerini koruyabilen kıymetli şeyler veya anlatılmaya devam eden öyküler çok azdır.”

 

"İnsanların birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını ve hayatı ne kadar değişik gördüklerini fark etmemişti."

 

“Ve böylece koca bir yıl geçmişti, tıpkı daha önceki yılların geçtiği gibi; hayatının tüm yılları böyle mi geçecekti?”

 

" Zaten yitireceğin birine bağlanmanın yararı ne? "

 

"...anlamını yitirmişti, tıpkı yitip gitmiş bir yolun kenarında kalan yol işareti gibi."


ANTABUS

 












KÜNYE

Kitap Adı: Antabus

Yazarı: Seray Şahiner

Basım: Everest Yayınları

Sayfa:  112

Tür:  Roman, Kara Mizah, Eleştiri



Her gün yazılı ve görsel basında, sosyal medyada, belki mahallemizde hatta belki ailemizde ezilen, haksızlığa uğrayan, terk edilen, şiddet gören, tecavüze, tacize maruz kalan, cinayete kurban giden bir kadın hikâyesine tanıklık ediyoruz ne yazık ki. Seray Şahiner tarafından kaleme alınmış Antabus isimli roman da Leyla’nın hikâyesi. Leyla ile tanışmaya var mısınız? Leyla’nın iç sesini duymaya hazır mısınız?

“Ben, Osman kızı Leyla, Remzi’nin karısı Leyla oldum. Bana sorsalar, sadece ‘Leyla’ olmak isterim. ‘Leyla’yla Mecnun’ bile değil, düz Leyla...”

Hayatındaki tüm erkekler sınavı olmuş, hayatındaki en önemli kadın, annesi arkasında durmamış Leyla. Evlilik hayali kurduğu adam tarafından bir parkta terk edilmiş, çalıştığı konfeksiyon atölyesinin patronu tarafından tecavüze uğramış, işe gitmeyince babası tarafından ölesiye dövülmüş, dayaktan bebeğini düşürünce hamile olduğu anlaşılmış, abisi tarafından korunmamış, kocasına para karşılığı satılmış, kocasının her gün içip dövdüğü, tecavüz ettiği Leyla…

“Annem beni savunsaydı belki gene başıma aynıları gelirdi ama derdim ki en azından şu hayatta beni kollayan koruyan biri var.” diyen Leyla…

En sonunda gazetelerin 3.sayfalarına düşen Leyla… Ama siz gelin hepsini Leyla’dan dinleyin.

Neredeyse okuduğunuz her cümle altı çizilesi, ibret alınası. Yazar kara mizah kullanmış. Sıkı sık argo kullanılmış ve mahalle ağzıyla yazılmış. Ancak küfür bile öyle yerinde kullanılıyor ki, siz içinizden sarf ettiklerinizle kıyaslayarak, az bile diyorsunuz. Başka türlü de anlatamazdı zaten bir kadın bu yaşadıklarını.

Güldüğünüzde bile trajediye, çaresizliğe güldürüyor Leyla sizi. İçinizi yaktığında da aynı çaresizlik incitiyor yüreğinizi.

Leyla’yı dinlerken bir çırpıda bitiveriyor kitap ama anlattıkları tokat gibi çarpıyor yüzünüze. Hem düşündürecek hem sorgulatacak bir hikâye.

Ebeveynlerin çocuklarını sevgiyle büyütecekleri, vicdan ve merhameti aşılayacakları, özellikle erkek çocuklarına saygıyı ve sınırlarını doğru öğretecekleri, kız çocuklarının da toplumun her kesiminde eşit haklarla büyütülecekleri yarınlar diliyorum. Ve pek tabi ki adaletin doğru işleyeceği, şiddete, istismara karşı cezaların caydırıcı nitelikte olacağı, mağdurun haklarının korunacağı bir sistem umut ediyorum.

 

KİTAPTAN  SEVDİĞİM ALINTILAR

 

“Sayfayı çevirmeyin. Üçüncü sayfa haberleri üç-beş satırdan ibaret olsa da hikâyeleri; “kırk katır mı kırk satır mı?”dır.

Siz beni zaten tanıyorsunuz. Yok tanışmadık ama sokakta karşılaşsak gözünüz bir yerden ısırır en azından. Adım dilinizin ucuna gelir belki. Ben, “Kocasını bıçakladı, serbest kaldı”yım.

Şimdi sayfayı çevirebilirsiniz.”

 

“Siz hiç gazetede, “Kocası karısına tecavüz etti,” diye haber okudunuz mu? Evliyken olan tecavüzü kimse tecavüzden saymaz. Cilve falan sanıyorlar herhal: tecoş!

Aaa, ben de kocama laf ettirmem. Ne de olsa nikâhlı tecavüzcüm!”

 

“Bir şey söyliyim mi, başkasının derdi olmasa insan kendi kahrından ölür.”

 

“Mesela ben dayak yedim diye karakola gitsem, biriniz şahitliğe gelmezsiniz, niye? E aile meselesi ne olsa, yarın öbür gün ben kocamla iyi olurum, hatta size, ‘Sana ne be, kocam değil mi döver de sever de,’ bile derim de, siz kötü olursunuz di mi?

Siz karışmazsınız. Bana üzülürsünüz tabii ama taraf tutmazsınız...

Öyle de bir tutarsınız ki: Ben zulüm çekerken susuyorsanız, kocamın tarafındasınız. Siz, erkek tarafısınız. Amaaan, benim babam bile özbeöz babamken, kız tarafı değil erkek tarafıydı.

Size baba diyebilir miyim?!”

 

“Depresyon zengin hastalığı kızım! Bize gelmez. Biz kanser oluruz, verem oluruz, ülser oluruz…”