KÜNYE
Kitap Adı:
Şibumi
Yazarı: Trevanian
Basım: E
Yayınları - 10.Basım - 2017
Sayfa: 456
Tür: Roman, Polisiye, Macera
İNCELEME
Trevanian takma adını kullanan yazar Rodney William Whitaker tarafından kaleme alınmış Şibumi, hem Uzakdoğu’nun mistik havasını bir parça hissettirecek hem de sizi sürükleyici bir polisiye macera hikâyesi ile buluşturacak bir roman.
"Nicholai
Hel, yarı Rus yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş,
bir Japon general tarafından büyütülmüş ve 'Go' oyununu öğrenmiş. Bask dili
dâhil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Üstün düzeydeki 'yakın algılama'
yeteneği sayesinde fotoğrafı bile çekilemeyen bu yenilmez savaşçı günün birinde
emekli olarak yaşadığı şatosundan amansız ve acımasız bir dövüşe katılmak üzere
çıkıyor..."
Arka
kapakta yer alan bu tanıtım kitabın ana temasını yansıtsa da çok daha fazlası
ile dopdolu bir maceraya sürüklüyor bizi.
Ana
kahramanımız Nicholai Hel, çıplak elle öldürme eğitimi almış, her türlü küçük
nesne ile insan öldürebilecek yetenekte bir casustur. Devletler adına
teröristleri öldürmektedir. Küçük yaşlardan itibaren Şibumi felsefesi ile büyür
ve tek amacı Şibumi’ye ulaşmaktır. Peki nedir Şibumi? Şibumi, Japon felsefesinde
ve kültüründe erdemli insan olarak geçmekte. Bilgelikle basitliği yakalama
felsefesi. Şibumi kitapta şöyle tarifleniyor:
“O kadar doğru bir söz ki, cesaretle
söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek
yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok
anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği
duymayan bir alçak gönüllük demek. Sanatta Şibumi zarif bir basitliği ifade
eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini Wabi olarak gösterir. Büyük bir
ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse... nasıl
söylemeli... Hâkimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey.”
Emekli
olan ve bir şatoda yaşamaya devam eden Hel, gelişen olaylar ile yine aksiyonun
içine çekilir. CIA ve petrol ticareti yapan ANA şirket, 5 İsrailliden oluşan
Münih Beşlisi adlı grubu çökertmek için bir eylem düzenlerler. Örgütten canlı
kurtulan Hannah Stern, Hel’in arkadaşının kızıdır ve Hel’den yardım ister. Peşi
sıra gelişen olaylar Nicolai Hel için intikam çanları çaldırmaya yeterlidir.
Yazar,
bu olay örgüsü içerisine 2. Dünya Savaşı ve ardından gelen soğuk savaş
dönemini, Hel için bir baba figürü olan General Kishikawa’yı, Hel’in sevgilisi
Hanna’yı, mağara keşif arkadaşı Le Cagot ve onunla mağara serüvenlerini, Go
oyununun felsefesini ve bu oyunu Hel’e öğreten Otake’yi, Hel’in gizli istihbarat
kaynağı De Lhandes’i, Japon bahçelerini ve Hel’in sahip olduğu mistik birtakım
yetenekleri de dokuyarak heyecan dolu ve sürükleyici bir roman sunuyor
okuyucusuna.
Kitapla
ilgili yorumumu kitapta yer alan bir dipnottaki ilgi çekici bilgi ile
sonlandırayım. Yazarın yazmış olduğu diğer romanlarında verdiği ayrıntılı
bilgiler, başına biraz iş açmış gibi görünüyor. Bir dağa tırmanış sahnesini
detaylarıyla anlattığı romanı filme uyarlanır ve çekimler sırasında kitaptaki
teknik uygulanırken genç bir dağcı maalesef düşer ve ölür. Sonraki bir
romanında iyi korunan bir müzeden eserlerin nasıl çalındığına dair detaylı
tariflemeler, hırsızlara ilham olur ve aynı yöntem birebir uygulanarak Milano
Müzesinden 3 önemli eser çalınır, bulunduklarında ise oldukça tahrip edilmiş oldukları
görülmüştür. Dolayısıyla yazar bir tehlikeye sebep olmaması amacıyla sorumluluk
hissederek bu kitabında yer alan gerek çıplak elle öldürme teknikleri olsun,
gerek Kamasutra teknikleri olsun, herhangi bir detaylı anlatıma girmeme kararı
almıştır. Yaşanan tecrübelerden sonra oldukça isabetli bir karar olmuş sanki,
siz ne dersiniz?
KİTAPTAN
ALINTILAR
“
Aptal bir dost, akıllı bir düşmandan daha tehlikelidir. “
“Zaman
ancak, içi boş olduğu zaman ağırdı.”
“Oysa
bir şey ummanın, hayal kırıklığını davet etmek olduğunu o kadar iyi biliyordu
ki!”
“Ne
de olsa rastlantı dediğimiz şey kaderin bir numaralı silahıdır.”
“Terbiye
her zaman için merhametten de, sadakatten de, yardımdan da, içtenlikten de daha
güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşıdakine eşit şans tanımanın,
adaletten önemli olması gibi. Büyük sayıları değerler, baskı altına
girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirlerdi. Ama terbiye,
terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder