KÜNYE
Kitap Adı:
Ağustos Böceğinin Sekizinci Günü
Yazarı: Mitsuyo
Kakuta
Basım: Doğan
Kitap - 1.Baskı- 2017
Sayfa: 303
Tür: Roman
İNCELEME:
Ağustos
Böceğinin Sekizinci Günü, bir yandan Japon kültürünü yakından tanımanıza fırsat
verirken bir yandan da annelik, fedakârlık, cinsiyetçilik, toplumda kadına
bakış, sevgi, aşk, ilişkiler gibi kavramları sorgulamanızı sağlayacak bir
roman. Ana tema annelik. Annelik duygusunu yaşamak için illa biyolojik bağ
gerekli midir? Biyolojik anne olmak annelik duygusunun hakkını vermek için
yeterli midir?
Kiwako
Nonomiya evli sevgilisinden hamile kalır ve bebeğini aldırmak zorunda
bırakılır. Sonrasında bir daha hamile kalamayacağını öğrenir ve akabinde
yaşananlar onu sevgilisinin karısından olan bebeğini kaçırmaya iter. Kaçırıp
adını değiştirdiği (Erina - Kaoru) bebekle Japonya’nın farklı kentlerinde
ayakta durmaya çalışır. En sonunda tüm parasını bağışlayarak bir tür tarikat
evi olan ‘Melekler Evi’ne sığınır ve uzun süre orada yaşarlar. Kiwako annelik duygusunu
büyüttüğü bu kız bebek ile yaşar. Tüm parasını ve özgürlüğünü, bu bebek ile yeşerttiği
annelik duygusunu bir gün daha fazla yaşamak uğruna harcar.
Çevre
halkı ise bu tarikat evinden rahatsızdır. Kadınların orada zorla tutulduğuna
inanan halkın şikâyeti ile soruşturma başlar. Polis baskını öncesi Kiwako,
Kaoru’yu da alıp kaçar ve yaşam mücadelesi tekrar başlar. Ancak bir süre sonra
yakalanır ve hapse atılır. Küçük kız ise gerçek ailesine teslim edilir.
Gerçek
annesi ile tekrar bir araya gelmesi işleri pek yoluna sokmaz. İlgili ve sevgi
dolu bir anne figürü yanından ilgisiz, dağınık, bağ kuramayan bir anne figürü
yanına geçiş ile travmatik süreçler başlar. Genç kız yaşadıklarını sorguladığı
süreçlerden geçerek genç bir kadın olur. Kendini kaçıran kadının kaderi genç
kadının da yazgısı olur. Erina da evli
sevgilisinden hamiledir ve sevgilisine bebeği söyleyemez. Genç kadın
yaşadıklarını değerlendirerek bebeği ile ilgili kararını kendi verir.
Roman
2 bölümde anlatılıyor. İlk bölüm Kiwako ağzından kaçırma, yaşama tutunma,
ayakta kalma mücadelesi, kaçış ve yakalanış sürecini anlatıyor. İkinci bölüm
ise Erina ağzından, onun perspektifinden ailesine teslim edildikten sonrasını
geriye dönüşlerle birlikte anlatıyor.
Yazar,
Kiwako’nun yaşadığı annelik duygusunu uzatabilmek için verdiği çabayı pekiştirmek
için kitaba da ismini veren ağustosböceği metaforunu kullanıyor. 7 yıl boyunca
toprak altında yetişkinliği bekleyen ağustosböceği, üreyip yeni nesiller
verebilmek için toprak üzerine çıktığında sadece yaşamak için yedi günü vardır.
“Bu kadar uzun zaman bekledikten sonra
yaşamak için bu kadar az sürelerinin olması haksızlıktı.”
Ne
kadar haklı değil mi? Belki de karınca ile ağustosböceğinin masalında en büyük
haksızlığı ağustosböceğine yapmışızdır.
KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:
"Artık
bir yetişkin olduğuma göre, diğer bütün ağustosböceklerinin de bir hafta içinde
ölmelerinin o kadar da kötü olmayabileceğini görüyorum. Çünkü hepsi aynı kaderi
paylaşacak. Hiçbir zaman neden bu kadar erken öldüklerini merak etmeyeceklerdi,
öyle değil mi? Ama ya yedi gün içinde ölmeleri gerekirken bir tanesi ölmeseydi?
ya diğerleri öldükten sonra o tek bir tanesi hayatta kalsaydı? Bu gerçekten
üzücü olurdu."
“Bana
ölmeyi beceremeyen ağustosböceği hakkında söylediklerini hatırlıyor musun? ...
Hepsinin yedi gün içinde ölmelerinin, fazladan bir gün daha yaşayan
ağustosböceği için çok daha üzücü olacağını söylemiştin. Eskiden ben de öyle
düşünüyordum ama artık emin değilim. Çünkü sekizinci günde o ağustosböceği
diğerlerinin görmediği şeyleri görebilir.”
"İnsanlar
kendi önyargılarının esiridir ve ruh bedenden daha önemlidir."
"Eğer insanları birer ruh olarak görebilirsek, neredeyse bütün acılarımız anlamsızlaşır. Ben bir kadınım, genç değilim, çirkinim; tüm bu şartlanmalar boşuna sırtlandığımız yükler gibi görünmüyor mu? Eğer onlardan kurtulabilirsek, sizce hepimiz hafiflemez miyiz?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder