KÜNYE
Kitap Adı:
Serenad
Yazarı: Zülfü
Livaneli
Basım: Doğan
Kitap- 381. Baskı- 2021
Sayfa: 481
Tür: Roman, Dram
İNCELEME:
Zülfü Livaneli'nin en başarılı eserlerinden
biri olarak görülen Serenad, tarihi gerçek olaylar ile bir aşk hikâyesini
birlikte harmanlayan, oldukça duygu yüklü ve sürükleyici bir roman.
“Her
şey 2001 yılının Şubat ayında, soğuk bir günde, İstanbul Üniversitesinde Halkla
İlişkiler görevini yürüten 36 yaşındaki Maya Duran’ın ABD’den gelen 87
yaşındaki Alman asıllı profesör Maximilian Wagner’ı karşılamasıyla başlar.
1930’lu
yıllarda İstanbul üniversitesinde hocalık yapmış olan profesörün isteği
üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece katları yavaş yavaş açılan
bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin
birtakım sırları da öğrenir.” (Tanıtım bülteninden)
Maya
Duran kendisini de içine alan, 3 ayrı
kadının hikâyesini öğrenir ve onların hikâyelerini anlatmaya karar verir. "Onların başına gelenleri anlatmaya karar
verdim. Çünkü ancak hikâyesi anlatılan insanlar var oluyordu." Ayşe,
Mari ve Nadia’nın hikâyeleri kitapta birlikte yer alsa da kesinlikle içimizi
düğüm düğüm eden ve kitaba adını veren ana öykümüz Nadia ve Maximilian’ın hikâyesi.
Serenad
60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, Nazi Faşizmi, Yahudi Soykırımı, Mavi Alay,
Kürt ve Ermeni sorunları, 2.Dünya Savaşı gibi bazı tarihsel konulara da
değinerek kurgu ile gerçekliği harmanlayan oldukça dokunaklı bir hikâye sunuyor.
Olay örgüsünün temasında ise neredeyse herkesin bildiği Yahudi Soykırımı ile
belki birçok kişinin bilgisinin olmadığı bir tarihi kara leke olan Struma
Gemisi bulunuyor.
Nazi
Faşizminin başladığı dönemler genç bir profesör olan Maximilian, Yahudi olmasından
dolayı katledilmekle karşı karşıya kalan Nadia’ya âşık olur ve evlenirler.
Kendi halkının yaptığı eziyetlere tahammül edemeyen Maximilian eşini de korumak
adına Almanya’yı terk etme kararı alır. Almanya’dan kaçıp Paris’e yerleşmek
için bindikleri trende Nadia Yahudi olduğu için alıkonulur. Sonrası kamplar. Uzun
ayrılık dönemleri… İki aşığın birbirine ulaşma mücadelesi… Max’ın büyük
çabaları, nüfuslu insanlarla kurduğu iletişimler sonrası Nadia için çıkarılan
İngiliz pasaportu ile Nadia Struma gemisine bindirilir. Tekrar birbirlerine
kavuşacakları heyecanı içerisindeki çift için bu gemi kavuşma ümidinin sonu
olacaktır. Struma gemisi Şile sahili açıklarına yaklaştığında bir süre burada
kalır, kıyıdan görülebilecek uzaklıktadır. İçeride ki yolcular sersefil haldedir.
Max Nadia yı gemiden çıkarabilmek için çaresizce mücadele verir. Sahilden
gemide olup biteni izlerken, en sonunda Nadia’yı geminin güvertesinde görür. Bu
eşini son görüşü olacaktır. Struma gemisi içindeki 769 yolcu ile birlikte batırılır.
Dipnot: II. Dünya Savaşı
sırasında Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin'e götürmek üzere Romanya'dan
yola çıkan Struma gemisi İstanbul açıklarında Ş-213 Sovyet denizaltısı
tarafından batırılmıştır. İktidarların kendi çıkarları uğruna ne denli acımasız
olabileceklerinin bir göstergesi olmuştur.
"Hiçbir iktidar
masum değildir. Bütün iktidarlar öyle ya da böyle, birinin katilidir…"
Max
olayın yıldönümü olan 24 Şubat günü Şile sahiline gelir ve onun için
bestelediği ‘Serenade für Nadia’yı kemanıyla çalmaya başlar. Tek isteği
Nadia’sına tekrar kavuşmaktır. İçindeki sevgi ve hasret ile yıllarca yanıp küle
dönen bu adam en sonunda küllerini Nadia’sı ile buluşturacaktır.
Sizlerle yine kitapta
yer alan ve ekilendiğim bir küçük anlatıyı da paylaşmak isterim. Mardinli İlyas-ı
Habır Hikâyesi:
İlyas
Roma'da çalışan akrabalarını ziyarete gitmiş. Roma'da gezerken, bir gün yolu bir
parka düşmüş. Orada çiçekler, ağaçlar, göller arasında gezmeye başlayınca
gözüne birtakım süslü mezarlar çarpmış. Ama mermerlerin üzerindeki yazıyı görünce
çok şaşırmış. Çünkü kiminin üstünde 21 gün, kiminin 34 gün, kiminin 17 gün
yaşadıkları yazılıymış. Mezarların boyları da bebek mezarı olamayacak kadar
uzunmuş. Bu işe hayret etmiş, bir anlam verememiş. İtalyancası olmadığı için
parkın bekçisine de soramamış. Bir tatil günü akrabalarıyla gitmişler, parkta
bekçiyi bulmuşlar, ona mezarlarda yazılı günlerin sırrını sormuşlar.
Bekçi;
“Burası özel bir mezarlıktır.” demiş. “Buraya gömülen insanlar mezar taşlarının
üstüne gerçek yaşlarına değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. Kimi
21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçen çıkmadı daha.”
İlyas
bir süre sonra Mardin'e dönmüş. Uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün
hastalanmış. Ölüm döşeğinde oğullarına demiş ki:
“Size
bir vasiyetim var. Mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız: ‘İlyas-ı Habır bitti
/ Anasından doğru kabre gitti.’" (kısaltılmış)
Son
nefesimizi vereceğimiz gün geldiğinde, bu minvalde düşünürsek, bizim de
kabrimizde yazan sayı umarım yaşadığımız gün sayısına yakın olur. Gerçek
anlamda mutlu olduğunuz günlerin gittikçe çoğalması dileğiyle…
KİTAPTAN
ALINTILAR
“İnsan
ancak yapabileceğini isterdi. İstemek kavramı, dilemekten ve hayallere
dalmaktan farklı bir şeydi. Bedelini göze almak, gereğini yapmakla ilgili bir
şeydi.”
"-
Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman
üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!
-
Peki, sen ne görüyorsun bakalım?
-
İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."
“Bu
dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki
iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kiminin ki
aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi ! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp
küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama !”
“Evet
coğrafya bir kaderdi ama tarih de kaderdi.”
“İnsanların
kendi milletini veya kendi inancını diğerlerinden daha üstün görmesi, ne
korkunç olaylara, ne büyük acılara neden oluyordu bu dünyada!”
“Doğrudur;
kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz
kadar hiç kimseden çekmedik.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder