17 Aralık 2022 Cumartesi

SERENAD


 











KÜNYE

Kitap Adı: Serenad

Yazarı: Zülfü Livaneli

Basım: Doğan Kitap- 381. Baskı- 2021

Sayfa:  481

Tür:  Roman, Dram


İNCELEME:

Zülfü Livaneli'nin en başarılı eserlerinden biri olarak görülen Serenad, tarihi gerçek olaylar ile bir aşk hikâyesini birlikte harmanlayan, oldukça duygu yüklü ve sürükleyici bir roman.

“Her şey 2001 yılının Şubat ayında, soğuk bir günde, İstanbul Üniversitesinde Halkla İlişkiler görevini yürüten 36 yaşındaki Maya Duran’ın ABD’den gelen 87 yaşındaki Alman asıllı profesör Maximilian Wagner’ı karşılamasıyla başlar.

1930’lu yıllarda İstanbul üniversitesinde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece katları yavaş yavaş açılan bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.” (Tanıtım bülteninden)

Maya Duran kendisini de içine alan,  3 ayrı kadının hikâyesini öğrenir ve onların hikâyelerini anlatmaya karar verir. "Onların başına gelenleri anlatmaya karar verdim. Çünkü ancak hikâyesi anlatılan insanlar var oluyordu." Ayşe, Mari ve Nadia’nın hikâyeleri kitapta birlikte yer alsa da kesinlikle içimizi düğüm düğüm eden ve kitaba adını veren ana öykümüz Nadia ve Maximilian’ın hikâyesi.

Serenad 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, Nazi Faşizmi, Yahudi Soykırımı, Mavi Alay, Kürt ve Ermeni sorunları, 2.Dünya Savaşı gibi bazı tarihsel konulara da değinerek kurgu ile gerçekliği harmanlayan oldukça dokunaklı bir hikâye sunuyor. Olay örgüsünün temasında ise neredeyse herkesin bildiği Yahudi Soykırımı ile belki birçok kişinin bilgisinin olmadığı bir tarihi kara leke olan Struma Gemisi bulunuyor.

Nazi Faşizminin başladığı dönemler genç bir profesör olan Maximilian, Yahudi olmasından dolayı katledilmekle karşı karşıya kalan Nadia’ya âşık olur ve evlenirler. Kendi halkının yaptığı eziyetlere tahammül edemeyen Maximilian eşini de korumak adına Almanya’yı terk etme kararı alır. Almanya’dan kaçıp Paris’e yerleşmek için bindikleri trende Nadia Yahudi olduğu için alıkonulur. Sonrası kamplar. Uzun ayrılık dönemleri… İki aşığın birbirine ulaşma mücadelesi… Max’ın büyük çabaları, nüfuslu insanlarla kurduğu iletişimler sonrası Nadia için çıkarılan İngiliz pasaportu ile Nadia Struma gemisine bindirilir. Tekrar birbirlerine kavuşacakları heyecanı içerisindeki çift için bu gemi kavuşma ümidinin sonu olacaktır. Struma gemisi Şile sahili açıklarına yaklaştığında bir süre burada kalır, kıyıdan görülebilecek uzaklıktadır. İçeride ki yolcular sersefil haldedir. Max Nadia yı gemiden çıkarabilmek için çaresizce mücadele verir. Sahilden gemide olup biteni izlerken, en sonunda Nadia’yı geminin güvertesinde görür. Bu eşini son görüşü olacaktır. Struma gemisi içindeki 769 yolcu ile birlikte batırılır.

Dipnot: II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin'e götürmek üzere Romanya'dan yola çıkan Struma gemisi İstanbul açıklarında Ş-213 Sovyet denizaltısı tarafından batırılmıştır. İktidarların kendi çıkarları uğruna ne denli acımasız olabileceklerinin bir göstergesi olmuştur.

"Hiçbir iktidar masum değildir. Bütün iktidarlar öyle ya da böyle, birinin katilidir…"

Max olayın yıldönümü olan 24 Şubat günü Şile sahiline gelir ve onun için bestelediği ‘Serenade für Nadia’yı kemanıyla çalmaya başlar. Tek isteği Nadia’sına tekrar kavuşmaktır. İçindeki sevgi ve hasret ile yıllarca yanıp küle dönen bu adam en sonunda küllerini Nadia’sı ile buluşturacaktır.

 

Sizlerle yine kitapta yer alan ve ekilendiğim bir küçük anlatıyı da paylaşmak isterim. Mardinli İlyas-ı Habır Hikâyesi:

İlyas Roma'da çalışan akrabalarını ziyarete gitmiş. Roma'da gezerken, bir gün yolu bir parka düşmüş. Orada çiçekler, ağaçlar, göller arasında gezmeye başlayınca gözüne birtakım süslü mezarlar çarpmış. Ama mermerlerin üzerindeki yazıyı görünce çok şaşırmış. Çünkü kiminin üstünde 21 gün, kiminin 34 gün, kiminin 17 gün yaşadıkları yazılıymış. Mezarların boyları da bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş. Bu işe hayret etmiş, bir anlam verememiş. İtalyancası olmadığı için parkın bekçisine de soramamış. Bir tatil günü akrabalarıyla gitmişler, parkta bekçiyi bulmuşlar, ona mezarlarda yazılı günlerin sırrını sormuşlar.

Bekçi; “Burası özel bir mezarlıktır.” demiş. “Buraya gömülen insanlar mezar taşlarının üstüne gerçek yaşlarına değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. Kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçen çıkmadı daha.”

İlyas bir süre sonra Mardin'e dönmüş. Uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün hastalanmış. Ölüm döşeğinde oğullarına demiş ki:

“Size bir vasiyetim var. Mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız: ‘İlyas-ı Habır bitti / Anasından doğru kabre gitti.’" (kısaltılmış)

 

Son nefesimizi vereceğimiz gün geldiğinde, bu minvalde düşünürsek, bizim de kabrimizde yazan sayı umarım yaşadığımız gün sayısına yakın olur. Gerçek anlamda mutlu olduğunuz günlerin gittikçe çoğalması dileğiyle…

 

KİTAPTAN ALINTILAR

 

“İnsan ancak yapabileceğini isterdi. İstemek kavramı, dilemekten ve hayallere dalmaktan farklı bir şeydi. Bedelini göze almak, gereğini yapmakla ilgili bir şeydi.”

 

"- Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!

- Peki, sen ne görüyorsun bakalım?

- İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."

 

“Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kiminin ki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi ! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama !”

 

“Evet coğrafya bir kaderdi ama tarih de kaderdi.”

 

“İnsanların kendi milletini veya kendi inancını diğerlerinden daha üstün görmesi, ne korkunç olaylara, ne büyük acılara neden oluyordu bu dünyada!”

 

“Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder