28 Mart 2023 Salı

TANRILAR OKULU


 











KÜNYE

Kitap Adı: Tanrılar Okulu

Yazarı: Stefano Elio D’Anna

Basım: Alteo Yayıncılık- 7.Basım- 2004

Sayfa: 370

Tür: Roman, Kişisel Gelişim


İNCELEME:

Stefano Elio D’Anna tarafından yazılan Tanrılar Okulu isimli kitabı çok tavsiye edilen bir kitap olması nedeniyle merak ediyordum. Kişisel gelişim kitaplarına mesafeli olan biri olarak daha fazla felsefi bir içerik beklediğimden, aynı zamanda kitabın adı ve kapak yazısı da dikkatimi çektiğinden edindim. Ancak sırf yarı bırakmamak adına oldukça zorlanarak okudum.

Bu kitabın seveni ve tavsiye edeni de çok ancak bana hitap etmedi maalesef. Daha gerçekçi bir yaklaşıma sahip olduğum içindir belki. Ayakları yere tam basmayan, fazla hayal dünyasında, insanı her şeyin merkezine koyan, tavsiyeleri uygulanabilir olmayan hatta birçoğu fizyolojimize uymayan, fazla abartılı ve düş gücü yüksek bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bunun yanısıra çok fazla tekrara düştüğünü, anlatılan düşüncenin sürekli farklı cümlelerle evrilip çevrilip yinelendiği için de beni çok yordu. En fazla 150 sayfada daha öz şekilde anlatılacak fikirler 450 sayfa boyunca tekrarlanmış.

Kitabın konusuna gelirsek; Mea Culpa felsefesi üzerine kurulmuş. Mea Culpa, benim hatalarım yüzünden anlamını taşıyor. Yaşadığımız her şey bizim düşüncelerimiz ve yaptıklarımız yüzünden. Olumlu ya da olumsuz tüm düşüncelerimiz yaratıcı potansiyele sahiptir ve kaderimizi belirler. Tüm dünya bizim düşlerimizden ibarettir.

Dreamer (düşleyici) diye adlandırılan bir rehberle tanışan yazar onun öğretileri ile hayatını yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Bu öğretilerle evrensel bir okul kurma görevi de alıyor ve bunun için çalışıyor.

İlk 100 sayfa ilgi çekici başlasa da sonrasında anlatılanlar hem tekrara düşmesi hem de ayağının yere basmaması sebebiyle beni yordu. İnsanı harekete geçirebilecek bilgiler de yok değil tabi. İçsel yolculuk, kendini tanıma, özüne dönme gibi konular felsefi kişisel gelişim kitapları için yeni değil zaten. Verilen faydalı bilgiler olsa da her alanda geçerli olduğunun savunulması çok doğru gelmedi. Evet düşüncelerimizi olumlu tutmak, endişeden, korkudan, kaygıdan uzak durmak enerjimizi de olumluya yönlendireceğinden hayatımızda da olumlu gelişmeler sağlayabilir. Ancak hastaysan sebebi sensin, kansersen sebebi sensin hatta eşinin dostunu hastalığının sebebi de sensin, yaşadığın felaketlerin, acıların sebebi sensin çünkü bu dünyayı senin düşüncelerin oluşturdu demek biraz tehlikeli sanki. Ya da bahsedilen oluş durumuna ulaşmak için göz kırpmadan, uyumadan, seks yapmadan, tek öğün yiyerek yaşa demek ne kadar doğru ve uygulanabilir.

Yazarın kitapta paranın değersizliğinden söz edip abisine telif için dava açmış olması ve kanser sebebiyle vefat etmiş olması da öğretilerin doğruluğu konusunda biraz ironik olmuş sanki.

Okumasaydım bir şey kaybetmezdim. Yine de siz bu tarz konulara ilgili iseniz kendiniz okuyup değerlendirin tabi.

 

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Dreamer, ‘Yoksulluk, kişinin kendi sınırlarını görememesi demektir,’ diye açıkladı... ‘yoksul olmak, kişinin hoşlanmadığı ve yapmayı seçmediği bir iş karşılığında kendi yaratıcılık hakkından vazgeçmesidir.’”

 

"Kendini yüreğinde bağışlamak, kendi varoluşunun katmanlarındaki hâlâ yırtık olan yere girmek demektir. Kapanmamış yaraları temizleyip tedavi etmek, açık hesapları ödemek demektir." "

 

“Kendini yüreğinde bağışlamak, geçmişi tüm safralarıyla birlikte değiştirecek güçtedir."

 

“Bir kişi olanlara karşı tutumunu değiştirirse, onun başına gelecek olayların niteliği de değişecektir.”

 

"Yalnızca oluştaki bir değişim, insanı özgürlükte, aydınlanmada ve mutlulukta daha yüksek düzeylere taşıyabilir."

 

“Dünya bir sonuçtur… senin ‘düşlerinin’ olduğu kadar kabuslarının da bir yansımasıdır. Cennet de olabilir, cehennem de. Nerede ve nasıl yaşamak istediğine sen karar vereceksin.”

 

"Her şey benzerini kendine çeker. Bilgelik bilgeliği çeker. Hattın diğer ucundaki kişiyi değiştirmek istiyor musun? ... Kendini değiştir!"

 

"Eğer kendinde yalnızca tek bir atomu, en ufak bir düşünceyi, alışkanlığı, tutumu, hatta sesinin perdesini gereğince dönüştürebilirsen, bu dönüşüm tüm benliğinde infilak edecek ve evrenin ebediyen değişecektir."

 

“Sen önce kral ol, krallık ardından gelecektir! (...) Sahip olmak için 'olmak' gerekir; olmak için sahip olmak değil. (...) Bir kral haline gel, sana krallık verilecektir."


GÖÇÜP GİDENLER KOLLEKSİYONCUSU


 











KÜNYE

Kitap Adı: Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu

Yazarı: Şermin Yaşar

Basım: Doğan Kitap- 57.Basım- 2019

Sayfa: 166

Tür: Öykü


İNCELEME:

“Hayat ne biriktirir bizim için?

Kırık dökük aşklar, yaşanmamışlıklar, olmamışlıklar, bir çocukluk anısına teğellenmiş hüzünler, aşkın sonsuz bekleyişleri, ayrılıklar, kentler, köyler, yollar, rüzgarlar, gündoğumları, biraz keder, biraz da neşeyle çatılmış evler...

Hayat bizim için saklamaya hazır olduklarımızı, bize yakışanları, ihtiyacımız olanları ve bizi büyütecekleri, bizi biz edecekleri biriktirir.

Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu gidenler için bir ağıt, kalanlar içinse bir şiir, biriktirilmiş insan öyküleri…” (Arka Kapaktan)

Şermin Yaşar ın sıcacık ve zarif dilinden 19 adet öykünün yer aldığı kitap bir türküden alıntı ile başlıyor.

"Sırlarımı söyledim dağlara dumanlara

Ben yazarken ağladım, okurken de sen ağla."

Bazı öyküler güldürse de öykülerin genelinde bir duygusallık, bir hüzün yatıyor. Ölüm, ayrılık, yalnızlık, vefasızlık, hasret yatıyor öykülerde. Her bir hikâye öyle içten öyle samimi, karakterler öyle hayatın içinden ki kendinizden mutlaka bir şeyler buluyorsunuz öykülerde.

Benim en çok sevdiğim öyküler ise şunlar oldu: Geçtiğimiz Kırk Gün, Kimlikte Nurşen, Fehime Halamı Kaybedip Tekrar Bulduğumuz Gün, Ömer, Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu, Son Attığın Kartopunun İçine Taş Sakladığını Bilmiyordum.

Geçtiğimiz Kırk Gün’den ayrıca bahsetmek istiyorum. Yazarı sosyal medyadan takip edenler bilir. Şermin Yaşar’ın 2.eşi doktor Nedim Arda evlendikten 3 ay sonra kalp krizi geçirip vefat etmişti. Yazar yaşadığı süreci eşinin anısına öyle gerçek anlatmış ki okurken yüreğim yandı. Öyküden bir serzeniş paylaşmak istiyorum:

"Dediler ki sevdiğin ölünce kalbinde kırk mum yanar, her gün biri söner. Kırkıncı gün hepsi söner, biri bekler. O tek mum ebediyen yanar, acını o tek mum tutar. Ben buna inandım. Hayalimde otuz dokuz mum söndürdüm her gece üfleyerek, içimdeki cılız nefeslerle. Göğsümdeki sızı hafifler, kalbim tekrar toplanır, ciğerime derin bir nefes girer diye kırk gün bekledim. Geçtiğimiz kırk gün bu günü bekledim. Sabah uyandım, kendimi yokladım. Öğlen tekrar baktım. Kırkıncı ikindiyi beklerken kırkikindi yağmurları boşaldı gözlerimden. Gecesini bekledim ve de gece yarısını. Hiçbir şey olmadı yalanınız batsın dedim. İçimde tek bir mum kalacaktı hani, peki ne bu yürekteki bin dönümlük orman yangını?"

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“O gün yutamadığım, boğazıma takılan, kursağımda kalan o şeyin ‘hevesim’ olduğunu yıllar sonra anlıyorum.”

 

"Morg neden tek heceli bir kelime, o gün anladım. İki heceli olsa çıkmaz insanın ağzından. Bir kerede söylüyorsun, boğazına takılıyor, sonunu duymuyorsun."

 

“Görünmez bir defter vardır babaların elinde, başkalarının sözüyle kapandığı çok olmuştur.”

 

“İntikam; taş atana taş atmak değil, taş atanı unutmak, atılan taşı saklamaktı benim dünyamda.”

 

“İnsan nasıl ki rüyalarından kendisi uyanamıyorsa, rüyadaymış gibi yaşadığı gerçeklikten de kendisi uyanamıyor.”

 

“Bu zamanla geçer dediğiniz zaman, takribi ne zaman ey insanlar?”

 

“Anlıyordum ki, fakirlik ve ucuzluk aynı şey; biri insana, biri eşyaya mahsus; ikisi de sevilmiyor, ikisinde de tüm samimiyetine rağmen değersizleşiyorsun.

 

"Hayatım boyunca bütün ‘ölümü öp'leri annem demiş, öpülmek için ölmekse babama düşmüştü."


ABELARD VE HELOİSE


 











KÜNYE

Kitap Adı: Abelard ve Heloise

Yazarı: Ronald Duncan

Basım: Helikopter Yayınları - 5.Basım- 2021

Sayfa: 70

Tür: Mektup, Tiyatro


İNCELEME:

Abelard ve Heloise’in etkileyici aşk öyküsünden geriye kalan mektuplar.

Abelard dönemi için oldukça önemli bir din bilimci, düşünür ve ozan. Heloise ise yaşadığı dönemin kadınlarında pek de rastlanmayan bir kültüre, eğitime, toplumsal bilince ve duyarlılığa sahip bir kadın. Bu iki âşık da yaşadıkları dönem için önemli isimler aslında.

12. yüzyıl Fransasında geçiyor bu aşk öyküsü. Yine aşkları yüzünden acı çeken, engelleri aşamayıp hüzünlü bir ayrılığa mahkûm kalan iki âşık.

Aslı latince olarak yazılmış bu mektuplar 16.yy.dan itibaren çeşitli dillere çevrilmiş. Ronald Duncan ise Abelard ve Heloise arasındaki yazışmaları İngilizce olarak okumuş ve sahnelenmek üzere bir oyun tarzında yeniden kaleme almış. Acıklı ve etkileyici bir aşk hikayesini şiirsel bir dil kullanarak pekiştirip okuyucu ile buluşturmuş. Gerçek hikayede Abelard’ın 4, Heloise’in ise 3 mektubu bulunurken Duncan bu sayıyı 12 mektuba çıkarıyor.

Heloise, Abelard’ın öğrencisidir. Ders verdiği sırada Abelard Heloise’e aşık olur ve aşkı da karşılık bulur. Ancak Heloise’in vasisi olan dayısı karşı çıkar. Abelard’ın hadım edilmesine kadar gider bu süreç. Abelard utanç ve ızdırap ile kendini soyutlar. Heloise ise bir manastırda rahibeliğe başlar. Bir daha hiç görüşmeyen aşıkların birbirlerine yazdıkları duygu yüklü mektuplar aşkın bedenlerden çok daha öte ve bu denli güçlü yaşanabileceğini göstermesi ile de aşka farklı bir pencereden bakmayı sağlarken, anlatımın şiirselliği ile de duygusal olarak okuyucuyu etkisi altına alıyor.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Küçücük bir kuş gibiyim.

Havam sensin, es üstüme.

Küçücük bir balık gibiyim.

Suyum sensin, ak üstüme.

Suskunluğun çöl olur bana.

Suskunluğunda boğulurum.”

 

“Ondan mahrum kalmadan anlamıyoruz sevginin kıymetini...”

 

“Hatıralar kimseye aktarılamıyor maalesef.”

 

“Elin... Elin değmiş bu mektuba. (...) Aşık olduğum elin. O aşka susamışım.”

 

“Sanki duygularımız dizginlenip denetlenebilir şeylermiş gibi yazmışsın; neden? Dizginleyebilseydik, duygu denmezdi onlara, düşünce denirdi.”

 

“Çünkü sevmek dediğin aşk oyunlarıyla olmaz.

Şiir yazarak olur, çiçek toplayarak olur.”

 

“Umarım öldüğünde yanıma gömülmek istersin.

Toprağa karışmış kollarım uzanır, kucaklar seni.”


25 Mart 2023 Cumartesi

YAŞAMAK


 










KÜNYE

Kitap Adı: Yaşamak

Yazarı: Yu Hua

Basım: Jaguar Kitap- 18.Baskı- 2021

Sayfa: 205

Tür: Roman, Dram


İNCELEME:

Yıllar sonra yaşlı Fugui, yaşlı öküzü Fugui ile tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayat hikâyesini anlatır. Biz de böylece şımarık, sorumsuz bir gencin yaşadığı tecrübeler ve çektiği acılarla birlikte yoğrularak olgunlaşmasını, ailece verdikleri yaşam mücadelelerini okuyoruz.

Kitapta geçen “Sabanın toprakta bıraktığı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar.” sözünden geliyor kitap kapağındaki 6 çizgi. Fugui üzerinden 6 ayrı yaşam hikâyesi. Adı Yaşamak olan ancak çok fazla ölüm acısı barındıran bir kitap. En nihayetinde ölüm de yaşam serüveninin bir parçası değil mi?.

Genç Fugui babası, annesi, karısı Jiazhen ve kızı Fengxia ile birlikte kırsalda yaşamaktadır. Kayınpederi bölgenin zengin insanlarındandır. Kendi ailesi de oldukça varlıklıdır. Ancak genç Fugui serserilik yapmakta, vaktini genelevlerde fahişelerle geçirmektedir. Üzerine bir de kumar düşkünlüğü eklenir. Kaybettikçe kaybeder ve ailesinin tüm mal varlığını yitirir. Evi, tarlaları, çalışanları bir bir elinden alınır Xhu ailesinin. Babası bu acıya dayanamaz. Bundan sonra onları sefil bir hayat beklemektedir. Karısı hamile, annesi ise ağır hastadır. Fugui ise bu sefalet içinde bir de askere alınır. Uzun yıllar askerde verdiği yaşam mücadelesi üzerine asker dönüşü sefalet içindeki ailesini ayakta tutmaya çalışır. Küçük oğlu Youqing doğmuştur. Ancak kızı geçirdiği bir hastalık nedeniyle konuşma yetisini kaybetmiştir. Yıllarca verilen mücadeleler sonrası hayatlarına giren damatları Erxi yüzlerini güldürür. Torunları Kugan’ın gelişi ise hem acıyı hem umudu beraberinde taşıyacaktır artık yaşlı Fugui için.

Doğumlar, ölümler, umutlar ve umutsuzluklar… Yaşamın içindeki her şey… Acılar, sevinçler, mutluluklar, mutsuzluklar… Ve bir büyüme, olgunlaşma, ders alma öyküsü.

Yüzümde gülümseme oluştururken biraz da yüreğimi burkan bir nüanstan bahsetmek istiyorum. Tek öküzü ile tarlayı süren yaşlı Fugui, öküzü kendini yalnız hissetmesin, tek başına çalıştığını düşünmesin diye başka öküzler de varmış ve çalışıyormuş gibi konuşur. Hayali her öküzüne bir aile üyesinin ismi ile seslenir. “Bugün Youqing ve Erxi bir dönüm toprağın tamamını ekti. Jiazhan ve Fengxia da neredeyse yüzde yetmişlik, seksenlik bir bölümü halletti. Minik Kugen bile tek başına yarım dönüm toprağı ekti. Peki ya sen?” Belki de yalnızlığını hissettirmemeye çalıştığı kendisinden başkası değildir, kim bilir?

Yalın ve akıcı bir dille anlatılan roman içinde taşıdığı yönetim sistemi eleştirileri nedeniyle yayımlandığı yıllarda ülkesinde yasaklanmış. Sonrasında ise Çin Edebiyatı için bir modern klasiğe dönmüş. Severek ve duygulanarak okudum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Bu tavuklar büyüyünce kaz olacak, o kazlar büyüyüp kuzu olacak. Kuzular büyüyünce öküz olacak ve biz yine zengin olacağız!"

 

"yaşamın her şeyi kapsaması gibi, yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri, mutsuzlukları ve umutlarıyla."

 

"İnsan mutlu olduğu sürece, fakirlik utanılacak bir şey değildir."

 

"Kendi kendime dedim ki: 'Yaşamaya devam etmek zorundasın!'"

 

"Umudumuzu yitirirsek nasıl yaşardık?"

 

"İnsanların unutmaması gereken dört kural vardır: Yanlış söz söyleme, yanlış yatakta uyuma, yanlış eşikten girme, elini yanlış cebe atma."

 

"İnsanlar yaşlandıklarında böyle oluyorlar; alışık oldukları yeri terk etmek istemiyorlar."

 

"Geceleri yatağa uzanır ama uyuyamazdım. Nefret edecek bir sürü şey gelirdi aklıma, ama sonunda yine kendimden nefret ederdim. Geceleri çok düşünmekten gündüzleri başım ağrırdı."

 

"Tüm insanlar aynıdır: Kendileri bir başkasının cebinden alırken yüzleri aydınlanır, gülümserler, ama kaybetme sırası onlara geldiğinde yastaymış gibi ağlarlar."

ANNE KAFAMDA BİT VAR

 












KÜNYE

Kitap Adı: Anne Kafamda Bit Var- 12 Eylül Anıları

Yazarı: Tarık Akan

Basım: Can Yayınları- .Basım- 2019

Sayfa:  149

Tür: Roman-Anı


İNCELEME:

Sinema sanatçısı Tarık Akan, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından, 1981 başlarında Almanya’da yaptığı bir konuşma nedeniyle yurda dönüşünde hemen tutuklanır. Tutuklanma nedeni sağ görüşlü bir gazetenin manşete çıkardığı yanlı ve yalan haberdir. Böylece uzun bir yargılanma süreci başlar. Siyasi şube, sorgulamalar, itilip kakılmalar, aşağılanmalar, soğuk hücreler, bitli fareli koğuşlar, sağcılar, solcular, devrimciler, idamlıklar…

Uzun zaman sonra aklanıp serbest kalan Tarık Akan, ardan yıllar geçse de o günlerin baskılarını ve acılarını unutamaz ve yaşadıklarını kaleme alır. Bu kitap o zorlu günlerin anılarıdır.

Kitao aynı zamanda dönemin önemli yönetmenleri olan Atıf Yılmaz, Şerif Gören, Zeki Ökten’den ve daha tanınmış pek çok kişi ve olayla ilgili de anılar barındırıyor. Yılmaz Güney cezaevindeyken gizli saklı çekilen Yol filminin de serüveni sayfalar arasında okuyucuya anlatılmış.

Dönemin zorluklarını ve yaşanan acıları tüm samimiyeti ile kâğıda dökmüş Tarık Akan. Yaşadıklarını, hissettiklerini, sağlam durmaya çalışarak verdiği mücadeleyi okurken ben çok etkilendim. Okumanızı öneririm.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ürpermiştim. Aklımdan peş peşe ve hızla binlerce şey geçiyordu; ne düşüneceğimi, nasıl davranacağımı kestiremiyordum. Korkumu, heyecanımı bir yana koysam bile bütün bu olup bitenleri kendime konduramıyordum. Burada böyle çaresizce oturmayı hazmedemiyordum. Kişiliğimle, onurumla oynanıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum."

 

'Tutuksuz yargılanmasına' diyordu savcı. O an heyecanım, telaşım bitti. Duygularım tükendi. Her şeyim bitti. Kendimi çuval gibi hissettim. Sevinemedim bile.

 

“Müdür, ‘Bak Tarık, bize yalan söyleme… Seni ezeriz!’ dedi. İşte bu ‘ezeriz’ sözü dokundu. İçime oturdu. Sinek miydim ben? Soruyu yanıtlamadım.”

 

“Herkes birbirinin yaşamından habersiz, bir yol tutturmuş gidiyordu, kimse kimsenin umurunda değildi; kimse böyle bir çaba içinde de değildi. Derin bir nefret duydum.”

 

“Üç gün evden çıkamadım. Üç gün de her fırsatta, günde dört beş kez annemin önüne çömeldim, dizlerine yaslandım, birlikte kafamda bit aradık. Ne bit bulduk ne sirke.”

24 Mart 2023 Cuma

BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Bir İdam Mahkûmunun Son Günü

Yazarı: Victor Hugo

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - 23. Basım- 2020

Sayfa: 88

Tür:  Roman


KİTABIN KONUSU

İdam cezasına yönelik fikirleriniz nedir?  Sizce bir suçun karşılığı ölüm olmalı mıdır? Suçlu da olsa bir kişinin hayatını elinden almaya hükmümüz olmalı mı? Belki sorulabilecek diğer bir soru ise: Geri dönüşü olmayan bu cezayı tereddütsüz verebilecek adil bir yargılama sistemine sahip miyiz?

Bu konudaki fikirlerinizi tekrar gözden geçirmeye çağıran bir kitap okumak ister misiniz? 

Victor Hugo gençlik yıllarında, Fransa da bir meydandan geçerken giyotinle gerçekleştirilen bir idam olayına denk gelir. Halkın idam cezasını izlerken bir bayram havasındaymışçasına eğlenmelerine tanık olur. Ölüm karşısındaki bu coşkulu heyecana anlam veremez. İnfaz gerçekleştiğinde halkın alkış ve ıslıklarla bunu kutlamaları ise yazarı ürkütür. Bu deneyimden sonra amacı ülkede idam cezasının kalkmasına yönelik farkındalık yaratmak olur ve bu romanı hazırlar. 1829 da yayınlanan roman çok büyük tepki çeker ve yasaklanması istenir. Ancak Hugo aydınlardan destek görür. İdam cezasının ülkede 1981 yılında kaldırılmasında Hugo’nun etkisi çok büyüktür.

Yazar 30 sayfalık önsözünde dönemin hukuk ve adalet sistemine, toplumsal yapısına, siyasi olayları ve uygulanan idam cezasına yönelik bilgiler paylaşıyor. Bu da okurken dönemi daha iyi anlamanıza yardımcı oluyor. Hugo idam karşıtıydı ve idam cezası yerine suçluların rehabilite edilmelerini savunuyordu ki yazar önsözde idam cezasına yönelik kendi görüşlerini ve eleştirilerini de açıklıkla belirtmiş. Dönem içinde yaşanan idam infazlarına yönelik yaptığı anlatımlar gerçekten içinizin kaldırmayacağı hassasiyette. Yaşanan vahşetin nasıl normalleşmiş olduğuna akıl sır erdiremiyorsunuz.

Romanın hikâyesine gelirsek idam cezası aldığını öğrenen bir mahkûmun, idam edilene kadar ki 6 haftalık süreçte aşama aşama yaşadıklarını, düşündüklerini ve duygu dünyasını ele alıyor yazar. Ölüm korkusu ile baş etmeye çalışan bir adamın ruhsal durumuna yakından tanık oluyoruz. Mahkûmun suçunu net bilmemekle birlikte bir cinayet işlediğini anlıyoruz anlatımdan. Bu zaman boyunca taşıdığı idam cezasının hafifletilmesi umudunun da yıkılmasıyla kaderine boyun eğiyor. Tek düşündüğü ise küçük kızı oluyor. Mahkûmun kızı ile son görüşmesi ise boğazı düğüm düğüm ediyor.

Yazar anlatım tarzıyla okuyucuyu tamamen hikâyenin atmosferine sokuyor. Mahkûm ile okuyucu arasında empatik bir bağ kuruyor. Kendinizi mahkûmun kimliğinde tüm olayı yaşarken buluyorsunuz.

Girişte sorduğum soruların herkes için bir cevabı var elbette. Hümanist bir yaklaşımda bile bulunsak maktul tarafında olduğumuzda tüm dengelerin değişebileceği çok hassas bir konu. Yine de idam cezasına yönelik tüm fikirlerinizi ve duygularınızı tekrar sorgulatacak, iz bırakacak nitelikte bir eser. Okumanızı öneriyorum.

 

KİTAPTAN ALINTILAR

 “İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûmdurlar.”

 

“Ölüm kararı verilene kadar, soluk aldığımı, hareket ettiğimi, diğer insanlarla aynı ortamda yaşadığımı hissetmiştim; şimdi dünyayla aramda bir sınır olduğunu kesin bir şekilde kavrıyordum. Hiçbir şey bana önceki gibi görünmüyordu.”

 

"Ne yazık! Dünyada sadece tek bir varlığı sevmek, onu bütün kalbiyle sevmek ve konuşurken, sizi tanımadığını fark etmek! Sadece onun tesellisine ihtiyaç duymak ve bunu yapması gerektiğinden habersiz olan tek kişi olduğunu anlamak!

....

Demek yaşamak istediğim tek yer olan o hafızadan şimdiden silindim! Nasıl olur? Demek şimdiden baba değilim!

...

Artık gelip beni götürebilirler, hiçbir şey umurumda değil; yüreğimdeki son tel de koptu."

 

“Ne yazık! Ölüm ruhumuzu ne hale getirecek? Onu nasıl şekillendirecek? Ondan ne alıp ne verecek? Onu nereye yerleştirecek? Bazen dünyaya bakıp ağlaması için etten gözler bahşedecek mi?”

 

"Bir kadın bazen vicdan demektir.”

 

“İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır.”


DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU


 











KÜNYE

Kitap Adı: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Yazarı: Peyami Safa

Basım: Ötüken Yayıncılık- 106.Basım- 2021

Sayfa: 112

Tür: Roman


İNCELEME:

Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli eseri Türk edebiyatında "insan ruhunun derinliklerinde ve labirentlerinde dolaşan ilk roman" olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Tanpınar da bu eseri ‘acının ve ızdırabın yegâne kitabı’ olarak tanımlamıştır.

Roman ayrıca otobiyografik öğeler taşıyor. Peyami Safa’nın da gençliğinde sağ kolunda kemik veremi hastalığıyla mücadele etmiş olması ve roman kahramanımızın isminin olmayışı da yazarın kendi hayatından izler taşıdığını gösteriyor.

Kitap 7 yaşından beri bacağındaki eklem tüberkülozu nedeniyle çocukluğunu yaşayamayan, 15 yaşına geldiğinde ise hastalığı iyice şiddetlenen bir gencin iç dünyasına ışık tutuyor. Bu genç iki kere ameliyat olmuştur. Doktorun önerilerine ise uyabilecek maddi imkânları yoktur. Daha iyi bakım için akrabaları olan bir Paşa’nın daveti üzerine onların konağında bir süre misafir olur. Burada daha iyi şartlarda bakılsa da doktorunun koltuk değneği kullanması gerektiği uyarısını çok dinlemez. Bu sırada Paşa’nın kızı Nükhet’e aşık olur. Nükhet ise ailesinin isteğiyle doktor Ragıp ile nişanlanır.

Hem dikkatsizliği hem de yaşadığı aşk acısı ile durumu ciddileşir, tekrar ameliyat olacaktır ancak bacağını kaybetme riski vardır. Hemen hastaneye yatırılır.

Çektiği fiziksel acılar, aşk acısı, umutları, umutsuzluğu, yalnızlığı ve korkuları öyle derin ve etkili betimlenmiş ve okuyucuya aktarılıyor ki içinizin ezildiğini hissediyorsunuz. Hastanın psikolojisi çok başarılı şekilde yansıtılmış.

Daha çocuk yaşında çektiği acıyı annesine yansıtmamak için hastaneye yalnız giderken hastane bahçesinde kurduğu şu cümle yaşamını özetler nitelikte.

"Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürüdüm."

Ayrıca yazar unuttuğumuz eski Türkçe kelimelerle ördüğü çok naif bir dil kullanıyor. Tabi kelime anlamları dipnot olarak sayfa sonlarında sunulmuş. Bir ara bir Yeşilçam filminde Ediz Hun konuşuyor gibi hissettim. Ben yazarın dilinden çok keyif aldım. Peyami Safa’dan okuduğum bu ilk roman kesinlikle son olmayacak.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile bunu nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile..."

 

"Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişemeyeceğinden korkuyorum. Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vadettiğim şeyleri yapmazsam utancımdan aynaya bakamayacağım."

 

"Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler."

 

"Felâketimizi başka birisiyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ızdıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür."

 

"ve içimde geriye dönmek korkusu var. Hiçbir şey hatırlamak istemiyorum."

 

"Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler."


TEHANU


 











KÜNYE

Kitap Adı: Tehanu

Yazarı: Ursula K.Le Guin

Basım: Yayıncılık- 1.Basım- 1996

Sayfa: 215

Tür: Fantastik Roman


İNCELEME:

Ursula K. Le Guin’in 6 kitaptan oluşan Yerdeniz serisinin 4. kitabı olan Tehanu, kadın teması üzerine kurgulanmış.

1.kitap büyücü Ged’in, 2.kitap Tenar’ın, 3.kitap Prens Arren (Lebannen)’in büyüme serüvenini anlatırken 4.kitap Therru ile tanıştırıyor bizi.

Bu kitapta başbüyücü Ged büyü gücünü kaybetmiş olarak karşımıza çıkıyor. Atuanın Karanlıklar Rahibesi Tenar Ged’in gidişi ile evlenmiş, çocukları olmuş, kocasını kaybetmiş ve ayakları üzerinde duran güçlü bir kadın olmuş. Prens Aren ise artık kral oluyor. Ve küçük kız Therru…

Tenar ve Tarlakuşu birlikte büyük şiddet görmüş ve ateşte yanmış küçük bir kız bulurlar. Tenar küçük kızı evlat edinir ve konuşmayan, ismini bilmediği kıza Therru (ateşte yanan) ismini verir. O sırada büyücü Ogion, ölüm döşeğinde olduğuna dair Tenar’a mesaj gönderir. Tenar, Therru’yu da alıp büyücüye koşar. Büyücü küçük kız ile tanışınca onun özel bir çocuk olduğunu söyler ve ‘ondan korkacaklar. Ona her şeyi öğret’ der.

Birgün ejderha Kalessin sırtında Ged’i getirir ancak Ged ölü gibi tepkisizdir. Kendine geldiğinde ise büyü gücünü yitirmiştir. Eskisi gibi keçi çobanlığı yapmaya başlar. Yeni bir başbüyücü seçilmelidir ancak yapılamaz. Ancak şekillendirme Ustası “Gontta Bir Kadın’ı” işaret eder.

Therru’ya zarar veren Mahir küçük kızın peşine düşer. ReAlbi Büyücüsü Aspen Tenar’a büyü yaparak dilini bağlar. Önce Kral Lebannen’in gemisine sığınarak kurtulurlar. Daha sonra ise Mahir, Tenar ve Therru’yu evlerinde tuzağa düşürmeye çalışır ancak Ged yetişir ve Kral bu kötü adamları yargılar.

Tenar komşuları olan çoban Funda, yaşlı cadı Yosun teyze ve terzi Yelpaze nin de bu süreçte desteğini görür.

Aspen pes etmez ve Ged ile Tenar’a büyü yaparak onları etkisiz hale getirir. Bu sefer onların yardımına Therru yetişecektir. Therru kadim dili kullanarak ejderha Kalessin’i çağırır ve onun yardımı ile tutsakları kurtarır. Ejderhalarla konuşabilmek özel bir yetenektir. Kalessin küçük kızı kadim adı olan Tehanu olarak çağırır.

Önceki üç kitaba göre temposu daha yavaş, dingin bir kitaptı. Biraz sıkılmadım değil. Umarım diğer iki kitap yine heyecanlı maceralar ile devam eder.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"İstediğin kadar bir taşı sula, dedi, taş büyümez."

 

"'Erkekler kadınlardan neden korkar ?' Dedi. 'Eğer bir insanın kuvveti sadece bir diğerinin zayıflığıysa, korku içinde yaşar.' dedi Ged."

 

"Bana öyle geliyor ki farklılıkların çoğunu biz uyduruyoruz, sonra da bunlar yüzünden dert yanıyoruz."

 

"Gençlik veya yaş dediğin nedir? Ben bilmiyorum. Bazen yüz yıldır yaşıyormuşum gibi hissediyorum kendimi; bazen yaşamımın, duvardaki bir çatlaktan görülen, uçan bir kırlangıç gibi olduğunu hissediyorum."

 

"Güçlülerin yaptıkları güçsüzler tarafından yargılanamazdı."

 

"Sağır bir şiddet karşısında hangi söz bir anlam ifade eder ki?"

 

"... bilgiden yoksun bir güç, tehlikelidir."

 

"Bizler kendi özgürlüklerimiz kadarız."


AĞAÇ DİKEN ADAM


 











KÜNYE

Kitap Adı: Ağaç Diken Adam

Yazarı: Jean Giono

Basım: Everest Yayınları- 1.Basım- 2021

Sayfa: 50

Tür: Hikaye


İNCELEME:

Jean Giono, Ağaç Diken Adam öyküsünü insanlara ağaç sevgisini aşılamak ve ağaç dikmeyi sevdirmek için kaleme aldığını belirtmiş sonsözde. Yazar bu düşüncenin yayılımını sağlamak için de kitabın tüm yayın haklarını serbest bırakmış ve telif hakkı almayacağını belirtmiş.

Anlatıcımız Alpler’de çıktığı bir yolculuk sırasında karşısında harap olmuş ve terkedilmiş bir köy bulur. Su ihtiyacını karşılamak için ıssız vadideki araziler ve yıkıntılar arasında dolaşırken bir çoban ile yolu kesişir. Elzeard Bouffier ona su ve yemek sağlar, sonrasında arkadaş olurlar.

Elzeard Bouffier birkaç koyunu ile bölgede yaşamaktadır. Bir yandan koyunlarını otlatırken bir yandan da tek başına yüzlerce hektarlık bir alanı tekrar ağaçlandırmak için ağaç tohumları dikmektedir. Yolcumuz bu çorak topraklarda bu tohumların yeşereceğinden ne kadar umutsuz ise Bouffier o kadar sabırlı ve kararlıdır.

Araya savaş girer ve uzun yıllar sonunda bir gün tohumların akıbetini öğrenmek için bölgeye tekrar yola koyulur yolcu. Elzeard Bouffier’ın 30 yıllık emeği sonucunda tekrar hayat bulmuş bir vadi ile karşılaşacaktır yolcumuz.

İnsanın yaptığı tahribatları doğanın aynı ölçüde cezalandırdığını biliyoruz. Bu kitap ise bize doğa ananın, insanın verdiği emeği ve değeri de fazlasıyla ödüllendirdiğini gösteriyor.

Hani derler ya dünyayı sen mi kurtaracaksın diye. Bir kişinin azmi ve emeğinin nasıl bir güzellik yaratabileceğini görüyoruz kitapta.

Bir kahve molasında bile okunabilecek bu kısacık eser, insana umut veren ve içini ısıtan bir öykü sunuyor. İçerdiği muhteşem çizimler ve verdiği mesajlarla hem yetişkin hem çocukların okuması için kesinlikle tavsiye edilir.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“…şartlar umutlanmaya bile izin vermiyordu.”

 

“İnsan yirmi yaşındayken, elli yaşındaki bir insanın artık ölmekten başka yapacak bir şeyi kalmadığını zanneder.”

 

"Kişinin eylemleri bencillikten tamamen arınmışsa, onu eyleme yönlendiren itki eşsiz bir yüce gönüllülük örneğiyse, hiçbir ödül beklemediği kesinse ve dahası yeryüzünde silinmeyecek izler bırakmışsa, işte o vakit gerçekten de, hataya yer bırakmayacak bir kesinlikle unutulmaz bir insandan bahsediyoruz demektir."

 

“Başarıyı yakalayabilmek için başarısızlığın hakkından gelmek, böyle bir tutkuyu hayata geçirebilmek için umutsuzluğu yenmek gerekir.”


7 Mart 2023 Salı

BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Bilinmeyen Adanın Öyküsü

Yazarı: Jose Saramago

Basım: Kırmızı Kedi Yayınları - e-kitap

Sayfa:  60

Tür: Hikaye


İNCELEME:

Bir gün denizle hiçbir ilgisi olmayan genç bir adam, kralın sarayının dilekler kapısını çalar. ‘Bilinmeyen Ada’ yı arayıp bulmak istediğini ve kraldan bir tekne talep ettiğini söyler. 3 gün boyunca ısrarla kapıdan ayrılmaz ve en sonunda kral onu dinler. Kral adama karavela tarzında bir tekne verir ancak mürettebatı kendisinin bulmasının gerektiğini söyler. Derken sarayın temizlik hizmetini yapan kadın yaşananlara tanık olur, bu konuşmalardan etkilenir ve genç adam ile yola çıkmaya karar verir. Böylece iki kişi olurlar ve akabinde olaylar gelişir.

Bilinmeyen bir adanın olduğuna inanılmayan bir dönemde, bilinmeyen bir ada arama cesaretine sahip bir adam ile böyle bir cesareti görüp peşinden giden bir kadının hayatlarını değiştiren bir öykü okuyoruz.

Ve birlikte yola çıkan bu genç adam ve kadın da aradıklarının aslında tam karşılarında, birbirlerinin içinde olduğunu keşfederler. Aslında bilinmeyen ada metaforu ile kendi benliğimizi arayışımız üzerinde de duruluyor.

Saramago okuyanlar bilir yazımda farklı bir tarzı vardır. Genelde kişi ismi kullanmaz, tanımlama, betimleme kullanır. Aynı zamanda noktalama işaretleri konusunda oldukça cimri davranır ve konuşma çizgisi kullanmaz. Bu nedenle okumak ve özellikle karşılıklı konuşmaları ayırt etmek biraz zorlayabiliyor. Bu nedenlerle dikkati vererek okumak gerektiğini belirtelim.

Dipnot: Ben kitabı e-kitap uygulamasından okudum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin.”

 

“Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir.”

 

"Mühim olan varış değil, gidiştir"

 

“...rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur...”

 

“İşte kader hep böyle davranır bizlere, hemen arkamızdadır, omzumuza dokunmak için elini çoktan ileri doğru uzatmıştır, bizlerde hâlâ, ‘Geçti gitti, gösteri bitti, yine aynı hikâye’ diye homurdanıp dururuz.”


SÖZLERİN AĞIRLIĞI


 










KÜNYE

Kitap Adı: Sözlerin Ağırlığı

Yazarı: Pascal Mercier

Basım: Sia Kitap-1.Basım- 2020

Sayfa: 484

Tür: Roman


İNCELEME:

Çocukluğunda amcasının evinde gördüğü Akdeniz haritasından etkilenip Akdeniz’de konuşulan tüm dilleri öğrenme tutkusuna kapılan ve sonrasında usta bir çevirmen olan Simon Leyland, ailesinden kendisine bir yayınevi miras kalan eşiyle birlikte edebiyatın önemli şehirlerinden Trieste’ye yerleşmiştir.

Eşinin ölümünden sonra yönettiği yayınevi, büyüyen iki çocuğu, çevirileri ve dostlarıyla sürdürdüğü sakin yaşantısı, geçirdiği sağlık krizi sonrasında alt üst olur. Aynı dönemde hayatını kaybeden amcasının Londra’daki evi de kendisine miras kalır.

Yaşadığı sağlık krizi ile birlikte iki farklı şehirde adeta iki farklı hayat arasında bir denge kurmaya çalışır. Leyland’ın bu sürede yaşadıkları, dostlukları ve anıları yanı sıra birtakım sorgulamalarını okuyoruz kitapta.

Çevirmenlik nedir? Nasıl yapılmalıdır? Nelere dikkat edilmelidir? Çeviri de kelime seçiminin önemi nedir? Farklı dillerdeki kelime karşılıklarının anlamı ne denli etkileyebildiği gibi bilgiler ediniyoruz hikâye ile birlikte. Tabi yaşanan kriz ile birlikte Leyland hayatını da sorguluyor.

“Bana verilen hayatı nasıl kullandım ben?”

Sonunda ise yapılan hatanın farkına varılması ben de bizim Yeşilçam filmlerinin konularını hatırlattı. Belki klişe ama ‘Yaşayacak çok az zamanınız kaldığını öğrenseniz ne yapardınız?’ sorusunu sordum bende kendime. Ben kitabı pandeminin en yoğun yaşandığı, evlere hapsolduğumuz dönemde okudum. Dışarı çıkmak yasak ya hani… Böyle bir haber almak ne denli felaket olurdu. Bu soruya verilecek cevapların hiçbirini yapamıyor olmak. Ve gerçekten ruhum sıkılmıştı.

Belki de zamanımızın ne zaman sonlanacağını bilmemektir mucize olan.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Biz insanlar standart değiliz ki, çatlaklar ve yarıklarla doluyuz, içimizde değişik düzlüklerde yaşıyoruz, onlara tırmanıyoruz, onlardan aşağı düşüyoruz.”

 

“Sarsılan bir samimiyetten daha büyük bir yabancılaşma yoktur.”

 

"Yaşadıklarımda gerçek miydim? Düşündüklerimde, söylediklerimde, hissettiklerimde ve yaptıklarımda.. (....) Mesele küçük şeyler değil, masum yalanlar, aldatmacalar ve zararsız kandırmacalar değil. Mesele büyük şeyler, önemli kararlar, anlamlı sözcükler, derinden gelip her şeyi kapsayan duygular. Ne kendimi ne de başkalarını kandırmaya çalıştığım duygusu değil. Asıl kendimi ıskaladığıma, kendi hayatının yanından geçip gittiğime dair kuşku duyuyorum. Böyle olmasaydı neyi yaşamak isteyebilirdim ya da yaşamam gerekirdi: Bunu gözümün önüne getiremiyorum"

 

“Kendimi bu kadar unutabilmiş olmam karşısında dilim tutuluyor, üstelik unuttuğumun hiç mi hiç farkında olmamışım.”

 

“Ama unutmak aynı zamanda kurtulmak da değil midir? Fazlalıklardan kurtulmak? O arada bazı şeyleri yitirsek bile, kendimizden bir şeyleri yitirsek bile?”

 

“Başkalarının beklentileri- zorbalığa dönüşebilir bunlar, bu beklentiler öyle sinsidir ki, o zorbalığı algılamayız, kötülüklerini bilinçsizliğimizin karanlık alanlarında işlerler, bu yüzden kendimizi savunamayız.”

 

“Kendimi herhangi bir yerde hissetmeden mi geçtim dünyadan- adeta salt kendi içimdeki bir ara bölmedeydim, ne de olsa insanın herhangi bir yerde bulunması gerektiğinden aldanıp kendimi kendimde sanarak. Acaba insan hep kendi içinde yalnızca ara bölmelerde mi yaşar ve asla kendine ulaşmayıp sadece ara bölmeyi mi genişletir. Acaba ben şimdide böyle bir ara bölmede miyim? Bunu düşününce ürküyorum. Kendimizle ilgili ne kadar az şey bilerek yaşıyoruz?”

 

“Diller, hayatın ezgisinin ifadeleridir, dili değiştirdiğimizde dünyada ve hayatta farklı oluruz. Ruh hali dilden dile değişir. Bu yüzden de insan ilişkilerinin her dilde farklı bir sıcaklığı vardır.”

 

“İçsel bir kale. Marcello, başkalarının bakışlarına karşı kendini içerden korumayı öğrenmeli... Bunun anlamı, onun bundan böyle içinde başkalarıyla arasına daha büyük bir mesafe koyarak yaşaması. Eskisine kıyasla başkaları için daha az, kendisi için daha çok yaşaması. İç kale. Bu iç kale daha büyük bir özgürlük anlamına da gelebilir.”


1984


 










KÜNYE

Kitap Adı: 1984

Yazarı: George Orwell

Basım: Eksik Parça Yayınları- 1.Basım- 2021

Sayfa:  389

Tür: Distopya


İNCELEME:

1949 yılında ilk kez yayınlanmış ve distopya olarak nitelendirilmiş bu kurgunun aradan geçen 74 yıllık süreçte artık ‘gerçekçi roman’ olarak değerlendirilmesinin daha yerinde olduğunu düşünüyor eleştirmenler. Okuyunca gerçekleşmesi ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu kavrıyorsunuz.

3.Dünya Savaşı yaşanmış ve sonucunda dünya üçe bölünmüştür: Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya.

Despot lider Big Brother’ın yönettiği Okyanusya yasaklar ve korkular ile sindirilmiştir. Her evde bulunan zorunlu Tele Ekran ile özel hayat ortadan kaldırılmıştır. Bu ekranlar ile aynı zamanda parti propagandası yapılmaktadır. Parti sloganı: “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür”

Sistemin insandan önemli olduğu bir dönem yaşanıyor. Sorgulamak, düşünmek, âşık olmak, yakın arkadaşlık kurmak yasak. Evlilik sadece üreme amaçlı ve parti onayı ile yapılabilmektedir. Sisteme zarar verecek her türlü duygu ve düşünce yasak. Aksi halde Düşünce Polisi tarafından yakalanıp idam ya da işkence ile cezalandırılıyorlar.

Halkın düşünce sistemini bloke etmek içim birçok uygulama yapılıyor. ‘Çiftdüşün’ sistemi ile gerçeklik duygusuna blokaj uygulanıyor. Ayrıca dil sadeleştiriliyor. Eş anlamlı ve zıt anlamlı kelimeler ile sisteme ters tüm kelimeleri kullanımdan çıkarıyorlar. Dil düşüncenin ifade edilmesidir. Haliyle bu şekilde zihni kontrol etmeyi amaçlıyorlar.

4 adet bakanlık kurulmuş:

Barış Bakanlığı: ‘Savaş barıştır. Düzeni baskı ve savaş yoluyla sağlar.

Gerçek Bakanlığı: Tarihi yalanlarla yeniden yazar.

Sevgi Bakanlığı: Nefret üretir. Sadece Big Brother sevilmelidir.

Varlık Bakanlığı: İnsanları azla yetinmeye teşvik eder.

Baş karakterimiz Winston Smith, Gerçek bakanlığında çalışmaktadır ve yaşadığı sistemden çok sıkılmıştır. Sistemi sorgulamaya başlar. Büyük Birader’in en büyük düşmanı Emmanuel Goldstein’in kurduğu örgütün bir isyan başlatacağını duyar. Aynı zamanda Julia ile de bir yasak aşk yaşarlar. Winston’ın yasak aşkı ve sisteme başkaldırısı nasıl sonuçlanacaktır?

Nefretin hüküm sürdüğü, sevgisiz, yalnız ve bencil bir toplum, düşünmenin suç olduğu baskıcı ve totaliter bir yönetim. Kasvetli, ürkütücü ve karanlık.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Düşünün. Çünkü henüz yasaklanmadı."

 

“Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.”

 

“Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir.”

 

“Özgürlük, iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilme özgürlüğüdür. İnsana bu hak tanınırsa, arkası gelir.”

 

"‘İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?’

Winston biraz düşünüp, ‘Acı çektirerek ’dedi.”

 

“Bilinçleninceye dek başkaldırmayacaklar, başkaldırmazlarsa da asla bilinçlenemeyecekler.”

 

“Bazı şeyler geri gelmiyordu, insan bir daha geriye dönemiyordu. İnsanın içinde bir şeyler ölüyor, yanıp kül oluyordu.”

 

"Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız."

 

“İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.”

 


YÜKSEK ŞATODAKİ ADAM


 










KÜNYE

Kitap Adı: Yüksek Şatodaki Adam

Yazarı: Philip K. Dick (PKD)

Basım: Alfa Kitap- 2.Basım- 2020

Sayfa: 362

Tür: Roman, Tarihi Kurgu


İNCELEME:

2. Dünya Savaşı’nı Almanya ve Japonya kazansaydı ne olurdu?

Evet kitap anlattığı hikaye ile tarihi bambaşka şekilde yeniden kurguluyor. Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’nı kaybettiği, Almanya ve Japonya’nın savaşı kazandığı yeni bir gerçeklik kurguluyor.

Bu alternatif evrende Amerika’nın batı yakasını Japonlar, doğu yakasını Almanlar yönetmeye başlar. Almanya teknolojide üst sıradadır. Mars, Venüs ve Ay’da koloni kurma çalışmalarını başlatmıştır. Japonya idaresi altındaki toprakları genişletmeye çalışır. Almanlar Akdeniz’i kurutup tarım arazisi olarak kullanır ve Afrika kıtasında soykırım yaparak siyahi halkı tamamen sindirirler. Amerika vatandaşları da ikinci sınıf insan muamelesi görmektedir.

5000 yıllık bir kehanetler kitabı bulunmaktadır: I Ching Değişimler Kitabı. Burada yazı-tura ya da çubuklar kullanılarak belirlenen çizgilerle oluşturulan 64 adet sembol (64 hexagram) ile sorulara cevap alıyorlar. Kişiler seçimlerini yaparken sürekli bu kitaba başvururlar.

Veee merak uyandıran bu hikâye burada biraz daha ilginç bir hal alıyor. Hawthorne Abendsen isimli bir yazar bir kitap yayınlıyor. Konusu ne mi? Şu an yaşadığımız asıl gerçekliği işliyor ‘Çekirge Ağır Gelecek’ isimli kitabında. Yani ‘savaşı Japonya ve Almanya kaybetseydi ne olurdu?’ konusunu işliyor ve pek tabi ki kitap Nazi Almanyası tarafından yasaklanıyor. Kitabın adı Abendsen in yaşadığı ‘Yüksek Şato’ isimli malikaneden geliyor.

Zamanın, tarihin ve gerçekliğin doğası nedir sorusunu ele alan biraz felsefe kokan bir kitap. Ben konunun gelişimini ve detaylandırılmasını biraz zayıf buldum. Sonuç da daha tatmin edici olabilirdi bana biraz yetersiz geldi açıkçası. Yine de konu ve verilenler açısından oldukça ilginç bir kitap.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Anlamadıkları şeyse insanın acizliği. Ben zayıfım, küçüğüm, evrende hiç önemim yok. Evren benim farkımda değil; görünmeden yaşıyorum. Ama bu niye kötü bir şey olsun ki? Böylesi daha iyi değil mi? Tanrılar kimi fark ederlerse yok ediyorlar. Küçük ol... Böylece yücelerin hasetinden korunursun."

 

"Bir insan tüm dünyayı ele geçirmiş, ama bu uğraşı sırasında ruhunu yitirmişse ne kazanır ki?"

 

"Bir devlet, ancak lideri kadar iyidir."

 

"Değişim, kaybeden taraf için hep zordur."

 

"Tarihin kurbanları değil vasıtaları olmak istiyorlar. Kendilerini Tanrı'nın gücüyle özdeşleştirip tanrısal olduklarına inanıyorlar. Bu onların temel deliliği. Bir arketip tarafından ele geçirilmişler; egoları psikotik bir şekilde öyle şişmiş ki, kendilerinin nerede başladığını ve tanrısallığın nerede bittiğini bilemiyorlar. Bu aşırı gurur, kibir değil; şişen egonun mutlak sınırına ulaşması... Tapan ile tapılanın birbiriyle karıştırılması. İnsan, Tanrı’yı yemedi; Tanrı, insanı yedi."

 

"Gerçek, diye düşündü. Ölüm kadar korkutucu. Ama bulması daha zor."