24 Mart 2023 Cuma

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU


 











KÜNYE

Kitap Adı: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Yazarı: Peyami Safa

Basım: Ötüken Yayıncılık- 106.Basım- 2021

Sayfa: 112

Tür: Roman


İNCELEME:

Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli eseri Türk edebiyatında "insan ruhunun derinliklerinde ve labirentlerinde dolaşan ilk roman" olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Tanpınar da bu eseri ‘acının ve ızdırabın yegâne kitabı’ olarak tanımlamıştır.

Roman ayrıca otobiyografik öğeler taşıyor. Peyami Safa’nın da gençliğinde sağ kolunda kemik veremi hastalığıyla mücadele etmiş olması ve roman kahramanımızın isminin olmayışı da yazarın kendi hayatından izler taşıdığını gösteriyor.

Kitap 7 yaşından beri bacağındaki eklem tüberkülozu nedeniyle çocukluğunu yaşayamayan, 15 yaşına geldiğinde ise hastalığı iyice şiddetlenen bir gencin iç dünyasına ışık tutuyor. Bu genç iki kere ameliyat olmuştur. Doktorun önerilerine ise uyabilecek maddi imkânları yoktur. Daha iyi bakım için akrabaları olan bir Paşa’nın daveti üzerine onların konağında bir süre misafir olur. Burada daha iyi şartlarda bakılsa da doktorunun koltuk değneği kullanması gerektiği uyarısını çok dinlemez. Bu sırada Paşa’nın kızı Nükhet’e aşık olur. Nükhet ise ailesinin isteğiyle doktor Ragıp ile nişanlanır.

Hem dikkatsizliği hem de yaşadığı aşk acısı ile durumu ciddileşir, tekrar ameliyat olacaktır ancak bacağını kaybetme riski vardır. Hemen hastaneye yatırılır.

Çektiği fiziksel acılar, aşk acısı, umutları, umutsuzluğu, yalnızlığı ve korkuları öyle derin ve etkili betimlenmiş ve okuyucuya aktarılıyor ki içinizin ezildiğini hissediyorsunuz. Hastanın psikolojisi çok başarılı şekilde yansıtılmış.

Daha çocuk yaşında çektiği acıyı annesine yansıtmamak için hastaneye yalnız giderken hastane bahçesinde kurduğu şu cümle yaşamını özetler nitelikte.

"Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürüdüm."

Ayrıca yazar unuttuğumuz eski Türkçe kelimelerle ördüğü çok naif bir dil kullanıyor. Tabi kelime anlamları dipnot olarak sayfa sonlarında sunulmuş. Bir ara bir Yeşilçam filminde Ediz Hun konuşuyor gibi hissettim. Ben yazarın dilinden çok keyif aldım. Peyami Safa’dan okuduğum bu ilk roman kesinlikle son olmayacak.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile bunu nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile..."

 

"Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişemeyeceğinden korkuyorum. Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vadettiğim şeyleri yapmazsam utancımdan aynaya bakamayacağım."

 

"Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler."

 

"Felâketimizi başka birisiyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ızdıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür."

 

"ve içimde geriye dönmek korkusu var. Hiçbir şey hatırlamak istemiyorum."

 

"Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder