18 Ağustos 2025 Pazartesi

BAZEN BAHAR

 












KÜNYE

Kitap Adı: Bazen Bahar

Yazarı: Melisa Kesmez

Basım: İletişim Yayınları– sesli kitap

Sayfa: 119

Tür: Öykü


İNCELEME:

Bazen Bahar / Melisa Kesmez

Öykülerini, üslubunu başarılı bulduğum yazardan okuduğum 3.kitap oldu Bazen Bahar. İçinde 10 adet öykü içeren, akıcı, bir günde okunabilecek bir kitap. Diğer okuduğum iki kitabına nazaran biraz daha hüzünlü ve melankolik bir havası var kitabın. Sanki kış okumalarına havası daha uygun olurmuş ancak ben her mevsim melankoli sevenlerdenim. Yazın daha enerjik kitaplar tercih ediyorsanız sizi hüzünlendirebilir ama hayal kırıklığına uğratmaz.

Yazar öykülerinde yine kadın-erkek ilişkilerini, aile bağlarını, dostluğu, doğanın kıymetini, aidiyeti, kök salamamayı, giden ya da kalan olmayı, eşyalara yüklenen anıları ve anlamları, çaresizliği, kırgınlıkları, yarım kalmışlıkları, yeniden umut edişi işlemiş ince ince. Benim en sevdiğim ve etkilendiğim öyküler; ‘Telefon Kulübesi’, ‘Bir Bahçeyi Beklemek’, ‘Çürümenin Bahçesi’ ve ‘Yılbaşı Ağacı’ oldu.

Bazen Bahar, benim için Nohut Oda’nın önüne geçti ancak favorim hala Küçük Yuvarlak Taşlar ki; biraz daha novella havasında, birbirine bağlı öyküler olmasının etkisi olabilir tabi. Öykü severlere tavsiye ederim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Sen ne kadar kaçsan da, ıskalasan da, görmezden de gelsen, kafanı kuma da gömsen, kalbine kilit de vursan, hayatın sana bir diyeceği varsa, sinsi sinsi bekliyor sırasını, yıllarca. Öyle sabırlı. Öyle fil hafızalı, öyle unutmuyor hayat. Sen sabaha kadar unuttum diye sağalt ruhunu. Gömdüm san. Defter kapanmayınca kapanmıyor.”

 

“Bir roman kahramanı mesela. Kitapta bir laf eder. Altı çizilecek cilalı cümlelerden değil ama, kendi halinde bir cümle. Bir tek sen cımbızlarsın onu kitabın kalabalığından. Sırf sana bir şey anlatır o cümle. Başka herkese susar.”

 

“Bazen gitmenin mi, yoksa kalmanın mı daha zor, daha hüzünlü, daha çekilmez olduğunu anlamamız için hayatın bize bunu bilhassa yaptığını düşünüyorum. İki seçeneğin de kurtuluş olmadığını anlamamız için.”

 

“Bir yarayı iyileştiren her şeyden önce orada bir yara olduğunu kabullenmekti. ”Bir şeyim yok, iyiyim ben’’ dedikçe insan her şeyden önce tedaviyi reddediyordu.”

  

"Hayat beni böyle köşeye sıkıştırmayı, gözümün içine baka baka çelme takmayı severdi. Hayatın unuttuğu bir şey varsa, o da bir yerden sonra daha fazla düşülmediğiydi."

 

"İnsan bazen ne yapsa günün sonunda kendiyle kalıyor."


14 Ağustos 2025 Perşembe

KATYA'NIN YAZI

 











KÜNYE

Kitap Adı: Katya’nın Yazı

Yazarı: Trevanian

Basım: E Yayınları

Sayfa: 232

Tür: Roman


İNCELEME:

Katyanın Yazı / Trevanian

Yazardan okuduğum ilk kitap Şibumi idi ve kalemine hayran olmuştum. Okumayanlar varsa tekrar öneririm. İkinci kitap olarak ise Katya’nın Yazı’nı seçtim ve kitabın kapağını şaşkınlıkla kapattım. O nasıl bir kurgu. Bir aşk romanı okuyacağımı beklerken psikolojik bir tema ile karşılaştım. Dolayısıyla çok tatmin edici bir okuma oldu benim için.

Roman genç tıp doktoru Montjean ile güzel ve aykırı Katya’nın yollarının kesişmesi ile başlıyor. Montjean, Katya’nın yardım talebi üzerine, önce kaza geçiren ikizkardeşi Paul ve sonrasında da babası ile tanışıyor. Paul kibirli ve egosu yüksek bir genç adam, Katya üzerinde oldukça korumacı bir tavrı var. Baba ise Ortaçağ tarihine takıntılı bir bilim araştırmacısı, sakin ılımlı, entelektüel, biraz aklı karışık. Monjean’ın Katya’ya hayranlığı sonrası aile evine gidip gelişleri artıyor. Aile bireyleri ile bireysel ya da birlikte yaptıkları sohbetlerle hem aileyi tanımaya çalışıyor hem de Katya’ya yakınlaşmaya. Ancak sürekli onunla didişen Paul’ün uyarılarına takılıyor. Bir yandan aile sohbetleri, bir yandan Bask toplumunun kültürünü okurken yavaş yavaş aile sırları ortaya dökülmeye, travmalar derinleşmeye ve gözler önüne serilmeye başlıyor.

Kitap sona kadar da yormadan akıcı ilerliyor. Son 50 sayfa ise nefesimi tutarak okudum desem yeridir. İçinden çıkılmaz bir aşk serüveni okurken birden psikolojik derinliği olan bir kurguya evriliyor. Kitabın sonunda ise asla tahmin edemeyeceğiniz sarsıcı bir son sizi bekliyor.

Karakterlerin analizleri ne kadar başarılı derken bir anda psikolojik bir travma ile sonrası buhran ve karakter karmaşasını betimleyen bir hikaye buldum. Özellikle benim gibi psikoloji ve ayrıca ters köşe kurgular sevenler çok sevecektir. Okuyun isterim.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"İnsanın bunu öğrenmesi, geliştirmesi gerek, Jean-Marc. İnsanın kafasını boşaltıp... neşeyi değilse bile, en azından huzuru aramayı öğrenmesi şart. Başka nasıl yaşanabilir..?"

 

“Ama cesaretin nerede bitip duygusuzluğun nerede başladığı belli değildir. Cesaretle kaygısızlığın sınır çizgisi neresiydi?”

 

“Evrende değişmez olan soğuk ve karanlıktır, ışık ve sıcaklık birer kıvılcım kadar küçük ve kısadır demişti. Aynı şekilde yalnızlık ve içe kapanma da insan hayatının değişmezleriydi. Gençlik ve aşk ise geçici şeylerdi. Değerli olmaları, çabucak bitmelerine dayanıyordu zaten. İnsanın kendini kaptırıp bu güzellikleri ebedi sanması çok kolaydı.”

 

"Adalet belki kördür ama, sosyal ağırlıklara karşı da duyarsız değildir. Fakirlere sorular sorulur, söylediklerinin kanıtları aranır, zenginlerin ise ifadeleri kayda geçer, yalnızca imla hatası yapılmamasına dikkat edilir."

 

"Çok saçma. Her çocuk kendini anasına, babasına ebediyen borçlu sanır, ama bu doğru değildir. Eğer ortada bir borç varsa, anayla baba borçludur çocuğa. Onu bu acılar, savaşlar, nefretler dünyasına getirdikleri için. Hem de bir anlık zevk uğruna."

 

25 Temmuz 2025 Cuma

NOHUT ODA

 












KÜNYE

Kitap Adı: Nohut Oda

Yazarı: Melisa Kesmez

Basım: İletişim Yayınları– sesli kitap

Sayfa: 108

Tür: Öykü


İNCELEME:

Nohut Oda / Melisa Kesmez

Yazar önsöz olarak Gaston Bachelard’ın ”Yaşamın ilk çabası kabuk oluşturmaktır” sözünü paylaşmış okuyucusuyla. Sonra da ithafını eklemiş;

‘Kendini bildi bileli kabuğunu arayanlara…’

Haliyle kitabın ana temasında bir aidiyet arayışı var. Gidenler, gidenlerin geride bıraktığı eşyalar, kediler, anılar, kalanlar… Ayrılıklar, tükenmişlikler, terk edişler, yas... Gidenlerin ardında kalanların duygu durumları, yüzleşmeleri, yalnızlıkları, hayata tutunma yolları, tekrar bir yere/bir şeylere ait olma, kök salma çabaları.

65. Sait Faik Hikaye Ödülüne (2019) layık görülmüş kitap 5 öyküden oluşuyor:

Kalanlar; arkadaşlarını, dostlarını, sevgilisini hep uzaklara yolculayan bir kadın gözünden ‘gitmek mi zor yoksa kalmak mı?’yı sorgulatıyor. Açılan boşlukların, yalnızlığın tesellisi, gitmeli miyim diye sorgularken yeniden eve bağlanma sebebi, yine terk edilen bir kedi olabilir mi?

Son Bir Çay; annesini kaybeden bir adam, birine tutunma, başka bir gölgeye sığınma çabasıyla eski kız arkadaşına sarılır. Bu durumda kadının yapması gereken merhamet mi yüzleşme mi?

Annemin Çadırı; deprem sonrası kurdukları çadırı kendi özgürlüğüne kapı sayan bir anne. Annesi ile babasının çatırdayan ilişkisine tanık kızları. Dört duvar, eşyalar, insanlar yeter mi aile olmaya? Evi ev, aileyi aile yapan nedir?

Görüşürüz; yıllar önce evi terk eden babasını rüyasında gördükten sonra ilişkilerini, kırgınlığını sorgulayan bir kadın. Bazı cevapları almak için çok mu geç?

Kız Kardeşim Handan; annelerinin kaybından sonra hayata farklı yollarla tutunmaya çalışan iki kız kardeş. Annesine bürünen Handan ve kendini uzaklarda arayan Aliye. Birbirlerine merhem olabilecekler mi?

Yazardan okuduğum ikinci kitaptı, yine severek okudum. En beğendiklerim Kız Kardeşim Handan ve Kalanlar isimli öyküler oldu. Öykü sevenlere tavsiyedir. Küçük Yuvarlak Taşlar şimdilik hala favorim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 “Hemen değil ama zamanla anlıyordun ki, bir hayattı kaybettiğin, kendi hayatına bitişik bir hayat, bir komşu yaşam öyküsü. O gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikâyeni, yani onun yanındaki seni de kaybediyordun. Karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. Sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. Onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini. Ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin ilan edilen giysileri. Günlerdir içini kemiren bir meseleyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları. Yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kızma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hakkını. Birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. O, seninkilere dolanmış köklerini söküp alırken, seni de yerinden ediyordu. Aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi.”

 

"Sonuçta her şeyin değil ama pek çok şeyin gerçekliği senin kendini neye inandırdığınla ilgiliydi."

 

“İnsan galiba sadece görüşmeyeceklerine görüşürüz diyor. "Tabii," diyor asla arayıp sormayacağı insanlara, "mutlaka görüşelim... "

 

“Gülüyorum kendime. Peki, diyorum, peki hayatcığım, anladım, daha bitmedi, daha doldurmam lazım gelen çile var, peki. Özgürlük erken bir hayaldi demek. Tamam, isyan etmiyorum. Sakinim. Ne zaman kendimi biraz güçlü, biraz haklı hissetsem, ivedilikle haddimin bildirilmesine alışkınım ben.”

 


12 Temmuz 2025 Cumartesi

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Yazarı: Barış Bıçakçı

Basım: İletişim Yayınları–  sesli kitap

Sayfa: 167

Tür: Roman


İNCELEME:

Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Barış Bıçakçı

Kitabın isminden etkilenmiş, yazardan ilk kitap olarak seçmiş, çok daha etkileyici ve dolu bir hikaye okuyacağımı düşünmüştüm. Maalesef kitap beklentimi karşılamadı. Önce kısaca konudan bahsedeyim, sonra düşüncemi detaylandırayım.

Ender ve Çetin ilkokul zamanlarından beri yakın dost olan, şimdilerinde 40’lara merdiven dayamış, orta yaş bunalımları ve sorgulamalarında iki ev arkadaşı. Fiziken pek etkileyici tipler değiller. İlişkileri fazlaca yakın ve tuhaf bulunuyor çevrelerce. Sonra okuldan yakın arkadaşları Fikret, ailesinin kaza haberi üzerine, cenaze işlemleri için Amerika’dan gelir, üniversitede okuyan kız kardeşi Nihal’i, dostları Ender ve Çetin ile yaşamak üzere onlara emanet eder döner.  Gencecik ve güzel Nihal bu eve bomba gibi düşer, iki karakterin aklını başından alır. Karakterlerin içsel çatışmalarına tanık oluruz.

Kitap Ender’in Çetin’e hitaben anlatılarından oluşuyor. Bir Mektup, bir Anı gibi. Konu biraz klişe, anlatım ise biraz arabesk geldi bana. Yazar edebiyat yapmak için fazla zorlama, süslü cümleler yerleştirmiş gibiydi sanki. Özgün gelmeyen konuyu da sevmedim. Orta yaşlı iki adamın, arkadaşlarının kardeşi ve kendilerine emanet genç yaştaki kıza şehvet ve şefkat arasında gidip gelmeleri, bir ağabey uyarısıyla şefkat sınırında kalmaya çalışmaları.

Ender ile Çetin arasındaki ilişkinin yazar tarafından yer yer ‘eşcinsellikle karıştırılmaması’ vurgusuna rağmen yoğun biseksüellik algısı yaratılarak verilmesi samimiyetsiz geldi. İki erkek arasındaki dostluk ilişkisi için bence de fazlaca feminen davranışlara sahiplerdi. Ki bence sorun biseksüel olmaları değil zaten; hem öyle algısı yaratılıp hem inkâr edilmesi ve sürekli bu duruma değinilmesi.

Bir de neden Ender, Çetin’e hitaben yazdı? Kitap sonunda hep bir trajedi, dokunaklı bir son bekledim. Kitabı enteresan, ilgi çekici kılacak bir son ile de karşılaşamadım maalesef. Biraz donuk ve duyguyu aktarmakta başarılı bulmadığım bir anlatımdı. Tek sıcak hissettiren anlar, Ankara özlemim ile Ankara sokaklarında dolaştırması oldu. Tavsiye edeceğim bir kitap olamadı malesef. Kitabın filmi de varmış, henüz izlemedim ama anlatım olarak daha naif ve başarılı olduğunu okudum. İlgilenenler için bilgi olsun.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Çaresizlik mi diyorsunuz? Bizim en büyük çaresizliğimiz, aklımızın hala başımızda olması."

 

"Dostum, her şeyin farkında olduğun için mi yalnız ve mutsuzsun?"


"Okumak kimilerine yazmayı öğretir, banaysa yazmamayı öğretti."

 

“Yalnız aklıyla hareket eden bir insan gerçek bir insan değildir. Böyle bir insan hiç yaşamasın daha iyi! İnsan duygularıyla insandır.”

 

"Reşit, ömür denen şeyin tedricen yaşanmadığını söylerdi. Gerçekten öyle, her şey birdenbire oluyor. Küçük bir çocukken birdenbire, ilaçlarını plastik bir margarin kabında saklayan bir ihtiyar oluveriyorsun. Kendin için, çocukların için, ülken için güzel şeyler ümit ederken, seni biçimlendiren şeyin güzel bir gelecek hayali olduğunu düşünürken, birdenbire kaderinin, güne ayak uyduramamak, gençliğini, geçmişini özlemek ve hızla dönen dünya tarafından hep kenara savrulmak olduğunu görüyorsun."



3 Temmuz 2025 Perşembe

KÜÇÜK YUVARLAK TAŞLAR

 












KÜNYE

Kitap Adı: Küçük Yuvarlak Taşlar

Yazarı: Melisa Kesmez

Basım: İletişim Yayınları– sesli kitap

Sayfa: 84

Tür: Novella


İNCELEME:

Küçük Yuvarlak Taşlar / Melisa Kesmez

Yazarın dördüncü kitabı, benim yazardan okuduğum (aslında dinlediğim) ilk kitap oldu. Daha öncede birkaç kitap dostum tarafından önerilmişti ancak ben yeni fırsat bulabildim yazarın kalemi ile tanışmaya ve çok sevdim. Psikolojik tahliller konusunda başarılı kalemleri hep sevdim.

Kitap 3 hikayeden oluşuyor. Nergis’in, Elif’in ve Mehmet’in hikayesi. Parçalanmış bir aile. Ailenin her üyesi gözünden ayrı ayrı yaşananlara, duygulara bir bakış. Bazen herkesin kendince haklı tarafları, barışmak istediği pişmanlıkları, eritmeye çalıştığı mesafeleri, göstermediği yaraları oluyor.

Dostluk, aşk, annelik, babalık, olmamışlık, tamamlanmamışlık, terk edişler, terk edilişler, pişmanlık, geçici hevesler, zamansız vedalar, yüzleşmeler, yalnızlık, sevgi, bağlılık, umut… Hayatın içinden duygular, gerçekçi ve iyi işlenmiş karakterler, naif ve çok lezzetli bir anlatım.

Yan karakterlerden Gülsüm herkesin sahip olmak isteyeceği bir dost, Nergis ile ilişkilerini kıskanmadım desem yalan.

Yazar öyküleriyle ünlüymüş. Bu kitap ise bütüne bakınca, birbirine bağlı, içiçe geçmiş 3 öyküden oluşan bir kısa roman olmuş. Kısacık ama çokça üzerine düşündüren bir kitap. Bu tanışma sonrası yazarın diğer kitaplarını da okumayı çok istiyorum. Kesinlikle tavsiye ederim.

Şuraya küçük de bir sohbet olsun diyerek ekleyeyim. Bir süredir çok aktif olamıyorum, merak edenler için taşınıyorum, her yer koli, bende deli yorgunluk. Aktif okumaya zaman ayıramadığımdan, en azından yorgunluktan yığıldığım anlarda bari dinleyeyim diyerek sesli kitaptan dinledim ben kitabı. Gökçe Eyüboğlu seslendirmesi de çok başarılıydı, takdiri de atlamayayım. Yoğun okumalarıma döneceğim günleri iple çekiyorum. Kitapla ve sevgiyle kalın.

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Toprak ayağımızın altında yumuşacık, kırmızı. Bacaklarımızı ısıran dikenlere aldırmıyoruz. Çalıların içinde bin bir çeşit hışırtı, kıpırtı, çıtırtı, vızıltı... Kuşlar, böcekler, taşlar... Uçanlar, koşanlar, sürünenler, sıçrayanlar ve dahi öylece durmayı seçenler. Doğa, yavaş yavaş yükselen güneşle birlikte başlıyor günlük serüvenine. Hep birlikte uyanıyoruz. Hep birlikte yaşayacağız gelen günü. Birimiz diğerimizden ne daha az ne daha çok var olacak. Her şey yan yana ve her nasılsa öyle.”

 

“Normal şeylerin sıkıcı bulunduğu bir devre denk geldik sanırım. Müthiş bir oburluk çağı. Yeni insanın nefsi doymuyor. Sıradanı tükettik. Mutluluk dediğimiz şey sadece anlık.  Lunapark treni gibi hızla çıkıp hızla inilen bir yer mutluluk.”

 

“Çocuklar sağlam bir zemin arıyordu büyümek için. Dünyanın tekinsiz halleri karşısında yanlarında durunca kendilerini emin ellerde hissettikleri birini. Onları bırakmayacak, onlara “Merak etme, ben buradayım” diyecek biri. Gönülsüz ebeveynlik bir çocuğun başına gelebilecek en fena şeydi.”

 

“Hayatın bozmayı unuttuğu ya da ne yapsa bozamadığı insanlar vardı hala. Dünya arkalarında yıkılırken onlar kurbağalar gibi nilüfer yapraklarından seke seke nazikçe uzaklaşıyorlardı enkazdan, toz duman bulaşmıyordu onlara.”

 

“Sevgi ne zarif bir şeydi. Yumuşacık yastıklar seriyordu düşenin altına.”

 

19 Haziran 2025 Perşembe

YALAN DOLAN

 











İNCELEME:

Yalan Dolan / Veronica Raimo

İtalyan Edebiyatından ödüllü genç bir yazar olan Raimo, kurmaca ile otobiyografinin sınırlarının birbirine karıştığı, biraz muzip, biraz alaycı bir üslup ile kaleme almış romanını. Kadın yazarların romanlarını yayınlama kararı alan yayınevinden çıkan bu ilk örnek, gülünç ve aykırı bir büyüme ve özgürleşme hikayesi olarak tanıtılmış.

Kaygı bozukluğu yaşayan aşırı kontrolcü bir anne, işkolik, öfke sorunu yaşayan ve takıntılı bir baba, dahi ve yine yazar olan bir ağabey. Veronica’nın çocukluğu, gençliği, cinselliği keşfi, kadınlığı, aile ilişkileri. Daha çok babasına dair anıları üzerinden aslında anılarımızın gerçekliğine dair bir sorgulama.

Belleğimizdeki tüm anılar gerçekten hatırladığımız gibi mi yaşandı? Bizim anılarımız üzerindeki katkımız nedir? Benim dikkatimi en çok çeken kısım burası oldu açıkçası. Muzip bir anlatı gibi gelse de aslında satır aralarından içsel bir travmanın da kokusunu almadım değil usul usul.

Yaz aylarında zaman geçirmelik, zihin dağıtmalık okumalar arayanlar için iyi gelebilir ancak çokça övülen bu kitap benim beklentimi karşılamadı ne yazıkki. Konu geçişlerindeki dağınıklık, karakterlerin derinliksizliği, anlatının yüzeyselliği hoşuma gitmedi. Ve en önemlisi bence duygusuz bir anlatımdı. Bir duyguyu yazmak değil hissettirebilmek başarı.  Fazlaca şişirilmiş bir kitap olduğunu düşünüyorum. Mutlaka okunmalı gibi bir tavsiyede bulunamayacağım o nedenle. Sevenleri kızmasın tabi, bana hitap etmedi, zevkler diyelim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Okuduğum kitap iyi değilse bu sefer de kâğıt israfını dert ediniyorum. Bu derdimi daha derin bir düşünceye dönüştürüyorum. Bu felaket için kurban edilmiş her masum dal için üzülüyorum. Tüm gün bu gibi nedenlerle canından olmuş başka masum dalları düşünerek kederleniyorum. Kitapçıları, kütüphaneleri, sonsuz dal mezarlıklarını düşünüyor ve anılarımızın bir parçasını geleceğe, bizden sonra gelenlere iletmek uğruna yarattığımız kıyıma yanıyorum.”

 

"Ömrümce bardağın dolu tarafını görmedim. Boş tarafını da görmedim. Bardağı her an devrilecekmiş gibi gördüm. Ya da hiç göremedim. Zaten bardak da yoktu. Hiçbir şey yoktu."

 

“Anılarımızın çoğu biz farkına varmadan terk eder belleğimizi; geri kalanları biz yeniden doldururuz, çevreye saçarız, şevkle abartırız, kapı kapı dolaşan seyyar satıcılar gibi methederiz, hikâyemize kulak verecek birini ararız. İndirimli, yarı fiyatına. Bellek benim için küçükken oynadığım o zar oyunu gibi; Asıl olan nafile mi, hileli mi olduğuna karar verme meselesi.”

 


23 Mayıs 2025 Cuma

YÖRÜNGEDE

 












KÜNYE

Kitap Adı: Yörüngede

Yazarı: Samantha Harvey

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları– 1.Basım- 2025

Sayfa: 163

Tür: Roman


İNCELEME:

Yörüngede / Samantha Harvey

Bir uzay kapsülü içinde dünya yörüngesi etrafında 16 dönüş yapan farklı milliyetlerden altı astronot: Nell, Roman, Anton, Pietro, Chie ve Shaun. Görevleri meteorolojik verileri toplamak ve bilimsel deneyler yapmak. Günde onaltı gündoğumu ve onaltı günbatımına tanık oluyorlar. Klostrofobik bir ortamda kendi sınırlarını da keşfediyorlar.

Astronotlardan Chie görevdeyken annesinin vefat haberiyle sarsılıyor. Dünyada kopan ve izledikleri amansız bir tayfunun sevdiklerini tehdit edişini gözlemliyorlar. Yörüngede bu 16 dönüş sırasında kendi korkuları, kaygıları, hayalleri, hedefleri, rüyalarını irdeliyorlar. Neden astronot olduklarına ya da neden uzayda bulunulduğuna dair varoluşsal sorgulamalara da giriyorlar. Uzayın sınırsızlığında insanın değeri, kendine atfettiği anlamsız önemi sorguluyoruz biz de onlarla beraber.

2024 Booker ödülü kazanan bu kitabı gerçekten çok merak ederek aldım. Ancak beklentimi karşıladığını söyleyemeyeceğim. Konular dağınık, karakterler derinliksiz, anlatım yorucu geldi. Ele alınan bir iki olay duygudan yoksundu. Aralarda evrenin, dünyanın varoluşuna, insanın anlamı ve değerine yönelik yapılan felsefi anlatımlar okunası idi ancak özgün değildi. Bunun dışında ise yoğun şekilde uzaydan dünya betimlemeleri okuyorsunuz. Fazlaca ara vererek okudum. ‘Okumayın zaman kaybı’ diyeceğim bir kitap olmaması yanında ‘tavsiye ederim, okuyun’ diyeceğim bir kitap da değildi maalesef. Bir parça hayal kırıklığı ile vedalaşıyorum bu kitap ile.

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:


“Dünya, buradan bakıldığında cennet gibi.(…) O gezegendeyken yukarı bakar ve cennetin başka bir yerde olduğunu düşünürüz, ama işte astronotlar ve kozmonotlar bazen şöyle düşünür: belki de hepimiz orada doğmuş olanlar zaten öldü ve bir ahiretteyiz. Eğer öldüğümüzde gitmemiz gereken olasılığı düşük, inanması zor bir yer varsa, o cam gibi, uzak küre, güzel yalnız ışık gösterileriyle, pekâlâ orası olabilir.”

 

"İnsan bunu neden yapar? Asla gelişip serpilemeyeceği bir yerde yaşamaya çalışır? Seni isteyen, dört dörtlük bir dünya tam altında dururken, ne diye evrenin seni istemeyen noktalarına gitmeye uğraşırsın? İnsanın uzaya duyduğu şehvetin meraktan mı yoksa nankörlükten mi kaynaklandığından asla emin olamıyor. Bu acayip, yakıcı özlem onu kahraman mı yapıyor yoksa ahmak mı? Hiç kuşkusuz bir parça ikisi de."


“Kim insanın gezegene nevrotik saldırışına bakıp bunu güzel bulabilir ki? Insanoğlunun kibri. Öyle muazzam bir kibir ki, ancak aptallığıyla eşdeğer. Uzayı delen şu fallik gemilerse kesinlikle kibirin zirvesi; kendini beğenmişlikten kafayı yemiş bir türün totemleri.”

 

“İnsanlar huzuru birbirinde bulamaz mı? Peki ya Dünya’da? Sevecen bir dilek değil bu, huysuz bir talep. Yaşamlarımızın bağlı olduğu bu biricik şeyi kasıp kavurmayı, mahvetmeyi, yağmalamayı ve çarçur etmeyi kesemez miyiz?”

 

“İnsanlığın geleceğini nasıl yazıyoruz? Hiçbir şey yazdığımız yok, o bizi yazıyor. Biz rüzgârda savrulan yapraklarız. Rüzgâr olduğumuzu sanıyoruz, oysa sadece yaprağız.”

 


“Büyük bir önemimiz var, hiçbir önemimiz yok. İnsani başarının doruğuna ulaşıyorsun ve başardıklarının hiç denecek kadar az olduğunu ve bunu anlamanın herhangi bir yaşamın ulaşabileceği en büyük başarı olduğunu keşfediyorsun; buysa hiçbir şey, aynı zamanda da her şeyden daha büyük, daha önemli bir şey.”

 

10 Mayıs 2025 Cumartesi

CANLI DEVRE

 













KÜNYE

Kitap Adı: Canlı Devre- Durmaksızın Değişen Beynin İçyüzü

Yazarı: David Eagleman

Basım: Domingo Yayınları– 2021

Sayfa: 320

Tür: Bilim


İNCELEME:

Canlı Devre - David Eagleman

Durmaksızın Değişen Beynin İçyüzü

Nörolog ve bilim anlatıcısı David Eagleman, en yeni bilimsel araştırmalar ve ilginç vakalar eşliğinde, beyinlerimizin kendi devrelerini sürekli olarak nasıl yeniden yapılandırdığını ve bunun hem yaşamımız hem de geleceğimiz için ne anlama geldiğini anlatıyor bu kitapta. Şu sorulara cevaplar veriyor:

·        Madde yoksunluğu ile kırık bir kalbin ortak yönü ne?

·        İyi çalışan bir beyin için deneyim ve zamanlama ne ölçüde etken?

·         Anıların düşmanı neden zaman değil de başka anılar?

·         Kolsuz bir insan nasıl dünyanın en iyi okçusu olabiliyor?

·         Geceleri neden rüya görürüz ve bunun gezegenimizin dönüşüyle ne ilgisi var?

·         Kör bir insan diliyle görmeyi, sağır bir insan derisiyle işitmeyi nasıl öğrenebilir?

·         Günün birinde beyin hücrelerine kazılı bilgiden yola çıkarak bir insanın yaşamının kaba hatlarını okuyabilecek miyiz?

·         Beyin plastisitesinin bir sınırı var mı? Beyni her türlü veriyle besleyebilir miyiz?

·         Duyuları birbirinin yerine kullanmanın (duyusal ikame) ötesinde, var olan duyuları geliştirebilir miyiz (duyusal pekiştirme)? Sadece bozulmuş duyuları tamir etmekle kalmayıp onları güçlendirebilecek miyiz?

·         Beyin plastisitesi bize yeni duyular ekleme imkânı sağlıyor mu? Manyetik alanları algılayan bir manyeto insan olmak mümkün mü? Peki kazanılan bu yeni girdi, nasıl bir ‘his’ uyandıracak?

·         Vücudunuzu daha fazla sayıda kol, mekanik bacak ya da düşüncelerle kumanda edilebilecek dünyanın öte ucundaki bir robotla donatabilir misiniz?

·         Eşinizin ya da çocuğunuz vücut verilerini (solunum hızı, vücut ısısı, stres vb) algılayabiliyor olmak ister miydiniz?

·         Bir beceride ustalaşmak için 10bin saat çalışmak yeterli mi? Merak ve ilgi ödül mekanizmasının tetiklenmesinde (fayda) ne ölçüde etkili?

·         Beyninin bir yarım küresi (kaza/doğuştan) olmayan bir çocuğun, tam beyne sahip bir çocuk gibi yaşam sürmesi mümkün mü? Beyin alanlarının yeniden yapılandırılmasında yaş ne ölçüde önemli?

·         Otopsi sonucuna göre Alzheimer ile delik deşik (nöral olarak bozuk) olan bir beyin nasıl olur da yaşamı sırasında hiçbir patalojik bulgu vermez? Normal aktivite sürdürebilmesinin sırrı nedir?

·         Torunlarımız kendilerini vücutlarının belirlediği sınırlar içine hapsetmek zorunda kalmayacak mı? Biyonik bir çağa hazır mıyız?

·         Beyin değişmeyeni görmezden gelir. Sürüngenler, kıpırdamadan durursak bizi görmezler? Dünyanın açıkça görülebilir bazı bölümleri, bizim için de görünmez midir?

·         Bir bilgi daha öğrenirsek eski bir bilgi silinir mi? Bellek sabit hacimli bir disk mi?



Yazarın tüm kitapları gibi yine ufuk açıcı bir kitap. Konu ile ilgilenenler, daha önce alanda okuma yapmadıysa öncelikle yazarın İncognito sonra Beyin isimli kitaplarını öneririm. Diğerleri arasında biraz daha temel isteyen bir kitaptı bana kalırsa.

 

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Hayatın heyecanı kim olduğumuzla değil, kime dönüşme sürecinde olduğumuzla ilgilidir.”

 

“… değişimlerin toplamı anılarımızı, yaşamımızın ve duygularımızın çıktısını oluşturur. Beyindeki bu sayısız değişim dakikalar, aylar ve yıllar içinde birikerek, “siz” dediğimiz varlığı oluşturur. En azından şimdiki “siz”i. Çünkü dün, az da olsa farklıydınız. Yarın ise yine bir başka kişi olacaksınız.”

 

“Tabiat Ana’nın bir sonraki duyusal armağanı için milyonlarca yıl beklemek zorunda olan bir tür olmaktan çıkmış bulunuyoruz. Ama Tabiat Ana bütün iyi ebeveynler gibi, yuvadan çıkıp kendi deneyimimizi biçimlendirebileceğimiz bir bilişsel kapasiteyle donatmış bizi.”

 

“DNA, hayat hikâyenizin bir parçasıdır ama küçük bir parçasıdır. Hikâyenin kalanı, deneyimleriniz ve çevrenizle ilgili zengin ayrıntıları kapsar(…)Kim olduğunuz, içinizdeki DNA kadar çevrenize de bağlıdır.”

 

“Canlı devrelerle donanmış bir beyin, vücut planının geçirdiği her genetik değişikliğin sonucunda bir başka beyinle yenilenmek zorunda değildir çünkü kendisini duruma uyarlar. Evrimin, hayvanları herhangi bir ortama uyacak şekilde böylesi bir verimlilikle biçimlendirmesi de bu sayededir.”

 

“İnsanlar şaşılacak ölçüde eksik kalmış bir beyin ile doğar; yapımı tamamlamak için dünyayla etkileşim şarttır.”

 

“…Kim olduğumuz, beyin ağlarının bir bütün olarak nasıl düzenlendiğine bağlıdır. Vücutta yapılan bir değişiklik, kişilikte bir değişimi de tetikleyebilir.”

 

“Zamanınızı neyle geçirdiğiniz, beyninizdeki değişimleri belirler. Yediğinizden fazlasısınızdır aslında; bir anlamda sindirdiğiniz bilginin kendisine dönüşürsünüz.”

 

“Beynin en işe yarar bağlantıları kurabilmesi için doğru girdileri doğru zaman aralığında alması gerekir.”

 

“Beynin farklı alanları, farklı plastisite programları temelinde çalışırlar. Bazı nöral ağlar inatçıyken, bazıları son derece uysaldır ve bazı hassas dönemler kısa, bazıları uzundur.”

 

“Yaşlandıkça dikkat edilmesi gereken en kritik nokta, olguların zihninizde kemikleşmesini engellemenin bir yolunu bulmaktır. Bir benzetme yaparsak: Bir bilim insanının basına gelebilecek en kötü şey, bir problem ya da alana hep aynı şekilde bakmaktır.”





19 Nisan 2025 Cumartesi

GUGUK KUŞU

 












KÜNYE

Kitap Adı: Guguk Kuşu

Yazarı: Ken Kesey

Basım: Nemesis Kitap - 2023

Sayfa: 397

Tür: Roman


İNCELEME:

Guguk Kuşu / Ken Kesey

“Hikâyenin gerçekte yaşanamayacak kadar dehşetli, gerçek olamayacak kadar korkunç olduğunu düşüneceksiniz! Yapmayın, lütfen. Anlatacaklarımı salim kafayla düşünebilmek hâlâ çok zor benim için. Hem yaşanmamış bile olsa, hepsi gerçek.” (Şef Bromden)

Gerçeği anlatan bir yalan… 60lı yıllar. Yazar bir klinikteki ilaç deneylerine katılıyor 6 ay boyunca. Sonunda ise aynı koğuşa hastabakıcı olarak işe giriyor. Bu ortam etkisinde yaratıyor ilk romanının hikayesini.

Kitap bir akıl hastanesinde geçiyor. Klinikte hastalar Akutlar ve Kronikler olarak ikiye; Kronikler de Ayaklılar, Tekerlekliler ve Bitkiseller olarak üçe ayrılıyor. Üst katta ise Zihinseller koğuşu, Şok Dükkanı ile birlikte hizmet veriyor. Katı bir disiplin hakim. Başlarında Doktor Spivey olsa da asıl sözü geçen diktatör Büyük Hemşire Ratched. Hastabakıcı siyahi oğlanlar Washington, Williams, Warren ise onun sözünden çıkmıyor.

Anlatıcımız Kızılderili Şef Bromden, klinikteki hastalardan, temel karakterlerden biri. Geldiğinden beri sağır ve dilsiz rolü yapan, insan irisi bir adam. Kliniğin süpürge işleri ona yıkılıyor.

Ana karakter Randle Patrick McMurphy, 35 yaşında, itaatsizlik nedeniyle ordudan atılmış, farklı suçlardan defalarca tutuklanmış, Pendleton ıslahevinden sonunda akıl hastanesine transfer edilmiş kızıl saçlı, iri cüsseli asi bir ruh. McMurphy’nin kliniğe gelmesiyle birçok şey değişmeye başlıyor. Kuralları sorgulaması, asiliği, güç gösterisi ve mizahi duruşu diğer hastalara da yansımaya başlıyor.

Bay Harding, Billy Bibbit, George, Cheswick, Sefelt, Fredrickson, Scanlon ve Martini de romanın önemli karakterleri. Her biri kendine has özellikleriyle incelikli işlenmişti.

Klinikte amaç topluma ayak uyduramayan hastaları rehabilite edip topluma kazandırmak. Peki verilen ilaçlar, uygulanan yöntemler gerçekten tedavi amaçlı mı yoksa amaç düzene itaatkar bireyler sağlamak mı? Elektroşok Tedavi klinikte hala uygulanan bir yöntem. Labotomi ise geçmişte kalmış ama söylentileri tüyler ürpertmeye devam ediyor.

McMurphy nin yaydığı düzene başkaldırı rüzgarıyla otoritesi sarsılmaya başlayan güçler, sizce bu duruma nereye kadar izin verecek? McMurpy ve Şef Bromden’i neler bekliyor?

Sistem ile birey arasındaki çatışmayı, direnişi, özgürlük arayışını psikolojik bir temelden anlatan bu kitabı soluksuz okudum. Çok etkileyici ve dramatik bir finale sahipti. Bu kadarını beklemiyorum. Şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca eserin 5 dalda oscar ödüllü bir filmi mevcut.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Bu dünya... Güçlülerin dünyası, arkadaş! Varoluş ritüelimizin temelinde güçlünün zayıfı yutarak daha da güçlenmesi yatıyor. Buna göğüs germeliyiz. Doğrusu da o zaten. Doğal dünyanın bir kanunu olarak kabul etmeyi öğrenmeliyiz bu gerçeği. Tavşanlar bu ritüelin içindeki rollerini kabul eder ve kurdu güçlü bellerler. Savunma olarak tavşan; kurt yanındayken sinsileşir, korkaklaşır, atikleşir, kendine delik kazar ve saklanır. Böylece sebat eder ve hayatını sürdürür. Yerini bilir. Kurda asla ve asla meydan okumaz. Akıllılık olur mu hiç öylesi? Söylesene olur mu?”

 

"Kahkahasını kaybeden temel dayanağını kaybeder..."

 

“Baba der ki dikkatli olmazsan insanlar seni o veya bu şekilde kendi uygun gördükleri şeyi yapmaya yahut keçi gibi inat edip, nispet olsun diye istediklerinin tam tersini yapmaya zorlarlar. Baba der ki dikkatli olmazsan insanlar seni o veya bu şekilde kendi uygun gördükleri şeyi yapmaya yahut keçi gibi inat edip, nispet olsun diye istediklerinin tam tersini yapmaya zorlarlar.”

 

“Akıl hastalığının güçle ilgili yönünü hiç fark etmemiştim. Güç. Düşünsene, belki de insan ne kadar deliyse, o kadar güç sahibi olur.”

 

“… kahkahalarla gülüyor. Sırtını kamara çıkıntısına vererek gülüyor, gülüyor, kahkahası denizlere yayılıyor… (…)her şeye gülüyor. Çünkü kendini dengede tutabilmek, hayatın seni zırdeliye çevirmesini önleyebilmek için canını yakan şeylere gülmen gerektiğini biliyor. Her şeyde acı bir yön olduğunu biliyor; (…) ama mizahın acıyı silip yok etmesine izin vermediği gibi, acının da mizahı yok etmesine izin vermiyor.”

 

“Ve hastalandım. Yaptıklarım değildi hastalanmamın nedeni, sanmıyorum. Daha çok toplumun o yüce ve ölümcül işaret parmağının beni göstermesiyle gelen histi... Ve milyonlarca insanın 'Utan. Utan. Utan' diye haykıran yüce sesi. Toplumun farklı olanla baş etme yöntemi budur.”

 

"Hayır. Hayır, dinle beni. Seni öyle yola getiremezler. Sana öyle dümenler çevirirler ki, onlarla mücadele edemezsin. İnsanın içine işlerler. Kafana bir şeyler sokarlar. Senin büyüyüp, işler çevirmeyi tasarladığını anlar anlamaz harekete geçerler. Sen daha küçükken o iğrenç makinelerini çalıştırıp senin canına okurlar. Artık hiçbir şey yapamaz hale gelinceye kadar da uğraşırlar."

 


5 Nisan 2025 Cumartesi

DELİ TARLA

 











KÜNYE

Kitap Adı: Deli Tarla

Yazarı: Şermin Yaşar

Basım: Doğan Kitap

Sayfa: 192

Tür: Öykü


İNCELEME:

Deli Tarla / Şermin Yaşar

"Asla ait olmadığım bir hayatın içinde tek başıma kalakaldım."

67. Sait Faik Hikâye Armağanı Ödülünü kazanan Deli Tarla, yazardan okuduğum 4.kitap oldu. Şermin Yaşar’ın sıcak ve samimi dili yine öykülerine yansıyor. Kimi zaman güldüren, kimi zaman hüzünlendiren, bazen de sonuyla şaşırtan 16 adet öykü içeriyor.

Benim en sevdiklerim kitaba adını veren Deli Tarla ile Adieu Hala, Ama Böyle Olmadı ve Kamil’in Denizkızı isimli öyküler oldu.

Deli Tarla; baba mirası olarak elden ele atılmaya çalışılan bir tarlayı konu alıyor. Babanın en son tarladan yıldız toplamaya çalışması, aklını yitirmesi korkutuyor mirasçıları. Peki tarla adamı delirtir mi?

Adieu Hala; çocukken Almanya’ya giden annesini bekliyor hala. Bir gün gelip onu alacaklar inanıyor. Böyle böyle zaman geçiyor aklı gidiyor. Gidebilecek mi acaba bir gün Almanya’ya?

Ama Böyle Olmadı; 6.8 kilo doğan kızıl dev Ramiz’in hikayesi. Zaman geçip dev bir insan azmanına döndüğünde hayata karışamıyor, bir süvari zırhı giydirilip koruma yapılıyor. Saklandığı zırhtan çıkabilecek mi Ramiz?

Kamil’in Denizkızı; denizden sürekli denizkızı hikâyeleri ile dönen balıkçı Kamil’in hikayesini anlatıyor. Kamil denizkızında kimi arıyor?

Çıksın Halim; bir başarı hikayesini anlatıyor. İş bulamayan grafiker Mert’in garson olması, kahve falı bakması ve kazancı ile hayalindeki işi kurması konu alınıyor. İlham verici.

Muazzez ve Yelkovan Çetesi ise birçok okuyucu tarafından basit bulunmuş ama ben sevdim. Bir depresyon hikayesini konu alıyor.

Diğer öyküler de güzeldi ancak bahsettiğim vurucu hikayeler yanında biraz geride kaldı. Yine çok sevdiğim bir Şermin Yaşar kitabı oldu. Yazardan favorim hala Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu diyebilirim. Öykü sevenler kaçırmasın isterim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Gülüş anne babadan geçen bir şeydir. Annen baban gülüyorsa sen de gülersin, onlar gülmüyorsa istediğin kadar içinden gelsin senin yüzüne bir tebessüm layığınca oturamaz.”

 

-"Nasıl toparladın Kâmil? Nasıl böyle mutlusun?"

-"Toparlayamadım doktor" dedi. “Emin ol kimse toparlayamıyor. Sadece herkes başka türlü dağılıyor.”

 

“Bir çiçeği dibinde ona hava aldıracak deliği olmayan saksıya diktiğin zaman ister dünya­nın en nadide çiçeği, ister en dirayetli çiçeği olsun, soluyor. Be­nim insana hava aldırabilecek bir aralığım yok. Hiçbir şey tut­muyor toprağımda.”

 

“Kadınlar konuşurken onları anlamak kolaydır, öfkesi, gülüşü, bakışı, sesi, kelimeleri, onun anlatmak istediğinin de ötesini anlatır. Anlayamadığınız kadın: susan kadındır!”

 

“Öfke insanın dilindeki asma kilidi kırıyor nihayetin­de, sakladığınız bütün kötü cümleler saçılıyor etrafa bir an­da.”

 

25 Mart 2025 Salı

SAKAR

 











KÜNYE

Kitap Adı: Sakar

Yazarı: Alexandre Seurat

Basım: Metis Yayınları- 5. Basım- 2024

Sayfa: 120

Tür: Roman


İNCELEME:

Sakar/ Alexandre Seurat

Fransa’da Marina Olayı olarak bilinen gerçek olaydan uyarlanan bir kitap Sakar.

“Marina olayı, Marina Sabatier'in 2009 Ağustos'unda 8 yaşındayken Fransa'da ölümüyle ilgili bir Fransız adli ve idari olayıdır. Bu olay, Marina Sabatier'in iki ebeveyni Éric Sabatier ve Virginie Darras tarafından gördüğü istismar ve çocuğunun kötü muameleye maruz kalması sonucu gerçekleşmiştir.”(wikipedia)

Kitap bittikten sonra olayın, küçük bir kız çocuğuna yaşatılan vahşetin detaylarını araştırıp okumak kitabın sarsıcı etkisini çok daha vurucu kıldı. Kitapta 8 yaşındaki Diana (Marina Sabatier)’nın doğumundan, ailesince kurgulanan kaybına kadarki trajedisi kaleme alınıyor. Daha bebekken hastaneye terk edilen, 1 aylıkken tekrar geri alınan bir bebek. Anneanne ve teyze tarafından şahit olunan şiddet ihbar edilse de kanıtlanamıyor. Okulda öğretmenleri durumundan şüpheleniyor. Durum her araştırılmaya başladığında okul değiştiriliyor. Ailesine sevgiyle bağlı bir çocuk olması, vücudundaki morluk ve yaralanmaların kendi sakarlığı ile açıklanması, ebeveynlerin oynadığı teatral duruş, aile ve çocukların ağız birliği, somut kanıt bulunamaması ve ailenin çocuklarca da korunması nedeniyle sistem prosedürlerinin aşılamaması trajik bir sona zemin hazırlıyor.

Kitap küçük kızın anneannesi, teyzesi, ağabeyi, öğretmenleri, okul müdürleri,  sosyal hizmet görevlileri, jandarma, okul doktorunun süreç içindeki anlatımları ile aktarılıyor. Beni en çok etkileyen ağabeyin duruma yönelik hislerini aktarışı ve öğretmenlerin müdahale edebilmek için umutsuz çırpınışı oldu.

Tanıtım bülteninde “(…) roman, aile kurumuna sorgusuz sualsiz kutsallık atfedilmesinin yıkıcı sonuçlarını yalın ve sarsıcı bir anlatımla gözler önüne seriyor” deniyor. Can yakıcı bu hikaye 2024 NDS Edebiyat Ödülü kazanmış. Kitap orijinal adı ‘La maladroite’ ile 2019 yılında sinemaya da uyarlanmış. İçinizde uçsuz bucaksız bir boşluk, boğazınızda bir düğüm oluşturan zor bir hikaye. Alınacak dersler adına okunmalı diyorum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Eğreti bir aileydi bizimki, evet, aile değil yamalı bohça, hiçbir şeyin konuşulmadığı ama herkesin gözü önünde sessiz dramların yaşandığı bir aile, araya kimse girmeden.”

 

"Artık sınıfımı görmüyorum, öğrencilerim siyah-beyaz kareler halinde donuyor ve aralarında Diana var: Bir tek o, siyah-beyaz ve hareketsiz değil, onun tehlikede olduğunu biliyorum, bana yapabileceğim bir şeyi, yapacağım bir şeyi sabırsızlıkla bekler gibi bakıyor. Ama karabasanda her şey için artık çok geç olduğunu biliyorum, bana bakıyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum; beni bağışlamasını isterdim." (Öğretmen)

 

“Hayal etmemi istiyordu, eğer başına bir şey geldiyse acaba benim onun için ne yapmamı isterdi? Ona baktım dilimin ucuna kadar geldi. Onun için ne yapabileceğimi aklından bile geçirmiş olamazdı çünkü ONUN İÇİN KİMSE ASLA BİR ŞEY YAPMAMIŞTI, onun için hiçbir şey yapamazdım çünkü artık bitmişti.” (Ağabey)

 

“O zaman kendi kendime tuhaf sorular soruyorum, başka bir ailede ve başka bir dünyada olsaydık, o kendisi olabilseydi ve ben kendim olabilseydim, ağabey ve kız kardeş gibi olabilir miydik, demek istiyorum ki olduğumuz kişiler olmasaydık, o kendisi olmasaydı ve ben kendim olmasaydım, olmuş olacağımız o başkaları, ağabey ve kız kardeş olabilir miydi?” (Ağabey)

 

“Hayatımın neden art arda gelen felaketlerden ibaret olduğunu bir anlayabilseydim. Keşke biri bana bunu açıklayabilseydi; neden her şeyi yitirdiğimi.”

 

“…içimde bir boşluk açılıyordu, uçsuz bucaksız bir boşluk, o boşluğa düşmemek için yalpalayıp duruyordum.”