KÜNYE
Kitap Adı:
Madalyonun İçi
Yazarı: Gülseren
Budayıcıoğlu
Basım: Doğan
Kitap – 1.Basım- 2024
Sayfa: 424
Tür: Psikoloji
- Anlatı
İNCELEME:
Gülseren
Budayıcıoğlu’ndan okuduğum 2.kitap Madalyonun İçi oldu. Bir Psikiyatristin Not
Defterinden örnek vaka incelemeleri sunuyor kitap. “İnsan denen muhteşem
varlığın yine kendisi gibi muhteşem iç dünyasının kapağını aralayıp
içindekilere birlikte baktık. Gönüllerinin, yüreklerinin derinliklerindeki
gizli kalmış sırları, madalyonu açtım ve içini gösterdim sizlere.” diyor
Gülseren Hanım ve ekliyor: “Bu kitabın bir politik mesajı varsa, o da sevgi ve
hoşgörü çağrısıdır.”
İnsan
zihni öyle derin ve karmaşık ki psikoloji bilimi işte bu dehlizin derinliklerini
anlamamızı sağlıyor. O nedenle psikoloji kitapları okumayı çok severim. İnsanın
kazandığı öğretilerle kendini sorgulamasını, keşfetmesini ve yeniden gözden
geçirip bir nebze de olsa iyileştirmesine ön ayak oluyor. Düşüncelerimiz
duygularımızı, duygularımız eylemlerimizi etkiliyor büyük ölçüde. Hepimiz hayatın
içinde üzücü ve travmatik olaylarla karşı karşıya gelebiliyoruz. Veya gün
geliyor geçmiş travmalarımız küçücük sandığımız olaylarla tetiklenip
uyanabiliyor. İşte bu zorlu anlarda sağlıklı düşünebilmek büyük zenginlik ve
her zaman kolay olmayabiliyor. Bazen bu sistem sağlıklı işlemediğinde bunun
farkına varabilmek ve destek istemek de çok önemli. Kitap yaşamımız içinde yaşadığımız
sınavlarda sevgiyi ve hoşgörüyü ne denli hissettiğimizin bu sistemin sağlıklı
işlemesine yaptığı katkının üzerinde duruyor. Tabi kendimize gösterdiğimiz
sevgi ve hoşgörü de bunun büyük parçası.
Kitapta
anlatılan vakalara gelirsek; hijyen takıntısıyla evlerini çöp apartmana çeviren
üç kızkardeş, radyoda çalan şarkıların kendisine mesaj olduğunu sanan Rezzan,
konuşamadıkları için şiddet ile iletişim kuran Jale-Kemal çifti, az bir ömrü
kaldığını öğrenen Şule, kendini peygamber sanan Yiğit, erken emekli edilip yeni
mevkisinin keyfini süremeyen Hayri Bey, yaşadığı birkaç güzel heyecanın
suçluluk duygusunu kocasından dayak yiyerek cezalandıran Pembe, her şeyi
olmasına rağmen mutsuz ve intihara meyilli ergen Aslı, genç bir kıza gönlünü
kaptırıp terk edilen Garip Bey, panik atak hastası Yaşar, sürekli bayılan ve
hastalığını eşinin ilgisini kazanmak için kullanan Nihal, ruhu erkek bedeni
kadın Halime, bipolar hastalığın depresif nöbetlerinden muzdarip Vahit Bey,
kocasına yaranmaya çalışıp daha da uzaklaştıran Reyhan, hayat kadını Hayal… ve
vaka aralarına serpiştirilmiş daha birçok örnek.
Ben
bazı vakalara izlediğim Kırmızı Oda dizisinden aşinaydım. Yine de okumak farklı
tabi. Yazarın sıcak ve samimi anlatımı ile kitap oldukça akıcı. Kitap sonunda
yazarın kendini tanıttığı ve okur mektuplarını paylaştığı bir bölüm
mevcut. Ben en çok Halime ve Şule’nin
durumundan ve çöp apartmandaki kardeşlerin dönüşüm çabasından etkilendim. Psikoloji
sevenlere, farkındalığını arttırmak isteyenlere tavsiye ederim.
KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:
“İnsanların
ruhsal durumları, fiziki görüntülerini ne kadar çok etkiliyor. Mutluluk
insanları ne kadar güzelleştiriyor.”
“Şu
kadınlar ne garip mahlûklar. Duygusal durumları ne kadar çabuk değişebiliyor.
Küçücük şeylerden nasıl da hemen etkileniveriyorlar. Bir anda dünyanın en
mutsuz en kederli en suçlu insanı iken, nasıl da kolayca gökyüzünün en üst katına
çıkabiliyorlar. Sevgileri, tutkuları uğruna neleri göze alabiliyorlar. Onlar
için yaşamın temel şartı sevilmek. Aşkla tutkuyla sonsuza kadar sevilmek ve
asla vazgeçilmemek. Her şeyi affedebilirler ama sevilmemeyi asla.”
"Eğer
bilgiyle, düşünceyle, hayalle geliştirmezsen akıl ve zekâ neye yarar
ki?"
(Depresyon)
“Zor ve ıstıraplı bir hastalıktır bu. Önce insanların umutlarını kırar, yaşama
sevincini yok eder. Sonra yavaş yavaş ruhsal çöküntü başlar. Ağır bir
karamsarlık, olumsuz duygu ve düşünceler egemen olur. Kişi her konuda pişmanlık
ve suçluluk hisseder. Kendine olan saygısı biter. Uykuları bozulur, iştah
kesilir, zaman bir türlü geçmez ve ağır bir iç sıkıntıyla birlikte kişi ölmek
ve bu ıstıraptan bir an önce kurtulmak ister.”
"Kendimizin
farkına vardığımız zaman günden itibaren hepimiz, önemli, sevilen ve sayılan
insan olmak isteriz. Bu vazgeçemediğimiz, içgüdüsel bir tutkudur. Bu tutkuyu
doyuramadığımız sürece mutsuz oluruz. Hayatımız boş ve anlamsız olur. Yaşama
bağlılığımız giderek azalır. Uzun lafın kısası küseriz"
“Cezayı
gerektiren düşünceler ve duygular değil, eylemlerdir. İnsanlar düşündükleri ya da
hissettiklerinden değil, yaptıklarından sorumludurlar.”
“...Sen
elinden geleni yap, elinden geleni yaptığına önce sen inan, gerekirse hiç uyuma
ama sakın vazgeçme. Bir kere vazgeçersen sonra hep vazgeçersin… Sen elinden
geleni yap ki, kendi gözünden düşmeyesin”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder