31 Temmuz 2023 Pazartesi

VAR MISIN?

 












KÜNYE

Kitap Adı: Var mısın?

Yazarı: Doğan Cüceloğlu

Basım: Kronik Kitap – 22.Basım- 2022

Sayfa: 317

Tür: Kişisel Gelişim, Sosyoloji


İNCELEME:

Var mısın? kitabı psikolog yazar Doğan Cüceloğlu’nun gazeteci Deniz Bayramoğlu ile birlikte soru cevap şeklinde ilerleyen keyifli söyleşisini içeriyor. “Zorluklarla başa çıkmaya, içindeki gücü keşfetmeye var mısın?” diye soruyor. Güçlü bir yaşam için Doğan Hoca’dan tavsiyeler sunuyor.

Nelerden mi bahsediyorlar? Birey olmak, ekip olmak, sorumluluk almak ve yaşamın anlamını inşa etmek, potansiyelimizin farkına varmak ve onu geliştirmek, zor günleri ve umutsuzluğu aşabilmek, hayatımızdaki olmazsa olmaz değerlerimiz, okul-iş-eş seçimlerimiz… Ben Bilinci-Biz Bilinci, Denetim (Korku) Kültürü-Gelişim (Değerler) Kültürü arasındaki farklar neler, bu kavramlar hayatımızı nasıl yönlendirir?

Kitap 14 bölümden oluşuyor:

1-Hayatın Anlamı Nedir?/ “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var”

2- İnsan Kendini Nasıl Geliştirir?/ “Bir avakado çekirdeğinde tüm hayatı görebilirsin”

3-Umutsuzluğu Nasıl Aşarız?/ “Biz büyük bir ekibin parçasıyız”

4-İçimizdeki ‘Öz’ü Nasıl Buluruz?/ “Her insanın içinde otantik bir taraf vardır”

5-Çevremiz Bizi Nasıl Etkiler?/ “Büyük resmin içinde, ben neredeyim”

6-Kime Akıl Danışılır?/ “Hepimizin içinde potansiyel bir rehber var”

7-Yaşam Neleri Ödüllendirir?/ “Gerekirse aç yatın ama merakınızı takip edin”

8-Nasıl Eş Seçilir?/ “İlişkinde tüccar mısın, yoldaş mı?”

9-Zihnimiz Nasıl İşler?/ “Mükemmel olmaya çalışma, olabileceğinin en iyisi olmaya çalış”

10-Nasıl Meslek Seçilir?/ “Her şey değişirken bazı sabitlere ihtiyaç vardır”

11-Nasıl Biz Oluruz?/ ”Yaşam bir dans mıdır, yoksa güreş mi”

12-Toplum Nasıl Dönüşür?/ “Günah dediklerimizin bilimsel olarak incelenmesi lazım”

13-Nasıl Okumalı,Dinlemeli ve Gezmeliyiz?/ “Her kültürün on klasiğini okumak gerekir”

14-Neleri Okumalı,Dinlemeli ve Seyretmeliyiz?/ ”Yaşama, kendime bakışımda yeni ufuklar açıldı”

Doğan Cüceloğlu tüm bunları anlatırken kendi deneyimlerinden de yararlanıyor. Kendi başarıları, başarısızlıkları, hayalleri, beklentileri, hayatının çalkantılı dönemlerini de tüm açıklığı ve içtenliği ile sıcacık bir sohbet içinde okuyucuya sunuyor. Bölüm sonlarında verilen ikaz, bilgi ve öneri listeleri ile kesinlikle rehber niteliğinde bir kitap. Başta gençler olmak üzere herkese tavsiyedir.

Doğan Hoca’nın hafızamda kalacak en naif öğretisi ise sanıyorum şu olacak; “Madem insan doğdum, olabileceğim en iyi insan olmalıyım.”

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Mükemmel olmayı hedeflemek gerçekçi değil. Mükemmel değil, olabileceğinin en iyisi ol.”

 

"Şu ağaçta sararıp solan ve yere düşen yaprak gibi zaman içinde yok olup gidecek miyim, yoksa yolculuğumun bir anlamı olacak mı?"

 

“Bu ülkede içindeki çocuk utanca boğulmuş ve bunalmış o kadar insan var ki! Ben onlara “yetişkin çocuklar” diyorum. İçi çocuk ama bedenen yetişkin... Bunlar kötü insanlar değiller ama her türlü kötülüğü de yapabilirler.”

 

“Korkutmaya meraklı kişinin en büyük korkusu nedir biliyor musunuz? Kendi yetersizliği ile yüzleşmek. Bir gün gelir de ondan korkmazlarsa ne halt edeceğini bilemez çünkü.”

 

“Kişi, hayatındaki en önemli kişinin kendisi, en önemli tanıklığında kendi tanıklığı olduğunu fark edemezse hiçbir zaman hayatla ilişkisini doğru kuramaz.”

 

“Bireysel çıkarlarının sınırları içinde kaldığı sürece insan, hayatında anlam bulamaz. Anlam için ‘biz’i keşfetmesi lazım. ‘Biz’i keşfeden ve kendi potansiyelini geliştirmeye niyet eden insan ise çıktığı yolculuktan hiçbir zaman pişmanlık duymaz.”

 

"Bilgelik hiçbir kötü tarafı olmayan bir insan olmak değil, kötü taraflarının olduğunu bilen ve bunu yönetebilen insan olmaktır!"

 

“Çocukken içinde yetiştiğimiz ortamın etkisi bütün hayatımız boyunca sürer.”

 

“Öfke doluyuz. İlk yapılması gereken şey öfkemizi tanımak ve onun bize söylemek istediğini anladıktan sonra üzerinde düşünüp farkına varmaktır.”

 

“Duygularımız içimizdeki rehberin elçileridir. Öfke, hüzün, telaş, mutluluk, hayal kırıklığı, özlem; hepsi birer elçidir ve bize mesajlar vermeye çalışmaktadırlar. Duygularınızı tanıyın ve köklerini bir an önce dikkate almaya başlayın.”

 

“Sevginin kutsal bir anlamı vardır ve kişi karşısındakini niye sevdiği konusunda niyetinin saflığını keşfetmek zorundadır. Sana istediklerini verdiği için mi seviyorsun? İstediklerin değişecektir. Peki iyi bir yoldaş olduğu için mi seviyorsun? İşte bu devam edecektir.”

 

“Cinsellik diğer gereksinmeler gibi değildir. Cinsel ilişki ruhun derinlerine inen bir eylemdir. Bireyler bilmese de, bundan kaçınsa da cinsel ilişkide özlerin, ruhların birleşmesi de vardır. O nedenle cinsellikte kişinin bilinçli ve ne yaptığını bilerek, bu sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekir.”

 

“Hata yapmaktan çekinme. Yanlış cümleler kur, alakasız şeyleri araya sok, korkma! Çalışman bir taslak halindeyken, hatta bittiği zaman bile senin elinden mükemmel olarak çıkmak zorunda değil. Bunu anlamak çok ama çok rahatlatıcıymış.”

 

"Denetim odaklı korku kültürü 'dış tanıklığa önem veren', gelişim odaklı değerler kültürü 'iç tanıklığa önem veren' kültürdür. Denetim odaklı da korkulacak kimse yoksa istediğini yapabilir kişi, Gelişim odaklıda ise önce kendi özüne hesap verir, en önemli denetimci kişinin vicdanıdır."

 

“Korku kültürü bireyin gelişmesine fırsat vermez. Hayatı belirli bir noktada dondurup, "Çözüm budur!" der ve herkese dayatır. Gelişime fırsat veren toplumlar ise eğitim kurumlarıyla, teknoloji ve ticari kuruluşlarıyla güçlenerek baskın hale gelirler.”

 

“Denetim kültürünün temel cümlesi, " Yaşam bir güreştir; ben güçlüyüm ve seni yenerim, sakın unutma!" olarak ifade edilebilir. Gelişim kültürünün temel cümlesi ise, " Yaşam bir danstır; amacımız değişen müzikle ahenk içinde dansın keyfini çıkartmaktır, sakın unutma!" olarak ifade edilebilir. Biri "ben" niyetiyle, öbürü "biz" niyetiyle, ekip anlayışı içinde yaşama bakar”

 

“Ailede ve eğitim ortamında olmazsa olmaz, yaşaması gereken temel değerler mutlaka şunları içermelidir: Merak edip araştırmak, gerçeğe saygı, hakkaniyet, dürüstlük, sorumluluk, halden anlamak, saygı, sevgi ve işbirliği.”

 

“İnsan dediğimiz bu muhteşem varlık "ben" bilinci içinde en azılı canavardan daha canavar olabildiği gibi, "biz" bilinci içinde meleklerden daha sevecen ve yardımsever olabiliyor.”

 

“İnsanın yaptığı seçimler arasında üçü var ki hayat hikâyemizin en temel dönüm noktalarını oluşturur; okul seçimi, iş seçimi ve eş seçimi. Bu seçimleri bilinçli yapmamız gerekiyor: çünkü varoluşumuzun, hayatımızın her yönünü etkiliyorlar.”

 

“Bana göre hayatın anlamı "keşif"tir. Hayat bir keşif yolculuğudur. Neyi keşfedeceksin? Özünü, kendini.”

 


21 Temmuz 2023 Cuma

ERMİŞ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Ermiş

Yazarı: Halil Cibran

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları– 19.Basım- 2022

Sayfa: 54

Tür: Felsefe-Düşünce


İNCELEME:

Lübnan asıllı Amerikalı yazar, şair ve ressam Halil Cibran’ın Ermiş isimli kitabı şiirsel bir dille yazılmış felsefi bir eser.

Kitapta El Mustafa isimli bir ermiş 12 yıl boyunca kaldığı Orphalese adasından kendi yurduna gitmek üzere ayrılma kararı alır ve gemisinin hazırlanmasını bekler. Uzun yıllar kendisine yurt olmuş bu kentten ayrılmadan önce Ada halkı son bir kez bu filozofun bilgi birikiminden yararlanmak ister. Ada halkı sorar Ermiş cevap verir.

Aşk, evlilik, suç, yasalar, iyi-kötü, dostluk, din, ölüm, alma-verme, özgürlük, çalışmak, acı, akıl, zaman gibi hayata ve insanlığa dair birçok farklı konu da sordukları sorulara hoşgörü ve sevgi çerçevesinde şekillenmiş cevaplar alırlar. Son olarak Ermiş veda konuşmasını yapar ve gemisi ile yoluna devam eder.

Her konunun ayrı 26 başlık halinde ele alındığı eser hayata dair kısa nasihatler içeriyor. Düşündürücü ve geliştirici bir eser. Özellikle de genç yaş grubunda okunması verdiği öğütleri değerlendirme konusunda daha faydalı olacaktır.

Anlatım dili şiirsel olduğundan, düz yazıya çevrilirken kurulan devrik cümleler biraz cümle anlamını belirsizleştiriyor. Bu durum bazen bir cümleyi tekrar okumayı gerekli kılıyor. Eser çok kısa olmakla birlikte yavaş ve anlayarak okunmalı.

Benim ilk okuduğum Halil Cibran eseriydi. Şahsen benim kendi düşünce sistemimde yazara katılmadığım bazı konular olsa da -özellikle suç ve ceza konularına yaklaşımı bana doğru gelmedi- genel çerçevede hayata yönelik bir rehber ve öğreti olarak değerlendirilebilecek faydalı bir eser. Tavsiye ederim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Dün, bugünün anısından ve yarın, bugünün düşünden başka bir şey değildir.”

 

“Bu hep böyledir, sevgi kendi derinliğini bilmez ayrılık vakti gelip çatana kadar.”

 

“İhtiyaçları değişir insanın fakat sevgisi ve sevgisinin ihtiyaçlarının karşılandığını görme arzusu değişmez.”

 

“Malınızdan mülkünüzden verdiğinizde pek fazla bir şey vermiş sayılmazsınız. Gerçekten vermek kendinden vermektir."

 

“Sevinç ve keder; birlikte gelir. Biri sofranızda sizinle otururken, diğeri yatağınızda uyumaktadır.”

 

“Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler, büyütür hem de budar sizi.”

 

“Ama yükleyemezsiniz pişmanlığı masumların yüreğine, suçlularınkinden de kaldıramazsınız. O çağrılmadan çalacaktır kapıları geceleri, insanlar uyanıp kendilerine baksın diye.”

 

“Bir zorba özgür ve gururlu olanlara nasıl hükmedebilir, eğer onların kendi özgürlüklerinde bir zorbalık, kendi gururlarında bir utanç yoksa?”


19 Temmuz 2023 Çarşamba

DUL


 











KÜNYE

Kitap Adı: Dul

Yazarı: Jean-Louis Fournier

Basım: Yapı Kredi Yayınları– 9.Basım- 2023

Sayfa: 112

Tür: Anlatı - Anı


İNCELEME:

"Artık dulum. 12 Kasım günü Sylvie öldü.”

diye başlıyor kitap. Yazarımız Jean Louis Fournier’in 40 yıllık eşi Sylvie’nin ölümü sonrası kaleme aldığı anılardan oluşuyor Dul. Anlatı türünde işlenmiş. Kimi bir sayfa kimi bir ya da birkaç cümleden oluşan düşünceler, anılar, itiraflar, pişmanlıklar.

Fournier hep eşinden önce ölmek istemiş ve bunu da sürekli dile getirirmiş Ancak kaderin farklı planları olacak ki eşi ondan önce davranmış. 40 yıl, kimi için bir ömür. Onlar bu sürede evli kalmayı başarmışlar ve bunu huzur, mutluluk ve aşkla yapmışlar. Bunca süre boyunca sevgiyle hayatı paylaştığınız kişi bir eşten fazlası oluyordur muhtemelen. Hayata tutunacak bir dal, hatta belki kendinizden bir parça.

Ve kaybı ile büyük bir acı ve yas süreci yaşıyor. Kitabı yazmasının sebebi ise ne kendini ne Sylvie’yi ne de yasını anlatmak. Bu sebebi şöyle açıklıyor:

"İkimizi birlikte yaşatmak için yazıyorum. Kitaplarda, yazar ne isterse o olur, patron odur, hayat öyle değildir. Salpêtriére Hastanesi'nin bütün o sofistike makinelerinin yapamadığını ben sözcüklerle yapıyorum. Seni diriltiyorum."

Gerçek dünyada birlikteliklerini daha uzun yıllara taşıyamayan Fournier bunu bu kitapla yapmak istemiş belli ki. Onu yanında hissetmek istemiş. Bunu her yazıda okuyucuya da hissettirmiş.

“Kimliğini buldum, fotoğrafın güzel çıkmış, kendi kimliğimle birlikte cüzdanıma koydum; iki fotoğraf üstüste gelecek şekilde yerleştirdim; hiç olmazsa orada birlikteyiz.”

Duygularını çok sade ve yalın şekilde anlatmış. Kendisi buhranlı, arabesk bir dil kullanmasa da, hatta yer yer esprilerle havayı dağıtmaya çalışsa da anlatı o kadar gerçek ve his yüklü ki özellikle kitabın ilk yarısında çok duygulandım. Kısacık bir kitap olabilir ancak ben tek solukta okuyamadım ve gözlerim dolu dolu halde bir es vermem gerekti. İkinci yarısı daha ılıman bir havada geçti. Kimbilir belki yazar da bu acıyla yaşaması gerektiğini kabullendiğindendir.

Dul benim için arkada kalmışlığın, yalnızlığın ve hüznün kitabı olarak kalacak. Ama okuduğum son Fournier kitabı olmayacak. Taze acıların üzerine olmasa da okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyorum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Devamlı akan su durduğunda serinliği özlenir, yanan ışık söndüğünde aydınlık özlenir ve insan karısını kaybettiğinde de onu ne kadar çok sevdiğini anlar. Anlayabilmek için en kötüsünün başa gelmesini beklemek ne acı. Neden mutluluğu, ancak çekip giderken çıkardığı sesle tanıyabiliyoruz?”

 

“Çok tuhaf, insanlar büyük bir mutsuzluk yaşayanlara mutluluktan bahsedemiyor.”

 

“Seni benim vücudumdan kesip aldılar, beni uyuşturmadan. Yarımı benden aldılar, en güzel yarımı. Yeniden çık diye senin parfümünle suluyorum kendimi.”

 

“En korkuncu, yalnız başıma ölecek olmam. Beni rahatlatmak, elimi tutmak, gözlerimi kapamak için yanımda olmayacaksın.”

 

“Artık, her sabah yalnız uyanıyorum. Uyanır uyanmaz aklıma gelmiyor öldüğün, sanki her sabah tekrar ölüyorsun.”

 

“İyi bir hatıra iyi bir şarap gibidir, yalnız içmemek gerekir. Akranlarımın birer birer öldüğünü gördükçe, beni en çok, "hatırlıyor musun?" diye sorabileceğim kimsenin kalmayacağı gün korkutuyor.”


16 Temmuz 2023 Pazar

SANA GÜL BAHÇESİ VADETMEDİM

 












KÜNYE

Kitap Adı: Sana Gül Bahçesi Vadetmedim

Yazarı: Joanne Greenberg

Basım: Metis Yayınları– 12.Basım- 2000

Sayfa: 280

Tür: Roman, Psikoloji


İNCELEME:

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, bir psikolojik roman olmanın yanı sıra aynı zamanda Joanne Greenberg’in özyaşam öyküsüdür. Yazar, bir dönem yaşadığı psikiyatrik tedavi deneyimini roman karakteri üzerinden aktarmıştır. Bu gerçeği iki küçük oğlundan saklamak için ise uzun yıllar Hannah Green takma ismini kullanır. Yazdıkları bir dönem eleştirmenler arasında tartışmalara yol açsa da birkaç yıl sonra yetkin bir kalem ürünü olarak kabul görür.

Kitabın ana karakteri Deborah Blau, 16 yaşında çok zeki ve aşırı duyarlı bir genç kız. Daha 5 yaşında üretrasında tespit edilen bir tümör nedeniyle 2 ameliyat geçirir. Hastane süreci o yaşta bir çocuk için travmatik etkiler oluşturur ve içine kapanmaya başlar. Mükemmelliyetçi bir büyükbabanın yüklediği sosyal yük buna eklenir. Sonradan ekonomik güç sahibi olmuş bu adam, Yahudi olması nedeniyle tek başına sosyal güç elde edememiştir. Kızlarının iyi evlilikler yapabilmesini sağlamak sosyal statü de kazanmasına yardımcı olacaktır. Tabi bu baskı sadece kızları üzerinde kalmamıştır. Güzel torunundan da hayatta başarı sağlaması adına çok ümitlidir.

Deborah ise önce okulda akranları ve öğretmenleri tarafından hem iletişim sorunları hem de Yahudi olması nedeniyle dışlanır. Sonra da gittiği yaz kampında yine Yahudi olduğu için ötekileştirilir ve hakarete uğrar. Tüm yaşananlar ile bir başarısızlık, yetersizlik ve ait olamama duygusu gelişir. Ve Deborah’ın Benliği parçalanmaya başlar. Bir yere ait olma dürtüsü ve bir savunma mekanizması olarak kendine ait olacağı hayali bir dünya yaratır. Dünyadaki gerçek sorunlardan kaçarak bu düşsel dünyaya sığınır.

Düşsel dünyanın adı Yr Krallığıdır ve kendine özgü bambaşka bir dili vardır. Düşen Tanrı Anrerrabae, Kara Tanrı Lactameon ve Gizleyici Tanrıça Idat ilk başlarda Deborah’a kraliçeleri gibi davranır ve saygı duyarlar. Koro sürekli dünyanın hayaletleri tarafından seslendirilir ve sürekli hakaretler yağdırır. Tanrılar ise Deb’i dünyaya karşı korur ve yol gösterir. Tanrılar sürekli hatırlatır: ‘Sen onlardan değilsin. Sen hiçbir zaman onlardan biri olmadın’

Ancak zaman geçtikçe iki dünya çatışmaya başlar. Zihni bu düş dünyası içinde yeni oluşumlar oluşturur. Yr’nin gizinin ortaya dökülmesine engel olmak için Sansür ve cezalandırmak için de Kuyu oluşur. İki dünya arasında kaldığı, kişilik bölünmesi yaşadığı ya da ‘yanlışlar’ yaptığında Tanrıların, Koro’nun ve Sansür’ün sürekli bağrıştığı, korkunun, anlamın, dilin, ışığın yok olduğu Kuyu’ya düşer ve çıktığında uzun süre bir karmaşa yaşar. Artık bu düşsel dünyanın kraliçesi değil, tutsağı ve kölesi olmuştur. Kendi yarattığı bu düşsel dünyanın da canını acıtması ile başarısız bir intihar girişiminde bulunur ve sonucunda Şizofreni teşhisi ile akıl hastanesine yatırılır.

Bundan sonra Deliliğin, resmi tanımıyla akıl hastalığının iç yüzüne tanık olacağımız bir kurtarma operasyonu başlar. Deborah’ın tedavi süreci, doktorların yaklaşımı, yaşadığı sanrılar, geçirdiği aşamalar, diğer hastalar ile iletişimi, diğer hastalar üzerinden farklı deneyimler, toplumsal değer yargıları, normal-anormal kavramları üzerine bir yolculuk başlar.

Deborah tekrar gerçek dünya ile bağ kurabilecek midir?

Çocukları yetiştirirken onlar için düşündüğümüz ‘en iyi’, aslında öyle olmayabilir mi? Bizim düzenimiz onun yıkıntısına sebep olabilir mi? Pedagojinin, bir çocuk ile iletişimin önemini gözler önüne seriyor. Eli, sesi bir çocuğun dünyasına dokunan herkes için – ebeveyn, eğitmen, öğretmen, doktor vs.- okunmalı.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:


“Adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa, sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki?”

 

''Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim... Ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim. Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim. Sana sunduğum tüm gerçeklik savaşım. Ve sağlıklı olmak, gücünün yettiği kadarıyla, bu sa­vaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir. Ben yalan şey­ler vadetmem hiç. Kusursuz, güllük gülistanlık bir dünya masalı ko­ca bir yalandır... Üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur!" (Dr. Fried)

 

"Bütün hasta insanların hastanelerde olduğunu mu sanıyorsun sen?" (Dr. Fried)

 

“Bütün hasta insanlar denetleyemedikleri güçlerinden nasıl da korkuyorlar! Nedense, yalnızca insan olduklarına, yalnızca insan boyutunda bir öfke duyduklarına bir türlü inanamıyorlar.” (Dr. Fried)

 

"Akıl hastası olmanın en kötü yanı, hayatta kalabilmek için ağır bir bedel ödenmesi."

 

“Cehennemin eşiğine gelmiş kişilerin şeytandan ödü kopuyordu; zaten cehennemin içinde olanlar içinse şeytan özel biri değildi, yalnızca başka biriydi, o kadar.”

 

"Acıtma kuramsal bir şeydir. Asıl acıtan şey, kendinden başka herkesin yaşamını yönlendiren güçlerce tekmelenip dışlanmak, yıllarca deli olarak yaşamak, kimseye bir şeyi anlatıp kendine inandıramamak."

 

"Bazen insan boyun eğemeyeceği bir şeyle savaşmak zorunda kalıyor ve deliliğin güvenli bir şey olduğu bir yere sığınıyor."

 

“Anılar biçim olarak değişmeyebilir, ama yıllar boyu önemlerinin vurgulanması onlara korkunç boyutlar kazandırabilir.” (Dr. Fried)

 

"Ölmek istiyorsam, kendimi niçin kurtarıyorum?"


9 Temmuz 2023 Pazar

TATLI EKŞİ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Tatlı Ekşi

Yazarı: Banu Bayraktarbaşı Ücel

Basım: Gece Kitaplığı– 1.Basım- 2021

Sayfa: 174

Tür: Öykü, Anı


İNCELEME:

Tatlı Ekşi: Keyif Veren Öyküler, Banu Bayraktarbaşı Ücel tarafından kaleme alınmış 25 adet öykü barındırıyor. Aslında içerikte 5 adet kurgu öykü ve 20 adet anı yer alıyor desek daha doğru. Çünkü yazarımız aile ya da sosyal hayatından farklı zamanlarda çok farklı konulara değindiği bazen keyifli bazen hüzünlü anılarını kaleme almış.

Yazım dili ise oldukça mizahi hatta bazen biraz argoya bile kaçabiliyor. Kendisiyle bile çok rahat dalga geçebilecek özgüvene sahip olduğu için anlatımında da oldukça rahat davranmış. Beni rahatsız etmedi. Eleştireceğim şey ise arada cümle kullanımlarında tekrara düşmüş olması olabilir.

Neler mi anlatmış yazarımız. Öncelikle kitabın başında kendini tanıttığı bölümde de anlattığı gibi 2 kere beyin kanaması geçirmiş (2004-2014), ufak hasarlarla hayatına enerjisini kaybetmeden devam etmiş, evli, 3 kedi kölesi ve 3 kitap yazarı olduğundan bahsetmek gerek. Dolayısıyla hikayelerine de bu olgular oldukça yansımış. Eşi, anne-babası, kedileri ve sokak köpekleri, komşuları, arkadaşları, yazdığı dönem dünyayı kasıp kavuran Corona dahil hepsi yer almış anılarında. Her anıyı başında tarihini belirterek, bir kronolojik sıradan bağımsız aktarmış.

Bazı anıları okumak keyifliydi ama bazıları bana çok anlatılası gelmedi. Ancak şunu belirtmeliyim ki ben kurgu hikayelerden ikisini çok beğendim. En beğendiğim öykü ve anıları ise konularıyla birlikte şöyle aktarabilirim:

Ölünce Özgürleşen (kurgu); vaktiyle köpeğine zulüm eden bir adamın felçli kaldıktan sonra yaşadığı pişmanlık ve azap.

İnanç Katili (kurgu); bir kadın cinayeti.

Yoğun İlgiden Kaçının (anı); yazarın yoğun bakım tecrübesi.

Derebeylik Yönetimli Malikhane (anı); 3 kedisi ile hayatlarının buluşması ve köleliği kabulleri.

Bunların yanında babasının vefatından bahsettiği Hayalim Puf’u okurken hüzünlendim, Çilli Bom Bom’da Çilli ve Arap’ın ben de gönlünü almak istedim. Ve Teslim Tesellüm isimli bookstagramları anlattığı anıyı da tebessümle okudum.

Enerjinizi ve hayata bakışınızı çok sevdim. Biraz bana da ilham olsa fena olmaz diyorum. Ve kaleminiz daim olsun, umarım 2.basım kutlamalarınızı paylaştığınız anılarınızı da okuruz.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“İnsanoğlu her şeyde bir kötü yan bulmada ustalaşmıştı oysa.”

 

“Diyecağim o ki ne yaparsak yapalım, bazen o rüzgar hep kederli esecek…”

 

“Olunca hemen unutulacak bir şey, olmayınca nasıl da hafızaya kazınıyor… oysa ki tam tersi olmalı dimi?”


6 Temmuz 2023 Perşembe

BÖYLE KÜÇÜK ŞEYLER


 










KÜNYE

Kitap Adı: Böyle Küçük Şeyler

Yazarı: Claire Keegan

Basım: Jaguar Kitap– 5.Basım- 2022

Sayfa: 86

Tür: Novella


İNCELEME:

Böyle Küçük Şeyler aslında tarihi bir dönemde oldukça acı vermiş ‘büyük’ olaylara parmak basan kısacık ancak etkileyici bir novella. Kitap 1916 yılında yayınlanmış İrlanda Bildirgesinden çocuk ve kadın haklarına atıf yapan bir bölüm ile başlayarak ironi yapıyor.

Sade ve yalın bir dille seyreden olayları okurken aslında ortalama bulduğum konu, kitabın sonundaki ‘metin üzerine bir not’ şeklinde verilen tarihsel açıklama ile derinleşip yoğun bir etki bıraktı üzerimde. Yazar her ne kadar kişi ve anlatının kurmaca olduğunu belirtmiş olsa da tarihsel bir gerçeğe dayanmış olması etkileyiciliğini arttırıyor. Bu tarihsel lekenin adı Magdelen Çamaşırhaneleri.

Bilgi vermek gerekirse bu kurumlar 20.yüzyılda (1758-1996) İrlanda’da Katolik Kilisesi tarafından, İrlanda Cumhuriyeti Devleti işbirliği içinde işletilip finanse edilmiş. Kilise kurallarına uymayarak evlilik dışı hamile kalan, ailesi tarafından reddedilen bekar anneler, yetim, alkolik, engelli genç kız ve kadınlar bu kurumlarda kendi iradesi dışında kalıyor ve zorlu çalışma şartlarına maruz bırakılıyor. Yaşanan şiddet, istismar ve ölümler ise sonradan açığa çıkıyor. Birçok bebek evlatlık verilse de birçoğu da yaşamını yitirmiş, birçok kadın ve genç kız gibi. Oluşturulan araştırma komisyonları raporlarına göre tahminen 30bin kadın buralarda alıkonulmuş, tek bir merkezde 796, sadece 18 tanesinde 9bin çocuğun öldüğü tespit edilmiş. Bunlar ulaşılabilen kayıtlar çünkü birçoğu imha edilmiş. 2013 yılında İrlanda Başbakanı Enda Kenny tarafından hükümet adına özür dilenmiş.

Kitap 1985 yılında, kilisenin etkisinin baskın olduğu İrlanda’da bir kasabada geçiyor. Bill Furlong karısıyla birlikte beş kızını okutup büyütmeye çalışan, borca girmeden hayatlarını idame etmeye uğraşan bir odun-kömür tüccarıdır. Şans eseri zengin bir kadının himayesine girip işlerini gören ve belki böylece bu kurumların himayesine girmekten kurtulup evladına sıcak bir yuva sağlayan bekar annesini 12 yaşında kaybeden Furlong babasının kimliğini ise öğrenememiştir.

O yıl Noel yaklaşırken siparişler de oldukça sıklaşır. Bir sabah manastıra siparişlerini götürdüğünde ise kömürlüğe kapatılmış oldukça kötü durumda genç bir kıza rastlar. Rahibelerle yaptığı konuşma sonrası burada başka olaylar döndüğünden şüphelenir ve alttan alttan araştırmaya çalışır. Ancak karısı dahil kiminle konuşsa üstü kapalı uyarılır. Saygınlığını ve huzurunu korumak adına olanları görmezden gelen bir kalabalık ile karşılaşır. Annesinin geçmişinin de etkisinde olayları değerlendiren Furlong bu gördükleri karşısında sessiz ve hareketsiz kalabilecek midir?

Dinin hakimiyeti altında uygulanan yanlış ve katı uygulamalar, affedici ve birleştirici olması beklenirken ötekileştiren, dışlayan hatta zulmeden bağnaz bir yaklaşım. Ve bana dokumayan yılan bin yaşasın deyip bu zulme göz yuman bir halk. Birçok açıdan okuyucuyu sorgulamalara iten kısacık bir kitap. Tavsiyemdir.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Bu dünyada en kolay iş her şeyini kaybetmekti…”

 

"Bu hayatta ilerlemek istiyorsan, bazı şeyleri görmezden gelmek zorundasın, ancak böyle yol alabilirsin."

 

“İnsan neden en çok da gözünün önünde duran şeyleri görmekte zorlanıyordu?”

 

“Sonuçta biz onlara ne kadar güç veriyorsak ancak o kadar güçlüler, haksız mıyım?”

 

“Yine de esasen kadınlar o keskin sezileriyle çok daha derinlikliydiler; gelmekte olanı gelmezden çok önce kestirebilir, geceleri rüyalarında görebilir ve aklınızı okuyabilirlerdi.”

 

“Bu hayatta sadece çocuğu olmayanlar umursamaz olma lüksüne sahiptir.”


UTOPIA


 











KÜNYE

Kitap Adı: Utopia

Yazarı: Thomas More

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları– 36.Basım- 2022

Sayfa: 244

Tür: Dünya Klasikleri, Felsefe, Politika, Ütopya


İNCELEME:

Sözcük anlamıyla ‘Hiçbir yer’ anlamına gelen Utopia, adından da anlaşılacağı üzere bir hayal ülkesi. Nitekim edebiyatta kusursuz dünya düzeni anlatılarına bir tür olarak da adını bahşetmiş ve günümüzde ütopya bir yazın türü olarak kullanılmakta.

Thomas More eserinde kendi çağının kurulu düzenini, 16.yüzyılın toplumsal ve ekonomik yönden adaletsiz işleyişini, kapitalist sistemi eleştirmiş ve bunu ideal bir sosyalist düzen yarattığı Utopia adası ile okuyucuya aktarmış.

Kitap 2 bölümden oluşuyor. İlk bölüm bir davette karşılıklı bir sohbeti içeriyor ve birçok ülkeyi gezerek görmüş gemici Raphael Hythloday'in Ütopia adası ile Avrupa ülkelerini karşılaştırmasını ve ayrıca kraliyet yönetimine ilişkin fikirlerini ele alıyor. 2.bölümde ise Utopya’daki yönetim ve toplum düzeni Raphael tarafından detaylarıyla anlatılıyor. Tabi ki Raphael’e ses veren aslında Thomas More.

Utopia ve Avrupa arasında yapılan şu karşılaştırma size ön bilgi sağlayacaktır: Avrupa'da zorbaca saltanat süren kralların baskısı varken, Utopia'da kralsız bir özgürlük vardır; Avrupa'da yıkıcı bir kargaşa varken, Utopia'da kusursuz bir düzen vardır; Avrupa'da vicdan özgürlüğü yokken, Utopia'da dinsel açıdan hoşgörü vardır; Avrupalılar para kazanmayı ve mülk edinmeyi düşünürken, Utopialılar kafalarını bilgiyle donatmayı düşünürler; Avrupa'da eğitim üst sınıfın tekelindeyken, Utopia'da eğitim herkese açıktır; Avrupa'nın zenginleri ve çoğu kadınları aylak gezerken, Utopialıların kadınları da erkekleri de her gün belirli bir süre çalışmak zorundadırlar ve en önemlisi Avrupa'da küçük bir azınlık gereğinden fazla varlıklı ve büyük bir çoğunluk yoksulluk içindeyken, Utopia'da herkes ulusal servetten eşitçe yararlanmaktadır.

Şehir yapılanması, yönetim yapılanması, toplum yaşayışı ve ilişkileri, bilim ve sanat uğraşları, evlenme, boşanma, hastalık, kölelik, savaş ve din hakkında yaklaşımları detaylarıyla açıklanmış. Örneğin para ve altının önemi yok, mücevherat değersiz, bunlar halkın gözünde sadece maden ve ülkeler arası ticarette kullanılıyor. Devlet halkın refahı için gereken tüm ihtiyaçları her an karşılıyor. Bu nedenle stokçuluk yok. Av ve kumar asla keyif aracı olarak görülmüyor. İhtiyaç için avlanmak ve savaşmak bile olumsuz duygular oluşturabilecek eylemler olduğundan köleler kullanılıyor. Çalışma saatleri çok kısa ve halk kalan zamanını bilim, sanat ve zanaat faaliyetlerine katılarak kullanıyor. Utopialıların en eski yasalarından biri ise: Kimse dininden ötürü kötülenemez.

Bu denli aydın fikirlerinin yanı sıra Katolik Kilisesi’ne sıkı sıkıya bağlı olan Thomas More’u ise ipe götüren inandığı değerlerden taviz vermemesi olmuştur.

Eserin Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları baskısında ise neredeyse kitabın öz hacminden daha uzunca bir inceleme bölümü mevcut. Hem kitabın konusu, hem More’un yaşamı üzerine detaylı bir inceleme yapılırken Utopia’dan önce ve sonra yazılan ütopyalar üzerine de bir değerlendirme yapılmış. Uzun görünse de faydalı bir içerik sunulmuş.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Malın mülkün kişisel bir hak olduğu, her şeyin parayla ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman gerçekleşemez.”

 

“Herkes bilir ki, bütün canlı varlıklarda açgözlülüğün nedeni ya korku ya da yoksulluktur.”

 

"İnsanlar, kralları insanların yararı için başa getirdiler, kralların yararı için değil... Kralın en kutsal görevi, kendininkinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir."

 

“Bir ülkenin yargıçları, para hırsı veya adam kayırma gibi duyguların etkisi altındaysa toplumun temel taşı olan adalet çökmüş demektir.”

 

“Zengin olmaktansa zengin insanları yönetmeyi tercih ederim. Çünkü herkes keder içinde inlerken kendisi zengin ve keyifli olan biri kral değil, ancak zindan bekçisidir.”

 

“Para ortadan kalkınca nice acıların kaynağı kurumuş, nice cinayetlerin kökleri sökülmüş olmuyor mu? Para ile birlikte korkular, kaygılar, kuşkular, uykusuzluklar da insanın yakasını bırakacaktır. Parasızlıktan doğuyor sanılan yoksulluğun ta kendisi bile para yok olunca yok olacak.”