9 Nisan 2023 Pazar

KARDEŞİMİN HİKAYESİ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Kardeşimin Hikayesi

Yazarı: Zülfü Livaneli

Basım: İnkilap Kitapevi - 2021

Sayfa: 276

Tür: Roman


İNCELEME:

Zülfü Livaneli tarafından kaleme alınmış Kardeşimin Hikâyesi isimli roman bir polisiye-gizem romanı gibi başlasa da psikolojik öğelerin ağır bastığı bir aşk hikayesine evriliyor. Roman Podima köyü, İstanbul, Moskova ve Minsk şehirlerinde geçiyor.

Ahmet Arslan olarak kendini tanıtan karakterimiz çocukken ailesinin bir kazada kaybetmiş, yakın zamanda Karadeniz’in sessiz bir kasabası olan Podimaya yerleşmiş, duvarları kitaplıklarla kaplı bir evde, bahçesinde Kerberos ismini verdiği köpeğiyle yaşayan, duyguları körelmiş 50 yaşlarında emekli bir inşaat mühendisidir. Aynı zamanda dokunma fobisine sahiptir. Sarılma ihtiyacını kendi tasarladığı sevgili ismini verdiği kucaklama makinası ile giderir. Ayrıca ev işlerini gören Hatice Hanım’ın zihinsel engelli oğlu Muharrem’e ders vermektedir.

Bir gün ailecek görüştükleri komşularının evinde bir cinayet işlenir ve arkadaşı Arzu Kahraman öldürülür. Cinayet soruşturması başlar. Bölgeye akın eden gazetecilerden biri olayla ilgili bilgi almak için Ahmet Bey’in peşini bırakmaz.

Soru-cevaplarla geçen bir sürenin sonunda bu sefer Ahmet kızın yanından ayrılmamasını sağlamak için ona muhteşem bir hikâye anlatacağını vadeder. Gazeteci kıza ikiz kardeşi Mehmet’in İstanbul’dan Rusya’ya uzanan aşk ve kayboluş hikâyesini anlatmaya başlar. Ahmet hikâyeyi sürekli duraksayarak ve erteleyerek anlatsa da Olga-Ludmilla-Mehmet üçgeninde yaşananlar kızın da dikkatini çeker.

Soruşturma devam ederken Ahmet köpeğinin kulübesinin yanında Arzu’nun kolyesini bulur ve zihninde her şey çözülür. Tüm süreci anlatan 253 sayfalık notlar (roman) ile birlikte cinayeti işleyen kişi hakkında savcılığa bir mektup bırakır.

Romanın sonundaki Karar kısmında ise Mahkeme tutanağı şeklinde hazırlanan resmi bir yazı verilmiş. Herşeyin aydınlandığı bu kısım okuyucuyu ters köşe yapacak bir son oluşturuyor. ‘Katil Kim?’ in de ötesinde sorulacak sorularla karşılaşıyoruz.

Duygular olmadan nasıl yaşanır?

Karasevda bir insana neler yapar?

Acaba hangi kardeşin hikâyesini okuduk biz?

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Evet, insan her şeyi unutarak yaşayabilirdi ama her şeyi hatırlayarak yaşayamazdı.”

 

"Aşk dünyadaki en tehlikeli, en öldürücü duygudur"

 

“Ama inan bana, insanların çoğunun ruhu, bedeninden önce çürür.”

 

“İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak göremediğimiz, onun varoluşuna çeşitli yüce anlamlar yüklediğimiz için, gövdeden akan kanın, can denilen şeyi çekip almasını, dolayısıyla o kişinin “ölmüş” olmasını bir türlü kavrayamadığımızı düşünüyorum.”

 

“İnsanın biyolojik fonksiyonlarına aşırı bir anlamı yükleme çabası içindeyiz. Çünkü hiçlik zor geliyor.”

 

“Karasevda, gözleri bağlı olarak bir uçurumun kıyısında yürümek değil miydi? Birine sevdalanmak, donmuş bir gölde, nerede ve ne zaman kırılacağını bilmene imkân olmayan ince buzlar üzerinde yürümek anlamına gelmiyor muydu?”

 

“Kimse kimseyi bilemez. Çünkü herkesin anlattıklarının bir kısmı kurgudur, kiminde daha az, kiminde daha çok.”

 

"Peki sizin ayrıcalığınız ne?" "Çok basit. Okumak sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını."

 

“İnsanın kaderini bilmesinden daha korkunç ne olabilir? Herkes öleceği günü saati bilseydi, geriye sayım ne kadar zor olurdu.”

 

“Zamanı bilmek, kavramak ne kadar önemli bir şeymiş meğer. Zaman kavramın kayboldu mu, içindeki temel gerçeğe, uygarlığın çeşitli yöntemlerle değiştirmeye çalıştığı, yücelttiği halde içinde durmakta olan gerçek kimliğine, yani hayvan oluşa doğru adım adım alçalıyorsun.”



KAIKEN


 











KÜNYE

Kitap Adı: Kaiken

Yazarı: Jean Christophe Grange

Basım: Doğan Kitap- 1.Basım- 2013

Sayfa: 383

Tür: Roman, Polisiye-Gerilim


İNCELEME:

Jean Christophe Grange’ın yine polisiye türündeki romanı Kaiken 3 bölümde anlatılıyor: Korkmak, Savaşmak ve Öldürmek.

Kitabın ismi olan Kaiken, samurayların gerekli bir durumda onurlu bir ölüm için kullanmaları amacıyla eşlerine hediye ettikleri bir Japon hançeri. Kitap da Japon kültürüne yönelik detaylı bilgiler içeriyor.

Paris cinayet bürosu başkomseri Olivier Passan, Japon kültürü hayranıdır. Japon bir manken olan Naoko ile evli ve iki çocuğu vardır. Ancak Naoko ile boşanmak üzeredirler.

Kitap bir seri cinayet olayı ile başlıyor. Başkomiser ve yardımcısı Fifi, hamile kadınların karınlarını yarıp, çıkardığı fetüsleri yakan, kendisine Doğumcu lakabı verilmiş bir seri katilin peşindedirler. Passan bu vahşi cinayetleri Patrick Guillard isimli bir galericinin yaptığını düşünmektedir ancak kanıt olmadığı için sürekli elinden kaçırır. Guillard ile ilgili yaptığı araştırmalar da ilgi çekici sonuçlar vermiştir. Ailesi tarafından reddedilmiş, yurtlarda büyümüş, hermafrodit olan, cinsiyetini kendi seçemeden ameliyat edilmiş, iğnelerle hormonal olarak erkek cinsiyete yönlendirilmiştir.

Eşzamanlı olarak Passan’ın evinde de birtakım olaylar yaşanır, önce buzdolabında bir fetüs bulunur, sonra ise çocuklarından alınmış kan banyo duşundan verilir. Ailesi tehdit altındadır. Passan ise yaptığı hata nedeniyle davadan alınır. Ancak Fifi’nin desteği ile işin peşini bırakmaz. Yaşanan olaylar Passan’ın haklı olduğunu gösterir. Ancak tam katil ve olayların sorumlusunun yakalandığı düşünülürken hikâye başka bir yere evrilir. Ailesi ile ilgili tehditler devam etmektedir. Artık Naoko merkezdedir.

Durumu araştıran Passan, Naoko ile ilgili büyük bir sırrı öğrenecektir. Naoko ise bir an önce Japonya ya dönmeli ve geçmişi ile yüzleşmelidir. Bu hesaplaşma için yanına sadece Kaiken’ini alacaktır.

Heyecanı yüksek, soluksuz okunan, olaylarla ilgili detaylarda okuyucuyu şaşırtan bir polisiye kovalamaca. Daha önce Kızıl Nehirler isimli romanını okuduğum yazarın bu kitabını da severek okudum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Basit bir hayatın mı olsun istiyorsun? Sürüye yakın dur ve orada kendini unut.”

 

“Bizleri genlerle belirlenmiş bedenler dünyaya getirir, ama çok daha derine inersek düşüncelerden yaratılırız.”

 

“Dünkü çiçekler bugünün rüyalarıdır yahut dünkü hatalar bugünün kâbuslarıdır.”

 

“Bir insanın gerçeği tıpkı dövme gibidir: Onu ya yatakta ya da morgda görürsünüz.”

 

“Gökyüzü herkesindir,”


6 Nisan 2023 Perşembe

BAŞKALARININ TANRISI


 











KÜNYE

Kitap Adı: Başkalarının Tanrısı

Yazarı: Mine Söğüt

Basım: Can Yayınları - 1.Basım- 2022

Sayfa: 157

Tür: Roman


İNCELEME:

Mine Söğüt, Başkalarının Tanrısı isimli romanı ile yanından geçip gittiğimiz, görmezden geldiğimiz, üzerine düşünmediğimiz insanların hayatlarını kaleme almış. Kimi kendi tercihi kimi zorunluluklarla sokağa düşmüş bu insanların acılarını, pişmanlıklarını, aşklarını, isyanlarını, kinlerini, sevgilerini, yaşam mücadelelerini yine kendine has o buhranlı ve karanlık anlatım dili ile aktarmış.

Karanlık geçmişi tuhaf olaylarla dolu, bacaklarını dizlerinden kendi elleriyle kesmiş yaşlı Efsun Abla...

Kim olduğunu hatırlamayan, hafızasını yitirmiş Adnan Abi...

Sokaklarda bedenini satarak para kazanan Hülya...

Bir sabah uyanıp düzenini, evini, ailesini, işini terk ederek sokaklardaki tekinsiz hayata karışan, kafası karışık şair Musa...

Ve çöpte bulunmuş bir bebek, Matruşka...

Her biri kendi zorlu sorularıyla baş etmeye çalışan ve kucaklarındaki kimsesiz bebekle şehrin sokaklarında kendilerine barınacak bir delik arayan bu dört insanın ayakta kalma mücadelesini anlatırken okuru da kendi kimliği ve hayatın gerçekleri ile yüzleşeceği bir sorgulamaya davet ediyor.

Bu beş sokak insanının yarı hayal yarı gerçekçi hikâyesi üzerinden kurulu sisteme de yoğun eleştirilerde bulunuyor Mine Söğüt. Cümleleri yeri geliyor tokat etkisi yaratıyor. Kasvetli ve hüzünlü... Düşünmeye sevk ediyor. Ben bu kitabını da severek okudum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait. Başkalarının isteklerinden doğuyor, başkalarının istediği gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz. Bizim sandığımız hayat bizim değil, bizim sandığımız beden bizim değil."

 

"Biz hepimiz, iyi kötü bir tanrıya inanıyoruz. O tanrının bizim değil, başkalarının tanrısı olabileceği fikrini her yıkımda, her felakette, her yüzleşmede hızlıca zihnimizden kovuyoruz."

 

“’Saraylar...Yanar tabii,’ diyor Adnan Abi. ‘Halkı fakir olan zalimlerin sarayları er geç yanar. Kimini gerçekten alevler sarar, yakar, kimi paçasından tutuşur yanar. Ama her saray mutlak yanar.’”

 

“Anlatacak hikâyesi olmadan terk ettiği yere dönemez insan.”

 

“her şey tam ve bir şey hep eksik.”

 

“Tanrı kimse kim. Sana ne? Bana ne? Bir hayrı mı var bize? Tanrının varlığını tartışmak yerine hayrını tartış, o zaten hızla kendiliğinden yok olur.”

 

“Sezgileri körelmiş insanlar, sadece kendi adımlarının derdinde, ulaşmak istedikleri hedefe gitme gayretiyle yanı başlarında olup biten onca şeyi görmeden, hiçbir şeyi görmeden, kör gibi, akılsız gibi, kötü gibi sadece kendilerini düşünerek, ilerliyorlar. Yoksa geriliyorlar mı?”

 

“Bizim tanrımız yok! Hâlâ anlamadın mı! Bizim tanrımız yok! Başkalarının tanrısı o!"

 

“Bir çocuğu korumanın tek yolu onu doğurmamaktır.”





LEYLANIN EVİ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Leyla’nın Evi

Yazarı: Zülfü Livaneli

Basım: Remzi Kitabevi- 4.Basım- 2006

Sayfa: 271

Tür: Roman


İNCELEME:

Leyla Bosnalı, Abdullah Avni Paşa’nın biricik torunu, Handan’ın yasak aşkının meyvesidir. Leyla annesini doğar doğmaz kaybeder ve yalıda dedesi ve anneannesi ile birlikte yaşar. Paşa dedesi vefat ettikten sonra savaş döneminin sıkıntıları nedeniyle yalıyı idare edemeyen anneanne torunu ile yalının müştemilatına yerleşir. Yalıyı ise Ömer Cevheroğlu ve karısı Necla satın alır.

Anneannenin ölümüyle yalının yeni sahipleri, müştemilatın tapusu Leyla’nın üzerine olmasına rağmen Leyla’yı oyuna getirir ve sahte raporlarla Leyla’yı müştemilattan dışarı atarlar. Leyla Hanım bir süre Bosnalı Yalısı’nın kapısında adalet yerini bulsun diye bekler ama bir sonuç alamaz. Aynı zamanda mahallenin de çocuğu olan gazeteci Yusuf tarafından durum basına yansıtılır. Bekleyiş sürecinde Yusuf Leyla Hanım’ı evinde misafir eder ve birlikte yaşadığı Roxy (Rukiye) ile tanıştırır.

Rukiye Almanya’da büyümüş, rockçı, asi bir kızdır ve durumdan pek hoşnut olmaz. Rukiye ve Leyla Hanım birbirlerini tanıdıkça aralarında bir anne-kız ilişkisi gelişir.

Ömer Cevheroğlunun babası Ali Yekta Bey ise bir zamanlar yalı hizmetlisidir. Oğlunun zengin bir iş adamı olmasıyla çehresi değişir. Eski ve yeni hayatı arasında bir varoluş çabası içindedir. Bu arada Leyla Hanım’ın komşularının da duruma yaklaşımını izliyoruz. Leyla Hanım’ın arkadaşında duracaklar mı?

Leyla Hanım’ın hakkını arama mücadelesini anlatılırken bir yandan da farklı birçok karakterin analizi de yapılıyor romanda. Kitabın sonunda okuduklarımız ise bize ‘Ağlayanın malı gülene hayır getirmez’ sözünü hatırlatıyor.

Leyla’nın mücadelesi nasıl sonuçlanıyor dersiniz. Leyla evini torununa (Roxy ve Yusuf’un kızına) bırakıyor.

‘Leyla’nın evi, Leyla’ya…’

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Mademki insanlar birbirine acı veriyordu, o zaman en güzel şey hayata meydan okumak ve mutlak bir yalnızlığı seçmekti."

 

"İnsan bir şeyi yitirmeye görsün, gerçek değeri o zaman ortaya çıkıyordu demek ki."

 

"İnsanoğlunun kendi ihtiraslarının bir hapishane hücresinden daha korkunç bir esaret olduğunu anlamıştı ..."

 

“Biraz erken ya da biraz geç ölmenin bir anlamı olmadığına göre, yaşamın amacı neydi? Zaten yok olacak kumdan şatolar yapmak neye yarıyordu? Büyük bir mücadele içinde olan insanlar böyle şeyler düşünmüyor, kendilerini hayattaki başarılarına adıyorlardı. Ama insanın temel duygusu buydu. Yeryüzü korkusu, yaşam ürkekliği, geçici olmanın yarattığı yürek b

GÖRMEK


 











KÜNYE

Kitap Adı: Görmek

Yazarı: Jose Saramago

Basım: Kırmızı Kedi Yayınevi- 9.Basım- 2020

Sayfa: 324

Tür: Roman


İNCELEME:

Jose Saramago’nun Görmek isimli romanı daha önce kaleme aldığı Körlük romanı ile bağ kuruyor. O nedenle henüz okumadıysanız önce Körlük romanını okumanızı tavsiye ediyorum. Saramago’nun virgüllerle bağlanan uzun cümleleri, konuşma çizgisi barındırmayan diyalogları ve ismi olmayan sıfatlarla tanımlanan karakterleri ile kendine has yazım tarzı ile buluşuyoruz yine.

Körlük romanının geçtiği ülkedeyiz yine. Beyaz körlük salgınının üzerinden henüz fazla zaman geçmemişken yeni bir felaket, olağandışı bir durum geliyor yine kentin başına. Sandıklar kuruluyor ve bir seçim yapılıyor. Ve oy kullananların yüzde 80’i boş oy kullanıyor. Seçim tekrar ediliyor ve bunun üzerine çok daha yüksek oranda boş oy kullanılıyor.

Bunun üzerine hükümet yetkilileri toplanıyor ve bir komplo kurulduğuna inanarak sıkıyönetim ilan ediyorlar. Halk cezalandırılır. Başkent değiştirilir ve hükümet üyeleri şehri terkederek yeni başkente taşınır. Şehirde kalan halkın şehri terketmesi yasaklanır. Sınırlara tanklar ve askerler yerleştirilir. Sınırdan çıkma konusunda diretenler için ‘vur emri’ verilir. Hükümetin peşpeşe aldığı yanlış kararlara tanık oluyoruz.

Hükümet üyeleri bu kararları alırken şehirde bir yağma ve talan, bir kargaşa olacağını öngörür hatta ister. Öyle ki polisi de şehirden çeker ki ortalık iyiden iyiye karışsın, halk kendini güvende hissedemesin. Hükümete ihtiyaç oluşsun. Peki ne olur?

Halk gayet barışçıl ve huzur içinde yaşamaya devam eder. İhtiyaçları için birbirlerine yardım ederler. Parlamento üyelerinin canı sıkılır. Ne yapacaklarını düşünürken bir mektup alırlar. Mektup, daha önce yaşanan körlük salgınında bir kadının (doktorun karısı) salgına yakalanmadığını, gördüğünü, hatta bir kişiyi de öldürdüğünü yazar. Hemen bu kadın ‘boş oy’ salgınından da sorumlu tutulur ve soruşturma için bir komiser tutulur. Ancak komiser masum birini suçlayamayacağını ifade edince görevden alınır. Ertesi gün bir gazete ile anlaşılır ve kadının fotoğrafı ve hakkındaki suçlama paylaşılır.

Komiser hemen duruma müdahale eder, gazeteler ile görüşür. Bir gazete cesur davranarak haberin düzmece olduğu ve kadının masum olduğu haberini yazar. Halk destek verir. Ve biz okuyucular içinde bu diktatörlüğün başarısız olacağına dair bir umut doğar. Ancak önce içişleri bakanı görevden alınır, sonra da komiser bir parkta başından vurularak öldürülür. Peki hükümetin bu öfkesi karşısında doktorun karısını ne beklemektedir? Umutlar yerle bir… Hazin bir son…

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Tanımadığınız birine ağlamaktan daha saygın bir şey olamaz.”

 “Kadere meydan okumanın çok çeşitli yolları vardır ve neredeyse hepsi de boşunadır ve en kötüsünün olacağını düşünmeye mecbur kalırken en iyisinin olacağına inanmak ise bu yolların en sıradanlarındandır.”

 

“Saygı görmek istiyorsan samimiyet kurma...”

 

“Huzur içinde olmak için uykuya ihtiyacımız olmasa çok daha iyi olur.”

 

“İnsanlar arasında yapabileceğimiz en kesin ayrım onları zekiler ve aptallar diye ayırmak değil, zekiler ve aşırı zekiler diye ayırmaktır. Aptallarla ne istersek yaparız, zekiler karşısında en iyi çözüm onları hizmetimize almak olur, aşırı zekilere gelince, onlar bizim tarafımızda olsalar bile özünde tehlikelidirler, bu tehlikeden kaçınamazlar. İşin en tuhaf yanı, ne yaparlarsa yapsınlar sürekli olarak onlara karşı dikkatli olmamız konusunda bizi uyarırlar ama genellikle uyarılara dikkat etmeyiz ve sonra sonuçlarına katlanmak zorunda kalırız."

 

“İnsan soyunun ahlaki kusuru ne bugüne özgüdür ne de düne, tarihseldir, çok eski zamanlardan gelmektedir. Şu an birbirimizle dayanışma içinde gibi görünüyoruz, fakat yarın birbirimizi yemeye başlarız ve sonda açık savaş evresine geçilir, anlaşmazlık, çatışma olur. Bu sırada dışardakiler de yan gelip yatarlar ve ne kadar direnebileceğimize dair bahse girerler, ne kadar sürerse o kadar iyi, evet, efendim, fakat yenilgi kesin, garanti.”

 


MİKROBİYOTA


 











KÜNYE

Kitap Adı: Mikrobiyota

Yazarı: Ed Yong

Basım: Domingo Yayıncılık- 8.Baskı- 2021

Sayfa: 400

Tür: Popüler Bilim, Araştırma-İnceleme


İNCELEME:

İçimizdeki Mikroplar & Yaşama Büyüleyici Bir Bakış

Bilim muhabiri Ed Yong tarafından bilim insanlarının araştırmaları ve ilgili alandaki kişilerle yaptığı röportajlar doğrultusunda Mikrobiyoloji alanında yazılmış olan roman, son dönemde oldukça popüler olan Mikrobiyota kavramı üzerinde duruyor. Bağırsaklarımızda yaşayan mikropların yaşamımızdaki önemini kavradıkça hepimizin mikroplara bakış açımız bir hayli değişti. Alt başlıktan da anlaşılacağı üzerine içimizdeki mikrop dünyasına büyüleyici bir bakış sunuyor. Kitap aslında sadece insanın değil tüm hayvan âleminin mikrop ekosistemini inceliyor.

Artık hepimiz yalnız olmadığımızı ve bedenimizi trilyonlarca küçük canlı ile paylaştığımızı biliyoruz. Sadece bağırsağımızdaki bakterilerin sayısı, galaksimizdeki yıldızların sayısından fazla. Ve bu kitap da yıllarca mikrop dünyasına yöneltilen negatif bakışı, bu alandaki çalışmaları, yeni gelişmeleri, mikrop dünyasının zararından çok sahip olduğu faydaları tek tek gözler önüne seriyor. Mikropların dünyasına çok geniş bir pencere açan kitap 10 bölümde anlatılıyor.

1-    Yaşayan Adalar: 4.54 milyar yaşındaki dünyada canlılığın gelişim sürecini 1 takvim yılına sığdırsak nasıl olur? Mikroplar bu takvimde nerede yer alır?

2-    Bakmayı Akıl Edenler: Tarihte mikrop dünyasının keşfi ve çalışmaların gelişimi. Mikropların hastalık etkeni olduğu fikrinin nasıl değiştiği ve Amsterdam’daki mikrop müzesi anlatılıyor.

3-    Vücudu Biçimlendirenler: Mikroplar hayvanların vücudunu nasıl etkiliyor? Tek hücrelilerin koloni oluşturması, bazı denizel canlıların olgunlaşabilmeleri, bazı omurgasızlarda enerji kaynağı ve rejenarasyon yeteneğine etkileri nedir? İnsanlarda salgılanan kimyasallar, doku ve organ oluşumuna etkileri, bağışıklığa etkileri neler? Beynimizi ve davranışlarımızı da etkiliyorlar mı?

4-    Sözleşme Koşulları: Bir bakteri her zaman zararlı ya da her zaman yararlı mıdır? Bulunduğu yere ve koşullara göre taraf değiştirebilirler mi? Bir simbiyoz ilişki duruma göre hem patojen hem mutualist olabilir mi?

5-    Hastalıkta ve Sağlıkta: Hastalıkların kaynağı ve mikroplarla ilişkisi ne? Mikrobiyomu etkileyen faktörler nedir? Çocuklukta temas kurulan bakteri çeşitliliği bağışıklığı nasıl etkiler? Peki ya doğum şeklimiz? Antibiyotik kullanımı ve sanitasyon ne ölçüde gerekli?

6-    Uzun Vals: Ortak çalışan bakteriler nasıl ilk kez bir araya geldiler? Bu birliktelik nasıl gelişti? Endosimbiyoz, Holobiyont ve Hologenom kavramları nedir?

7-    Karşılıklı Garantilenen Başarı: Hayvanlara kazandırdıkları diğer yetenekler neler? Sindirilemeyen besinlerin sindirimi, yaşanması zor koşullara dayanıklılığı sağlama, ölümcül öğünlerle hayatta kalmayı sağlama gibi evrimsel yetenekler… Mikrop genomu konakçı genomunu etkileyebilir mi?

8-    Mi Majör Allegro: Arkadaşlarımızdan iyi genlerini ödünç alabiliyor olsaydık ne olurdu? Bakterilerin gerçekleştirdiği bu yatay gen aktarımı onlara neler sağlıyor?

9-    Alakart Mikroplar: Kötü bakterileri ortamdan uzaklaştırıp iyi bakterileri eklemek faydayı sağlar mı? Dengeyi neler sağlar, faktörler neler? Prebiyotikler ne kadar etkili? Fekal (dışkısal) Mikrobiyota Nakli (FKM) tekniği ne işe yarıyor? Gelecekte hastalılara karşı mikroplar mı reçete edilecek? Genetik mühendisliği ile mikrop asker ve muhabirler geliştirebilecek miyiz?

10-              Yarının Dünyası: Çevreye saçtığımız mikroplarla da etkileşimdeyiz. Ya cansız çevre? Mikroplar mimaride nasıl kullanılacak? Hastane, okul vb binalarımızın duvarlarına mikroplar mı ekeceğiz? Mikrobiyom dünyasını gelecekte neler bekliyor?

Bir biyolog olarak yıllar önce kapsamlı bir Mikrobiyoloji dersi aldığımdan bana oldukça keyifli gelen bu kitap, biyolojiye ve konuya ilgisi olmayanlar için biraz ağır da gelebilir. Yine de kolay okunan ve ufuk açıcı bir kitap. Konuya meraklı herkes okumalı.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Hayvanlar evrimin kreması olabilir ama asıl pasta bakterilerdir." (Andrew Knoll)

 

"Çokluklar var içimde, evet ama bunlar sadece bir kısmı; geri kalanıyla canlı bir aura gibi dünyaya yayılıyorum."

 

"Her birimizin, genlerimiz, yaşadığımız yerler, aldığımız ilaçlar, yiyip içtiklerimiz, yaşadığımız yıllar, sıktığımız eller tarafından biçimlendirilmiş, kendine has, ayırt edici bir mikrobiyomu vardır."

 

"Sofrayı usulüne uygun hazırlarsak yemeğe doğru misafirler gelir, davetsiz misafirlerse kapıda kalır."

 

"Bizler, tüccar bakterilerin genetik mallarını değiş tokuş ettiği hareketli pazar yerleriyiz."

 

"Gerçekte bakteriler 'kötü' parazitler ile 'iyi' mutualistler arasındaki yaşam tarzları süreminde var olur."

 

"Bir kütüphaneye gidip bulduğum bir mikrobiyoloji kitabını pencereden bıraksam o anda aşağıdan geçen biri beyin sarsıntısı geçirebilir. Ama faydalı mikroplarla ilgili sayfaları yırtıp alsam, bu sayfalarla vereceğim zarar ancak sevimsiz bir kâğıt kesiği olabilir."

 

"Hepimiz kendince birer hayvanat bahçesi, tek bir bedenle kuşatılmış birer koloniyiz. Birçok türden oluşmuş kolektif yapılarız. Koca bir dünyayız."

 

"En uyumlu simbiyozlarda dahi çatışma, bencillik ve ihanete her zaman yer vardır."

 

"Antibiyotikler vücudumuzdaki mikropları ortadan kaldırmak üzere tasarlanırken, probiyotikler onları kasıtlı olarak ekleme çabasını yansıtır.

Faydalı mikropları seçici olarak besleyen maddelere ise prebiyotikler denir."

 

"Doğal seçilimin acımasız sözleşmesi, ortaklardan biri gereksizse diğerinin ondan kurtulmasını garantiler."

 

"O halde, birlikte iyi çalışan bir mikrop topluluğu yaratmak, probiyotik yapmaya göre daha akıllıca bir yaklaşım olabilir."

 


GÜLÜN ADI


 











KÜNYE

Kitap Adı: Gülün Adı

Yazarı: Umberto Eco

Basım: Can Yayınları- 52.Basım- 2021

Sayfa: 733

Tür: Roman, Polisiye, Tarih


İNCELEME:

Umberto Eco, “canım bir roman yazmak istiyordu” demiş ve ilk romanı Gülün Adı’nı kaleme almış. 736 sayfalık roman için incelikli bir tarihsel çalışma yaptığı anlaşılıyor yazarın. Çünkü her ne kadar polisiye bir roman olarak aktarılsa da kitabın konusunun önemli kısmını Hristiyanlık tarihi oluşturuyor.

Ortaçağ’ın karanlık yüzünü, Papa ve İmparatorluk arasındaki çekişmeyi, manastır içindeki kirli oyunları, yine dinin güç için kullanılışını, gücün elde tutulması uğruna yapılan kötülükleri anlatıyor. Kadının şeytan gibi görüldüğü bu dönemde destek gören Fransisken, Dominiken, Benedikten ve Dolsinisyen Tarikatları hakkında geniş bilgi verilerek dönemi daha yakın anlamamız sağlanıyor.

Kitabın başları Ortaçağ yaklaşımını anlamamız adına daha din tarihi ağırlıklı bilgiler içeriyor ve biraz daha ağır akıyor. Bu kısımlar okumamı biraz yavaşlattı açıkçası. Ama konu ilerledikçe kendimizi akıcı ve zekice kurgulanmış bir cinayet soruşturmasının içinde buluyoruz.

Kitap 7 güne bölünerek gün gün anlatılıyor. Hikâye bir dağın tepesindeki bir manastırda geçiyor. Manastırda gülmek yasak çünkü günah. Peş peşe cinayetler işleniyor. William ve çömezi Adso cinayetleri çözmeye çalışıyorlar.

Manastırda süslemeci olarak görev yapan Adelmo ilk ölü bulunan kişidir. Önce intihar olduğu düşünülür ancak incelemeler bir cinayet olduğunu gösterir.

2.cinayet Yunanca çevirmeninin ölümüdür. Cesedin kar üzerinde taşındığı tespit edilir.

3.cinayet kütüphane yardımcısının ölümüdür.

William ve Adso araştırdıkça dikkatleri kütüphane üzerinde yoğunlaşır. Kütüphane muazzam içeriğe sahip kitaplarla dolu ve yapı olarak da girenin yolunu kolayca bulamayacağı çok karmaşık bir labirent şeklinde. Kütüphaneye dışardan giriş yasaktır ve William ile Adso ya da izin verilmez. Bir şekilde gizlice girerler. Labirentin sırrını çözmek ve yollarını bulmak ayrı bir maceradır. Sonunda içerde şifreli bir mektup bulurlar.

Ölümlerin hepsi aynı nedenle gerçekleşmiştir. Başparmaklarında ve dillerinde zehirli mürekkep tespit edilir. Erişilmesinden korkulan, sır gibi saklanan bir yasak kitap mı vardır? Bu kitabı kim yazmış? Ulaşılamaması adına bunca korunan bu kitap neler anlatıyor acaba?

Aydın zihinlerden ve düşüncelerden korkan karanlık zihinlerin neleri göze aldığını görüyoruz.

    

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Gerçek bizi özgür kılar.”

 

"İnsan susarak da bir şey söyleyebilir."

 

"Ölüm yolcunun dinlenmesi, tüm çabaların sonudur."

 

“Kötülüğün nerede yattığını ve nasıl göründüğünü bilmeliyim; bir gün onu tanıyabilmek ve başkalarına da onu tanımayı öğretebilmek için.”

 

“Her gerçek her kulağa göre değildir.”

 

"Deliler ve çocuklar her zaman gerçeği söylerler."

 

“İnsan gereğinden çok konuşarak da, gereğinden çok susarak da günah işleyebilir.”

 

"Öyle sözcükler vardır ki bize güç verir; öyleleri de vardır ki bırakılmışlığımızı daha da artırır."

 

“Kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesidir.”


2 Nisan 2023 Pazar

TATAR ÇÖLÜ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Tatar Çölü

Yazarı: Dino Buzzati

Basım: İletişim Yayınevi - ekitap

Sayfa: 232

Tür: Roman


İNCELEME:

Tatar Çölü bekleyişin, umut etmenin, alışkanlıkların esiri olmanın, umutların kayboluşunun ve harcanan bir ömrün romanı. Giovanni Drogo’nun otuz yılının öyküsü.

Askeri okulu bitiren Teğmen Drogo ilk görev yeri olarak, ıssızlığın ortasında, kuzeyinde Tatar çölünün bulunduğu Bastiani Kalesine atanır. Yola çıka ve kaleye varır.  Drogo ilk başta burada kalmak istemez. Geri dönmek istese de bunun askeri kariyerine zarar vereceği düşüncesiyle zorunlu süreyi tamamlamaya, sonrasında buradan ayrılmaya karar verir.

4 aylık süreyi tamamlasa da kaleye ve oradaki tekdüze yaşama alışır. Ayrıca bu kale ve içindeki askerler bu ıssız yere nedensiz kurulmuş olamaz. Çölün derinliklerinden Tatarların bir ordu toplayacakları ve kaleye saldırı düzenleyeceklerini, o ve askerlerin kaleyi ve hattı kahramanca savunarak kariyerleri için büyük bir başarı imzası atacaklarına dair bir düşünce beslemektedirler. Bu umut bir süre sonra varoluşlarının tek amacı olmuştur. Tüm hayallerini, yapmak istediklerini bu hedef sonrasına erteler.

Peki bu saldırı gerçekleşecek midir? Drogo bu başarıya imza atabilecek midir?

Bir ömrün üzerine harcandığı bu bekleyiş gerçekleştiği, orduların kalenin görüş alanına girdiği gün Giovanni Drogo güçten düşmüş ve çok hasta yatmaktadır. Kalede telaşlı hazırlık devam ederken o tedavi için şehre gönderilmek üzere bir arabaya bindirilir.

Drogonun yiten umutları, yaşadığı hayal kırıklığı ve yalnızlık duygusu üzerimize çökerken biz de kendimizi hayatta aldığımız kararlar, sıkı sıkıya tutunduğumuz amaçlar ve üzerine inatla gittiğimiz alışkanlıklar üzerine sorgular buluyoruz.

Kitap biraz ağır tempoda ilerliyor, durağan bir atmosferi var. Yine de verilen mesajlar ve duygu geçişi açısından başarılı bir kitap.

Dipnot: Ben kitabı e-kitap uygulamasından okudum.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Belirli bir zamanda, arkamızda bir kapı kapanır, kapanır ve bir şimşek hızıyla kilitlenir; geri dönecek zaman kalmamıştır.”

 

"Muhakkak farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki, insan, 'artık sonuna gelmiş olsam bile beklemeye değmiş,' diyebilmeli."

 

“Haydi biraz cesaret Drogo, bu senin son kağıdın, ölümün karşısına bir asker gibi çık ki, hiç olmazsa kandırılmış yaşamın güzel bitsin. Yazgıdan intikamını al, kimse sana kahraman ya da buna benzer bir şey demeyecek ama işte tam da bunun için böyle yapmaya değer. Gölgenin sınırını, resmi geçitteymiş gibi dimdik, kararlı bir adımla aş, hatta becerebilirsen gülümse. Sonuçta vicdanın çok rahatsız değil…”

 

"İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur.”

 

“İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti."


MORGUE SOKAĞI CİNAYETLERİ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Morgue Sokağı Cinayetleri

Yazarı: Edgar Allan Poe

Basım: Mavi Çatı Yayınları- 1.Basım- 2019

Sayfa: 88

Tür: Hikâye, Polisiye


İNCELEME:

İlk kez 1841 yılında yayımlanmış olan Morgue Sokağı Cinayetleri, ilk dedektiflik öyküsü olarak edebiyat dünyasında yerini almıştır. Başkahramanı dedektif Dupin’in ise hepimizin bildiği Sherlock Holmes karakterinin sahibi Arthur Conan Doyle'a esin kaynağı olması polisiye alanında öncülük ettiğinin de bir nevi kanıtı.

Ana karakter C. Auguste Dupin başarılı bir dedektif. Kitap da Dupin’in ismi geçmeyen arkadaşının ağzından anlatılıyor.

Öyküde yaşlı bir kadın ile kızı vahşice işlenmiş bir cinayete kurban giderler. Cinayeti çözmek dedektif Dupin’in işidir.

İki kadının çığlıklarının ardından eve giren komşularının ifadeleri ile olay yeri arasında bir türlü bağ kurulamamaktadır.

İki farklı ses duyulmuştur. Biri bir Fransız aittir. Ya diğeri?

Acaba katil kim?

Bu cinayeti çözmeye çalışan Dupin’in sıradışı, gözleme dayalı ve analitik tarzdaki düşünce tekniği ile hem onun zekâsına hayran kalıyor hem de cinayetin adım adım sonuçlandırılışını okuyoruz.

Kahvenizin yanında size eşlik edecek, kısacık, heyecanlı ve sürükleyici bir polisiye hikâye. Keyifli okumalar dilerim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Tek lüksü kitaplardı."

 

“Gerçek her zaman bir kuyunun dibinde değildir.”

 

“Yersiz bir derinlik düşünceyi karıştırır, zayıflatır; bir noktaya toplanmış, devamlı, dümdüz bir dikkatle bakarsanız, Çoban Yıldızı bile gökyüzünden silinip yok olabilir.”

 

“Delilik sandığınız şeyin sadece duyuların fazla keskinleşmesi olduğunu söylememiş miydim ben size?”

 

"Gerçek şu ki, becerikli kişiler her zaman hayal kurarlar, yaratıcı olanlar ise çözümleyicidirler."


KORKU ÖYKÜLERİ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Korku Öyküleri

Hazırlayan: Derleme- Derya Öztürk

Basım: Mavi Çatı Yayınları- 1.Basım- 2019

Sayfa: 64

Tür: Hikâye, Korku-Gerilim


 İNCELEME:

“Ah, Tanrı beni şeytanın azabından korusun ve esirgesin! Vuruşum sessizliğin içinde henüz yankılanırken birden duvardan bir ses geldi. Bir çığlık, ilk önce kırık dökük bir inilti, sonra bir çocuğun hıçkırıkları gibiydi, sonra uzun, avaz avaz ve sürekli bir çığlığa dönüştü, çığlık sanki cehennemin ta dibinden gelen ve zebanilerin topuzları altında inleyen kötü ruhların ulumalarına benziyordu.

Çoktan çürümeye başlamış, kanla kaplı ceset polislerin önünde dimdik duruyordu. Başının üzerinde kırmızı açık ağzı, ateş gibi yanan tek gözüyle beni bu cinayete sürükleyen, iğrenç sesiyle beni darağacına götüren o iğrenç kedi oturuyordu. Cesetle birlikte onu da duvara gömmüştüm.” (Tanıtım Bülteninden)

Kitap bir öykü derlemesi. İçinde 3 ünlü yazara ait korku-gerilim türünde 3 hikâye yer alıyor.

Kitapta Yer Alan Öyküler ve Yazarları:

1-      Aynada – Valeriy Bryusov

2-      Kara Kedi – Edgar Allen Poe

3-      Sarı İşaret – Robert W. Chambers

Korku öyküleri okumayı sevenler için çayınızı ya da kahvenizi içerken size eşlik edecek, bir çırpıda okunacak heyecanlı öykülerdi. Keyifli okumalar dilerim.

 


AMERİKAN EDEBİYATINDAN KISA ÖYKÜLER


 











KÜNYE

Kitap Adı: Amerikan Edebiyatından Kısa Öyküler

Hazırlayan: Derleme- Elvan Aytekin

Basım: Kopernik Kitap- 1.Basım- 2018

Sayfa: 172 

Tür: Hikaye


İNCELEME:

Amerikan edebiyatının ve aynı zamanda Dünya edebiyatının da en önemli öykü ustaları arasından 12 ismi bir araya getiren kitap, okuyucuya 12 adet öykü sunuyor.

Elvan Aytekin tarafından derlemesi yapılan kitap, bir çırpıda okunacak, etkileyici ve düşündürücü öyküler içeriyor.

Kitapta Yer Alan Öyküler ve Yazarları:

1-      Alman Gencin Maceraları – Washington Irving

2-      Papazın Siyah Peçesi – Nataniel Hawthorne

3-      Şişede Bulunan Not- Edgar Allen Poe

4-      Çan Kulesi – Herman Melville

5-      Kız mı, Kaplan mı? – Frank Stocton

6-      Şans – Mark Twain

7-      Bir Saatlik Öykü – Kate Chopin

8-      Sarı Duvar Kâğıdı- Charlotte Perkins Gilman

9-      Arabacının Koltuğundan- O.Henry

10-  Yüzü Dönük- Stephen Crane

11-  Hayatın Kanunu - Jack London

12-  Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi – F.Scott Fitzgerald

 

Benim içlerinde en sevdiğim öyküler Alman Gencin Maceraları, Kız mı Kaplan mı?, Bir Saatlik Öykü, Sarı Duvar kağıdı, Hayatın Kanunu ve Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi oldu.

Bazılarını tek başına ayrı yayınlar olarak da okumuş olabilirsiniz tabi. Sizin denk gelip de okuduklarınız var mı bu öyküler içinde?