KÜNYE
Kitap Adı:
Leyla’nın Evi
Yazarı: Zülfü
Livaneli
Basım: Remzi
Kitabevi- 4.Basım- 2006
Sayfa: 271
Tür: Roman
İNCELEME:
Leyla
Bosnalı, Abdullah Avni Paşa’nın biricik torunu, Handan’ın yasak aşkının
meyvesidir. Leyla annesini doğar doğmaz kaybeder ve yalıda dedesi ve anneannesi
ile birlikte yaşar. Paşa dedesi vefat ettikten sonra savaş döneminin
sıkıntıları nedeniyle yalıyı idare edemeyen anneanne torunu ile yalının
müştemilatına yerleşir. Yalıyı ise Ömer Cevheroğlu ve karısı Necla satın alır.
Anneannenin
ölümüyle yalının yeni sahipleri, müştemilatın tapusu Leyla’nın üzerine olmasına
rağmen Leyla’yı oyuna getirir ve sahte raporlarla Leyla’yı müştemilattan dışarı
atarlar. Leyla Hanım bir süre Bosnalı Yalısı’nın kapısında adalet yerini bulsun
diye bekler ama bir sonuç alamaz. Aynı zamanda mahallenin de çocuğu olan
gazeteci Yusuf tarafından durum basına yansıtılır. Bekleyiş sürecinde Yusuf Leyla
Hanım’ı evinde misafir eder ve birlikte yaşadığı Roxy (Rukiye) ile tanıştırır.
Rukiye
Almanya’da büyümüş, rockçı, asi bir kızdır ve durumdan pek hoşnut olmaz. Rukiye
ve Leyla Hanım birbirlerini tanıdıkça aralarında bir anne-kız ilişkisi gelişir.
Ömer
Cevheroğlunun babası Ali Yekta Bey ise bir zamanlar yalı hizmetlisidir. Oğlunun
zengin bir iş adamı olmasıyla çehresi değişir. Eski ve yeni hayatı arasında bir
varoluş çabası içindedir. Bu arada Leyla Hanım’ın komşularının da duruma
yaklaşımını izliyoruz. Leyla Hanım’ın arkadaşında duracaklar mı?
Leyla
Hanım’ın hakkını arama mücadelesini anlatılırken bir yandan da farklı birçok
karakterin analizi de yapılıyor romanda. Kitabın sonunda okuduklarımız ise bize
‘Ağlayanın malı gülene hayır getirmez’ sözünü hatırlatıyor.
Leyla’nın
mücadelesi nasıl sonuçlanıyor dersiniz. Leyla evini torununa (Roxy ve Yusuf’un
kızına) bırakıyor.
‘Leyla’nın
evi, Leyla’ya…’
KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:
"Mademki
insanlar birbirine acı veriyordu, o zaman en güzel şey hayata meydan okumak ve
mutlak bir yalnızlığı seçmekti."
"İnsan
bir şeyi yitirmeye görsün, gerçek değeri o zaman ortaya çıkıyordu demek
ki."
"İnsanoğlunun
kendi ihtiraslarının bir hapishane hücresinden daha korkunç bir esaret olduğunu
anlamıştı ..."
“Biraz erken ya da biraz geç ölmenin bir anlamı olmadığına göre, yaşamın amacı neydi? Zaten yok olacak kumdan şatolar yapmak neye yarıyordu? Büyük bir mücadele içinde olan insanlar böyle şeyler düşünmüyor, kendilerini hayattaki başarılarına adıyorlardı. Ama insanın temel duygusu buydu. Yeryüzü korkusu, yaşam ürkekliği, geçici olmanın yarattığı yürek b
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder