7 Ağustos 2024 Çarşamba

DÜZ DÜNYACILAR

 












KÜNYE

Kitap Adı: Düz Dünyacılar

Yazarı: Sezgin Kaymaz

Basım: İletişim Yayınları– 2.Basım- 2023

Sayfa: 228

Tür: Roman


İNCELEME:

Sezgin Kaymaz’ın son romanı olan Düz Dünyacılar benim yazar ile tanışma kitabım oldu. Kalemine, anlatımına, kurgusuna bayıldım. Keza konusu boğazımı düğüm düğüm etti. Zaten sokak hayvanlarına yönelik gündem nedeniyle yaralı yüreğime gözyaşları biriktirdi.

Öncelikle bahsedilen bildiğimiz DüzDünya inanışı değil. Yazar uhrevi dünya ile ilgili daha tasavvufa dayanan bir sistem anlatıyor. Yaşanan dünya ile uhrevi dünya arasında kitabın sonunda birbirine bağlanan bir kurgu anlatıyor. Arafta bir merhum, bir düz dünyacı melek, üç köpek, apartman sakinleri ve itlaf ekibinin eşlik ettiği bir hikaye.

Düz Dünyacı, uhrevi dünyada merhumları karşılayan bir melek. Huruc Günü Alemindeki sonsuz sayıda melek Cebrail’in aktardığı şu kadim tembihe göre nizam alıyor:

“Her bir şey bir varlık, her bir varlık ayrı bir varlıktır ve bir ayrının diğer bir ayrıdan ayrılığı yoktur. Doğal olarak da her bir ayrı varlığın birbirinin tıpatıp aynı olan varoluş hakkı vardır.”

Düz Dünyacılar Departmanı bilcümle varlık haklarına bakıyor. Eşek,köpek,kuş,balık,insan ayrımı gözetmeksizin. Varlık alemindeki tüm varlıkları izler, hak çiğneyenleri kayda geçirir. Ancak Düz dünyacılar sadece insan tarafından çiğnenen varlık haklarına bakar. Çünkü tekamül etmesi gereken yegane mahluk insandır. Hayvan da, nebat da, tabiat da kâmildir. İyilik ve kötülük yalnızca insana hastır. “Hiçbir hayvan taamüden kötülük yapmaz.” Ya insan?

Asla yaşam içinde müdahale etmez Düz Dünyacı. İntikam, ceza ya da ödül gibi gayesi yoktur. Merhumun önüne döker tüm kayıtları. Hak çiğneyenleri, tekamülünü tamamlamayanları dünyaya geri gönderir. Gerekirse tekrar tekrar. Zaman yok ne de olsa.  O kadar gitti geldi insan, hak çiğnememeyi öğrendi mi? Öğrendiyse Huruc günü alemine daimi kaydı olur, kalır. Öğrenemediyse tertemiz bir hafıza ile hoop yeni baştan dünya.

Anladıysak Düz Dünyacıyı dünyevi hikayemize de bakalım mı? Ankara’nın bir mahallesinde 3 sokak köpeği. Devasa kara gövdesi ile korkulan ancak temiz, saf, insanın ne menem bir canlı olduğunun idrakinde Nejat. Angara ağzıyla racon kesen uyanık, serseri, beyaz Timuçin. Vaktiyle sahibi tarafından terk edilmiş ama insanın iyiliğine hala inanan, yürek yakan bir afet olan golden Betül. Üçlü bir çete. Sokaklarda bir hayatta kalma mücadelesi.

Peki nasıl bağlanacak uhreviyattaki ile yaşamdaki bu iki hikaye?

İnsanın kötülüğünü, vicdansızlığını, merhamet yoksunluğunu gözler önüne seren, şu dünya üzerindeki sessiz canların ağzından bir ağıt olabilecek bir roman. Kendini üstün gören insana ‘haddini bil’ diyen bir serzeniş. Önemsemeden verdiğimiz kararların varlıklar dünyasındaki tezahürüne bir ayna. Düzenin tepesinde değil de bir parçası olduğumuzun bilincine bir an önce kavuşmak dileğiyle.

Dili yer yer küfür içerdiğinden çocuklar için uygun değil ancak siz yetişkinler okuyun isterim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Şu evrende sayılamayacak kadar çok kere sayılamayacak kadar çok galaksi, her bir galakside sayılamayacak kadar çok kere sayılamayacak kadar çok güneş, o güneşlerin etrafında fır dönen sayılamayacak kadar çok kere sayılamayacak kadar çok gezegen var ve varoluş, ki sen buna hayat diyorsun, bir tek senin yaşadığın gezegende yaratıldı, o da sen ot bōcek çiçek hayvan ağaç dinlemeden tepe tepe kullanasın, tozunu attırasın, anasını ağlatasın diye yaratıldı öyle mi? Hadi ordan! Hem diyeceksin ki şu uçsuz bucaksız kâinatı ve bu kainattaki her şeyi Allah yarattı, hem de diyeceksin ki Allah bir tek beni yarattı, öbür bütün şeyleri de sırf benim için, benim yüzüm suyu hürmetine, ben istifade edeyim diye yarattı. Ne tevâzu ama, breh breh breh.”

 

Bak Kardeşim, şu kâinatta her ne şey var ise var olan diğer herhangi bir şeyden ötürü var. Birbirinin tamamlayıcısı, devamıdır şeyler. Bütün mekânlar bir ve bütün, bütün mekânlar tek ve yekmekân, bütün mekânlar yok ve lâmekândır. Her şey birdir, çünkü her şey bir minnacık şeyden gelir, dağ taş bilir bunu, çayır çimen bilir, yayla yatak bilir, bulak koytak bilir, ova deniz bilir, canlı cansız her nesne bilir. Hepsinin sebeb-i mematı olan sen hariç. Sebeb-i hayat olabilirdin hâlbuki. Olmadın. Utan!

 

Varlık aleminin varoluşu sencağızın da o alemde bir diğer varlık olarak var olabilmene sebepse ve bütün sebepler yarattıkları sonuçtan üstünse ve de sende -gücenme- boka sürülecek akıl varsa, söyle de görelim, senin varoluşunun bizatihi sebebi olan o varlık aleminin varoluş hakkı bir tek senin üstüne vazife midir değil midir?

 

“Cennet cehennem falan deyip duruyorsun ya... Diyorsun ya cennette tek dertleri senin sonsuz libidona ve haşmetli ereksiyonuna hizmet etmek olan el değmemiş huriler gılmanlar olacakmış, kucağından inmeyecek, altından üstünden kalkmayacaklarmış, cehennemdeyse aman ha aman güneşten sıcak kor alevler, derini diri diri yüzüp karşında böğüre böğüre kahkaha atacak öcü gibi zebaniler olacakmış falan... Deme. Etme bu kötülüğü kendine, aklının ermediği şeylere aklın eriyormuş gibi yapma!”

 

Böyledir bu, hak çiğneyen insandır çünkü, başkası değil, dümdüz insan. Börtü böceğin hakkını çiğneyen de insan, hayvanın hakkını çiğneyen de insan, ağacın hakkını çiğneyen de insan, taşın toprağın havanın iklimin hakkını çiğneyen de insan ve elbette insanın hakkını çiğneyen de insan. (..) Tutmaz hiçbir hayvan taammüden kötülük yapmaz. Sen yaparsın. Genellersek insan….

 

“Hatırlatayım... Kimileyin titrek bir el uzanır sana, düştüm tut da kalkayım diye uzanır, hatırladın mı? Hatırladın, evet, fitreni zekâtını tastamam verdiğini, fakire sadakanı, hastaya çorbanı gönlün coşa coşa verdiğini gururla hatırladın, tebrik ederim. De işte, hatırlaya hatırlaya sencileyin insan hatırladın be Kardeşim. Uzanan o titrek ellerin ucunda hep insan sûreti hatırladın, pislikten gözü kapanmış, çamurun içinde can çekişen bir kedi hatırlamadın, açlıktan kaburgaları derisini delmiş bir köpek hatırlamadın, yuvasından düşmüş bir saksağan yavrusu hatırlamadın. Hatırlayamadın”

 

“Gözün, olmayanı görmeye talimli değildir Kardeşim. Görüneni görsün diye vücuda getirilmiş bir uzuv görünmeyeni nasıl görsün zaten; göremezsin. Görünmeyeni görebilmek için neyin görünmediğini bilmek lazım gelir, ki bu da her babayiğidin harcı değildir.”

 

"Varoluş denen yığma duvarın birbirini itmeyen, tutma­yan, birbirine koltuk çıkmayan tuğlası yoktur Kardeşim. Ne olur oynatma şunları yerinden, harçlarını kazıma, kirişlerini kırpma, kolonlarını budama. Uyan!”

 

"Nasıl ki sonlu bir varlık, mesela sen, sonsuzluğu en anla­yabildiği zaman bile mavi balinaya bakıp bakıp onu basbaya­ğı anladığını sanan bir zooplankton kadar anlıyorsa mavi balinadan, sonsuz bir varlık da sonluluğu en anlayabildiği za­man okyanusa bakıp bakıp okyanusu anlayabildiğini sanan musluk suyu kadar anlar okyanustan."

 

"Yap yakıştır, kat karıştır, ondan sonra tövbe de, geçsin gitsin, oh ne âlâ! Yok öyle."

 

“çünkü altı üstü insansın sen. Baksa baksa gördüğüne bakan, sadece gördüğünü gördüğü için de her şeyi gördüğünü zanneden bir abd-i acizden başka bir şey değilsin.”

 

“Kâmil olan insan değildir kardeşim, vallahi değil, dıştan dışa bilmesen de içten içe bilirsin bunu.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder