25 Temmuz 2024 Perşembe

BOYALI KUŞ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Boyalı Kuş

Yazarı: Jerzy Kosinski

Basım: E Yayınları– 6.Basım- 2021

Sayfa: 264

Tür: Roman


İNCELEME:

"Köylülerin en gözde eğlencelerinden biri yakaladıkları kuşun tüylerini rengârenk boyadıktan sonra sürüye katılması için gökyüzüne salmaktı. Parlak renklere bulunan kuş sürünün bir parçası olmanın güvenine sığınmak için hemcinsleriyle buluştuğunda diğerleri bu boyalı kuşları kendileri için tehlike addederek anında saldırıya geçer, gagalarıyla parçalayıp canını alırlardı."

Polonyalı yazar Jerzy Kosinski’nin yazmış olduğu Boyalı Kuş, her ne kadar yazar kendi hayatını anlatmadığını iddia etse de, yazarın hayatı okunduğunda birçok açıdan otobiyografik öğeler taşıyor. Kitap büyük başarılar kazanmasının yanında Doğu Avrupa tarafından büyük tepkiler toplamış hatta yazar ve ailesi ciddi tehditlerle karşı karşıya kalmış. Hatta kendi memleketinde bir dönem yasaklanmış. Kitabı için; “…Ancak kitap, tıpkı kahramanı oğlan çocuğu gibi bütün saldırılara göğüs germeyi başardı, çünkü hayatta kalmak onun doğasında vardı. O küçücük çocuk bile esir alınamazken hayalleri esir almak nasıl mümkün olabilirdi ki?” demiş Kosinski

2.Dünya Savaşı sırasında ailesi tarafından güvenliğini sağlamak amacıyla taşrada bir köyde yaşlı bir kadının yanına emanet edilen 6 yaşında bir çocuğun dramı anlatılıyor kitapta. Yaşlı kadının ölmesi ile birlikte sarışın mavi gözlü insanların arasında kara kaşı gözü, esmer teniyle ve pis Yahudi/Çingene piçi yaftası ile oradan oraya savrularak ayakta kalma mücadelesi başlıyor. Gittiği yerlerde yatacak yer ve yemek karşılığı köylülerin angarya işlerini yükleniyor ama bu onun ‘uğursuz’ olduğu ve kurtulunması gereken biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Savaş bitene kadar geçen süreçte yaşananlar, tanık olunanlar, sadece Nazi vahşeti, şiddeti, işkenceleri değil aynı zamanda bir toplumun acımasızlığı ve insanın kötülüğü küçücük bir çocuğun gözlerinden seriliyor önümüze. Açlık, soğuk, sefalet, itilip ötekileştirilmek, yapayalnız mücadele etmek cabası. Gelişim sürecinde önce büyüyle, sonra duayla, Tanrı’yla ve en son Şeytan ile tanışması. O küçük çocuk aklıyla büyük sorgulamaları. Köylülerle bir çatışma sonucu sesini kaybetmesi ve bir köy baskınında tanık olduğu dehşet. Hep bir tutunacak dal bulup hayata sarılması ve vazgeçmemesi.

Savaşın vahşetini, acımasızlığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyan, çok sarsıcı, okuduklarınızın etkisinden kolay çıkamayacağınız bir kitap. Hatta hem fiziksel ve hem cinsel şiddet ve işkence bölümleri nedeniyle okumanın bile yer yer zorladığı, rahatsız edici bir gerçeklik.

Eleştiri sunmak gerekirse yazar siyasi düşüncesini kitap sonundaki karakter üzerinden fazla empoze etmiş diyebilirim. Yazar maalesef 1991 yılında 59 yaşındayken hayatına son vermiş. Kitap 2019 yılında filme uyarlanmış ve Oscar adayı olarak gösterilmiş. İzlediğim jenariğe göre kitaptan bire bir işlenmiş gibi görünüyor. Ve ben kitabın etkisi bu kadar tazeyken izlemek için biraz zaman tanımak istiyorum kendime. Duygusal açıdan zor bir kitap olsa da okumanızı öneririm.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Böylesine sefil ve zalim bir dünya onun hakimi olmak için gösterilen bunca çabaya değer miydi?"

 

“Tanrı’nın gazabının yalnızca adına çingene denilen koyu renk saçlı ve gözlü insanlara yönelen bir şey olması mümkün müdür gerçekten? (...) Her ikisi de koyu tenli ve aynı sona mahkum bir çingene ile Yahudi arasında ne fark var o zaman? Savaştan sonra dünya üstünde yalnızca sarı saçlı, mavi gözlü insanlar kalacaktı herhalde. Peki ama sarışın insanlardan doğabilecek esmer çocuklara ne olacaktı?”

 

“Yakaladıkları Yahudileri ve Çingeneleri yakmak için koca koca fırınlar yaptıklarına inanılan insanların, diğerlerinin göz ve saçlarının rengini değiştirmesi daha kolay olmaz mıydı acaba?”

 

"Neticede onların çocuğu değil miydim ben? Tehlikeli zamanlarda çocuklarının yanında olmayacaklarsa anne baba olmanın ne anlamı vardı ki?"

 

“Ve insanlar ne yağmurun, ne ateşin ne de rüzgarın işlenmiş bir suçun izlerini silemeyeceğine inanmışlar. Çünkü adalet, saf ve masum birinin kafasına inmeden önce durmasını da bilen güçlü bir elin tuttuğu koca bir balyoz gibi asılı dururdu dünyanın üstünde.”

 

"Tanrı diye bir şey yoktu. Batıl ve boş inançlı aptalları kandırmak için cin fikirli din adamlarının uydurduğu bir şeydi Tanrı. Ne Tanrı vardı ne kutsal baba, oğul ve ruh, ne Şeytan vardı ne hayalet, ne mezarından fırlayan hortlaklar vardı, ne de günahkarları bulup kapana kıstırmak için her yerde ve her zaman tepemizde dolaşan bir ölüm meleği. Bütün bunlar kendi gücüne inancı olmadığı için Tanrı kavramına sığınıp ona inanmayı seçen, dünyanın doğal işleyişini kavramaktan yoksun cahil insanları kandırmak için uydurulmuş masallardı."

 

“İnsan iyisiyle kötüsüyle kendi kaderini kendisi belirlerdi, geleceğinin tek hakimi yine kendisiydi. İşte tam da bu yüzden her birey tek tek çok önemliydi, ne yapmak istediğini, neyi hedeflediğini bilmesi yaşamsal değer taşımaktaydı. Kendi yaptığından yalnız kendisinin sorumlu olduğuna inanan herkes müthiş bir yanılsamanın içinde demekti.”

 

“Birinin dilsiz olmasının bir önemi yoktu, neticede kimse birbirinin söylediğini anlamıyordu ki! İnsanlar birbiriyle çatışabilir, sevişebilir, kucaklaşabilir, birbirini hor görebilirdi ama sonunda yalnızca kendisini tanır bilirdi. Kalın gövdeli sazlar bir nehri kıyısındaki çamurlu hattan nasıl ayırıyorsa duyguları, duyuları ve anıları da bir insanı diğerlerinden öyle ayırıyor ve farklı kılıyordu. Etrafımızı çevreleyen dağların zirveleri gibi birbirimizden vadilerle ayrılıyorduk, ya göremeyeceğimiz kadar yüksekte ya uzanamayacak kadar alçakta oluyorduk birbirimizden.”

 

"Boyalı kuş sürünün bir o yanına, bir bu yanına uçar, beyhude bir çabayla onlardan biri olduğunu göstermeye çalışırdı. Ancak o ne kadar hevesle içlerine girmeye çalışsa da üstündeki parlak renklerin gözlerini kamaştırdığı diğer kuşlar, kuşkulu, onu sürünün dışına kovalarlardı. Hemen sonra da art arda acımasız bir saldırıyla boyalı kuşu didiklemeye, tüylerini yolmaya girişirlerdi. Kısa süre içinde artık gökyüzünde tutunamayan rengarenk gövdesiyle yere yapışırdı boyalı kuş."

 

“ ... güneş bir toz zerreciğini bile görünür kılardı.”

 

“Kitaplar müthiş etkiliyordu beni. Üstünde harfler basılı o basit kağıt sayfalardan insanın yalnızca duyularıyla algılayarak yakaladığı gerçek dünyalar yaratmak mümkündü. Hatta daha da ileri gidip kitap dünyasının bir şekilde günlük hayatın sunduğundan çok daha zengin ve leziz tatlar sunduğunu bile söyleyebilirim.”

 

“Hayatın içinde gerçekten kim olduğunu bilmediğin bir sürü insan tanıyordun ama kitaplardaki insanların akıllarından neler geçirdiklerini, neler hissettiklerini, neler planladıklarını da bilebiliyordun.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder