24 Kasım 2022 Perşembe

YİTİK PARADİGMA: İNSAN DOĞASI


 










KÜNYE

Kitap Adı: Yitik Paradigma: İnsan Doğası

Yazarı: Edgar Morin

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları- 4.Basım- 2019

Sayfa:  248

Tür:  Bilim, Araştırma-İnceleme, Antropoloji-Etnoloji-Sosyoloji


İNCELEME:

 Kitap, antropoloji, biyoloji, sosyoloji, kültür tarihi gibi çok farklı disiplinlerden faydalanarak "insan-hayvan ve doğa-kültür zıtlığı" paradigmalarını geçersiz kılıyor.

“Doğa ile kültürü birbirinden ayırmaktan artık vazgeçmek gerektiğini, kültürün anahtarının bizim doğamızda, doğamızın anahtarının da kültürde bulunduğunu söyleyen Morin'e göre, biyolojik evrim ve kültürel evrim, bütünsel insanlaşma olgusunun karşılıklı ilişki içinde olan ve birbiri içinden geçen iki boyutudur. İnsanlaşma, sadece biyolojik ya da tinsel bir evrim değil, genetik, ekolojik, beyinsel, toplumsal ve kültürel eklemlenmelerin sonucu karmaşık ve çok boyutlu bir bünye oluşumu, bir morfogenezdir.”

Kitap, insan, toplum ve doğa üzerine düşünmek isteyenler için çok önemli bir başvuru kaynağı. Antropoloji, sosyoloji, etnoloji, biyoloji alanlarına ilgi duyanlar tercih edebilirler. Herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir kitap değil maalesef, akademik ve ağır bir dili var. İlgi alanı olmayanları fazlaca zorlayacaktır.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

“Bugün ölmekte olan insan kavramı değil, tabiattan ve kendi doğasından kopartılmış, yalıtılmış bir insan kavramıdır; son bulması gereken şey, kendi akılcılığının şatafatlı imgesine hayran kalan insanın kendini putlaştırmasıdır.”

 

“İnsan türünün kur davranışını, boyun eğmeyi, hiyerarşik grup yapısını, bölge kavramını icat etmediği nasıl kesinse toplumun bir insan icadı olmadığı da artık aynı ölçüde kesindir. Hatta insan toplumlarına özgü kimi niteliklerin, çoktan pek çok hayvan toplumunda ortaya çıkmış olduğunu da söyleyelim.”

 

“Altmışlı yıllara kadar hayvan davranışları kâh otomatik tepki veya refleksler, kâh otomatik dürtü veya içgüdüler tarafından yönetiliyormuş gibi görülüyordu. Bu yönlendirici unsurların işleyişi, organizmanın korunma, hayatta kalma ve üreme ihtiyaçlarını tatmin etmeye yönelikti. Hâlbuki ekolojinin ilk keşifleri bize hayvan davranışının hem örgütlü, hem de örgütleyici davranışlar olduğunu gösteriyor.”

 

“Yazgımızın, primatlar da dâhil bütün hayvanların yazgısından çok farklı olduğu apaçık; diğer hayvanlara boyun eğdirdik, onları ehlileştirdik, soylarını tükettik, sürdük, kafesledik veya korumaya aldık. Biz ise, kendimize taştan ve çelikten kentler inşa ettik, makineler icat ettik, şiirler, senfoniler yarattık, uzayda seyahat ettik. Doğadan gelmekle ve doğa dışı ve hatta doğaüstü olduğumuza inanmamamız mümkün mü?”


TEFTİŞ


 











KÜNYE

Kitap Adı: Teftiş

Yazarı: Josh Malerman

Basım: İthaki Yayınları - 1.Basım- 2019

Sayfa:  444

Tür:  Roman, Distopya


İNCELEME:

Teftiş sıkı bir ormanda, birbirini görmeyen iki ayrı kulede, bir deneyin parçası olduklarından ve birbirlerinden habersiz yaşayan Alfabe oğlanları ile Harf kızlarının hikâyesi.

Evli bir çift olan Marilyn ve Richard cinselliğin, karşı cinslerin etkileşimlerinin dikkat dağıtıcı olması sebebiyle dehaya ulaşmada, zekânın tüm potansiyelinin ortaya konmasında bir engel olduğunu düşünen iki çılgın bilim insanıdır. Alfabenin harfleri kadar kız ve erkek bebeği ailelerinden satın alarak iki ayrı kulede yetiştirecekleri Ebeveyn isimli bir deney başlatırlar. Çocuklar alfabe harfleri ile isimlendirilir. Marilyn harf kızlarının ANNE si, Richard alfabe oğlanlarının BABA sıdır.

Çocuklar her sabah Teftiş adı verilen bir kontrolden geçirilir. Karşı cinsle ilgili bir bağlantı tespit edilen çocuklar ‘çürümüş’ olarak nitelendirilir ve ‘köşe’ adı verilen gizemli yere gönderilir. Kurallara uymayanların Köşe’ye gönderildiği öğretilir çocuklara ve çocuklar için Köşe’ye gönderilenlere ne olduğu konusu bir gizemdir.

Marilyn ve Richard deney süreci ile ilgili kendilerini denetlemesi için bir psikolog olan Burt’dan belli aralıklarla rapor alırlar. Deney sürecinde çocukların hayal gücünü beslemesi için farklı konularda kitaplar yazan yazarlar mevcuttur yine bu sistemde. Warren Bratt karakteri çocuklar için en ünlü yazardır ve aynı zamanda onların kaderini değiştiren kişi olacaktır.

Çocuklar 12 yaşına gelene kadar sistem sorunsuz işler. Ancak ebeveynin de ‘hassas yıllar’ olarak değerlendirdiği ergenlik yaşlarına gelmeleriyle sorunlar başlar. Kahramanlarımız alfabe oğlanlarından J ve harf kızlarından K’nın merakları ve keşfetme aşkları her şeyin başlangıcı, yazar Bratt’in bir gün tüm çocuklara yazdığı bir hikaye ise fitili olur.

Çocuklar ebeveyni, ormanın ötesini, çürümenin ne olduğunu, köşeye giden A ve Z’nin başına ne geldiğini, dünyaya nasıl geldiklerini sorgulamaya başlarlar.

İlk temas, ilk keşif… sonrasında gelişen olaylar…

Duygusallıktan uzak, safi akıl üzerine yetiştirilmiş çocuklar, bir yalan içinde yaşadıklarını öğrendiklerinde ne yaparlar? Merhamet mi katliam mı? Sizce deney başarılı olabilmiş, amacına ulaşabilmiş midir?

“Daha kötüsü ne, biliyor musun? Özlem duymamız gereken bir özgürlüğün var olduğundan bile bihaberdik.”

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

“Her şey küçücük bir boşlukta olup bitmiyor muydu? Bilgiyle yanlış bilgi arasındaki boşluk yalnızca ikisinin arasındaki farkı bilen kişinin sığabileceği kadar dar değil miydi?”

 

“İnsanlar korktuklarında, çok korktuklarında buna genelde fazlasıyla cesur davranarak tepki verirler.”

 

“Hissetmek. Hiçe saymak. Heveslenmek. Hissetmek çünkü yediğiniz her yemeğin, attığınız her kahkahanın, gülümsediğiniz her anın keyfini sürmelisiniz. Hiçe saymak çünkü hayatın her alanında inançsızlığınızı hiçe saymayı bilmelisiniz. Ve heveslenmek çünkü… yani… direksiyonun başındaki hevesiniz değil de nedir? Öyle değil mi?"

 

“Ne var ki yalan söylemek neresinden bakılırsa bakılsın ihanet sayılırdı.”

 

“Zira bildiğin her şeyi tek bir kaynaktan öğrenmekten daha kötü bir şey varsa o da duyduklarına körü körüne inanmaktır.”

 

"Vicdan Azabı. Bir insanın yakalanabileceği hastalıkların en acımasızı..."

 

“Gökyüzünü çoktan görmüş bir oğlandan hepten kör bir adam yaratamazsın. Hatırlayacak…”


19 Kasım 2022 Cumartesi

GÖĞÜ DELEN ADAM

 












KÜNYE

Kitap Adı: Göğü Delen Adam “Papalagi”

Yazarı: Erich Scheurmann

Basım: Ayrıntı Yayınları - 32.Basım- 2019

Sayfa:  110

Tür:  Roman, Sosyoloji, İnsan ve Toplum


KİTABIN KONUSU

 

Erich Scheurmann tarafından kaleme alınmış Göğü Delen Adam, bir Samoa yerlisinin gözünden Batılı, modern, çağdaş insanın değerlendirildiği, sosyoloji yönünden oldukça kuvvetli ve beyaz adama ders niteliğinde bir roman. Bir toplum eleştirisi okumaya var mısınız?

Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır.

Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir.

Samoa'ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti.

Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler,

beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik.

O, göğü delip geçmişti.”

 

Erich Scheurmann Büyük Okyanus'un güneyindeki Polinezya Adaları’nın yer aldığı Samoa’ya yerleştiği dönemde Samoa yerlilerinden Tiavea kabile reisi Tuiavii ile tanışır. Tuiavii bir dönem Avrupa’da bulunur. Adasına döndüğünde yaptığı gezilerinden edindiği tecrübeleri ve Papalagi olarak isimlendirdiği beyaz adamın yaşayışına dair izlenimlerini halkına aktarmak için bir metne döker. Yazar Scheurmann ile tanıştığında bu izlenimlerini onunla da paylaşır ve kitap kabile reisi Tuiavii’nin hazırladığı bu konuşma metninden hazırlanmıştır.

Kabile şefimiz Batılı beyaz adama dair anlamlandıramadığı, kendi yaşam felsefesine uyduramadığı, yanlış gördüğü şeyleri eleştiriyor. ‘İlkel’ adamın gözünden ‘uygar’ adamı dinliyoruz.

Paraya olan esaretimiz, açgözlülüğümüz, teknolojinin bize verdiği güç ile kendimizi koyduğumuz yer, körelmeye başlamış insani duygularımız, inanç sistemimiz, meslek edinme, barınma, giyinme, eğitim, kentleşme, tüketim, makineler, düşünce sistemimiz gibi birçok konuda yaklaşımımızı kabile yaşamı ile karşılaştırarak değerlendiriyor.

Zamanın koşturmacasında, bir yerlere bir şeyler yetiştirme telaşında ve paranın hükümdarlığında hayattan keyif almayı unuttuk mu gerçekten? Okurken siz de birçok açıdan Tuiavii’ye hak veriyor hatta kaybettiğimiz değerleri düşününce rahatsız oluyorsunuz.

Hayatımızda hobilerimizin, bir doğa manzarasından keyif alabilmenin bile para olduğu bir zamanda söylediklerini yadsımak gerçekten çok zor. Teknolojinin getirdiği sistemi başa sarmak, yerli halkın yetindiği o küçük şeylerle yetinmek beyaz adam için belki artık pek mümkün değil ancak bazı insani değerlere farkındalığımızı arttırarak tekrar kavuşmak mümkün.

Daha fazlasını vermeden hayattan daha fazla tat alabileceğimiz günler yaşayabilmek dileğiyle…

 

KİTAPTAN ALINTILAR

 

“Birinin her şeyi varken, diğerinin hiçbir şeyi olmamasına izin vermeyen geleneklerimizi sevelim.”

 

“Biz, konuk severliği, uzattığı her meyve için bir karşılık bekleyenleri hor gören geleneklerimizi sevelim. Birinin her şeyi varken, diğerinin hiçbir şeyi olmamasına izin vermeyen geleneklerimizi sevelim...”

 

"Beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin "para" adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kâğıttan başka bir şey değildir."

 

“Kendimizi, yaşama sevincimizi alıp götürecek, ruhumuzu karartıp içindeki aydınlığı alacak, bedenimizle kafamızı çatışmaya sürükleyecek her şeyden korumalıyız.”

 

"Bir hedefe hızlı varmak nadiren gerçek bir kazanç sayılır."

 

“Eğer insan çok fazla ‘şey’ e gereksinim duyarsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.”


16 Kasım 2022 Çarşamba

YAŞLI ADAM VE DENİZ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Yaşlı Adam ve Deniz

Yazarı: Ernest Hemingway

Basım: Bilgi Yayınevi - 161.Basım- 2020

Sayfa: 147

Tür:  Roman, Novella


KİTABIN KONUSU

 

Ernest Hemingway tarafından kaleme alınmış Yaşlı Adam ve Deniz isimli kısa roman, Hemingway tarafından “hayatım boyunca yazabileceğim en iyi şey” olarak tanımlamıştır.

Yaşlı Adam ve Deniz 1953’te Pulitzer ödülüne layık görülmüştür ve yazarının 1954’te Nobel Ödülü almasına vesile olmuştur. Ayrıca romanın 1958 ve 1990 yıllarında olmak üzere iki beyaz perde uyarlaması bulunmaktadır.

Yaşlı Adam ve Deniz, Kübalı bir balıkçı olan Santiago’nun okyanusun ortasında verdiği mücadeleyi konu alır. Mücadelenin yanı sıra vazgeçmeme, umudunu kaybetmeme, tekrar tekrar deneme ve kararlılığın da öyküsüdür.

Yaşlı balıkçımız Santiago 84 gün boyunca denize açılmasına rağmen hiç balık tutamaz ve eve eli boş döner. Bunun üzerine teknede yanında çalışan Manolin’i de ailesi yaşlı adamın yanından alıp başka kaptanın yanına verir. Manolin, Santiago’ya hayrandır ve onunla iletişimini kesmez. Ancak Yaşlı adam yaşadığı hüsran sonrası hem kötü şansını yeneceğini düşünerek hem de itibarını tekrar kazanmak için yakalayacağı en büyük balığı yakalama hedefiyle tek başına denize açılır.

Golf Stream akıntısına kapılarak okyanusa çekilir ve misinalarından birine çok büyük bir kılıçbalığı takılır. Ancak kılıçbalığı kolay pes etmeyecektir. Büyük bir mücadele sonunda zafer yaşlı adamın olur. Santiago büyük bir sevinç yaşar ve hemen balığı tekneye bağlar. Balık tekneye çekemeyeceği kadar büyüktür ve onu kıyıya götürebilmek için amansız bir mücadele başlar. Yaşlı adamın sınavı henüz bitmemiştir. Sırada kılıçbalığına musallat olan köpekbalıkları vardır.

Santiago savaşır, yorulur, tükenir ama pes etmez. Bu yalnız adam denizle konuşur, kılıçbalığı ile konuşur, köpekbalıklarıyla konuşur. Tekrar ayağa kalkar, tekrar mücadeleye devam eder. Sonunda teknesiyle kıyıya varır. Ancak kılıçbalığının büyük bölümü köpekbalıklarına yem olmuştur. Santiago ertesi gün avlanmak için yine denize açılacaktır.

Öykü içerdiği metaforlarla bize büyük öğütler veriyor. Santiago’nun büyük bir kılıçbalığı için denizle ve köpekbalıklarıyla olan mücadelesi, hepimizin hayalleri uğruna hayattaki zorluklara karşı vermemiz gereken mücadeleyi sembolize ediyor.

Bu durumda dilediğimiz durağa varamasak bile gittiğimiz yolun, verdiğimiz mücadelenin kıymeti yok mudur?

Peki sizce yaşlı Santiago yenilmiş midir bu durumda?

 

 

KİTAPTAN ALINTILAR

 

"İnsan yenilmek için yaratılmadı." dedi dokunaklı bir sesle; "Ademoğlu mahvolur ama yenilmez."

 

"Balık" dedi yaşlı adam. "Balık, öyle ya da böyle ölmen gerekecek. Beni de öldürmek zorunda mısın?"

 

“Mücadele edeceğim” dedi. “Ölene dek mücadele edeceğim.”

 

“Her gün yeni bir gündür. Şanslı olmak daha iyidir. Ama ben titiz olmayı yeğlerim. O zaman şans yüzüne güldüğünde hazır olursun.”

 

"İhtiyarlar neden o kadar erken uyanır ki? Bir uzun gün daha yaşamak için mi?"

 

“Şimdi yanında olmayanları düşünmenin sırası değil. Olanla ne yapabilirsin onu düşün.”

 

“Kimse ihtiyarlığında yalnız olmamalı, diye düşündü. Ama bu kaçınılmaz.”


7 Kasım 2022 Pazartesi

BEN BİR GÜRGEN DALIYIM


 










KÜNYE

Kitap Adı: Ben Bir Gürgen Dalıyım

Yazarı: Hasan Ali Toptaş

Basım: Everest Yayınları - 46.Basım- 2020

Sayfa: 111

Tür: Roman


İNCELEME:

Hasan Ali Toptaş tarafından kaleme alınan Ben Bir Gürgen Dalıyım, Oğuz Demir’in illüstrasyonları ile bezenmiş kısacık bir roman. İçindeki çizimler ve yazı düzenine bakınca bir çocuk kitabı izlenimi verebilir okuyucuya. Ancak bir masaldan ziyade çok derin mesajlar veren trajik bir hikâye anlatıyor. Birçok okuyucu tarafından Fransız edebiyatının çok bilinen eseri ‘Küçük Prens’e yakın bulunmuş. Ayrıca kitaptaki bölümlerin bazılarına, hikâyenin konusuna değinen türkü isimlerinin verilmesi de ilginç bir detay olmuş.

Kitapta bir gürgen ağacının gözünden insanı, insanın doğaya yaklaşımını görüyoruz. Bu gürgen ağacının yaşam serüveni içindeki gözlemleri, bizi insanlığımızdan utandıracak türden. Ben içim burkularak okudum.

Ege’nin Beşparmak Dağlarında köknarların, kızılçamların, ardıçların, ladinlerin, meşe ve pek tabi gürgenlerin bulunduğu bir ormanda yaşamını sürdüren bir gürgen ağacının hikâyesi. Küçük bir fidandan görkemli bir ağaç olma yolundaki Gürgen ağacı, diğer ağaç komşularının da izlediği yolu izlemeye çalışır. Tüm ağaçların çabası, kesilip değersiz bir odun parçasına dönmemek adına eğilip bükülmeden uzamak, dimdik ve güçlü görünmektir. Gürgen fidanımız da dimdik ayakta duran, heybetli görünen bir ağaç olabilmek için tüm gayretini gösterir. Tüm ağaçların çabası eğer kesileceklerse bile değerli, anlamı olan bir nesneye dönüştürülebilecek kadar değerli görünmektir insanların gözünde.

Kesilen her ağacın arkasından kaderinin ne olduğu konusunda fikir yürütür tüm ağaçlar. Aslında kendi umutlarını dile getirirler. Kimi masa, kimi pencere kimi kayık kimi gitar olmak ister. Kimi kapı olmak ister ama ne kapısı olacağın çok önemlidir tabi. Hiçbiri mahpushane kapısı olmak istemez.

Ve bir gün maalesef ki Gürgen ağacımız da hazin son ile karşılaşır ve 2 insan gelip onun göklere uzanan gövdesini keserler. Yine de Gürgen umudunu kaybetmez. Onu değerli bulup değerli bir nesneye dönüştüreceklerine emindir. Yıllarca gövdesinin güzel gelişmesi için emek vermiştir.

Uzun bir süre bir marangozun deposunda bekler diğer kesilmiş ağaçlarla birlikte. Neye dönüşeceğinin hayallerini kurar. Ancak yaşanan olaylar onu hiç istemediği bir sona götürür. Dar Ağacı yapılan gürgen ağacı yaşadığı ilk idam deneyiminden sonra bu yaşadığı acıya dayanamaz. Onu odun olarak yaksınlar diye çürümeye karar verir. Bu kararını ise avludan esen rüzgâra şöyle iletir:

“Eeey ağaçlar!" diye bağırdım. "Eeey gürgenler, çamlar, köknarlar ve meşeler! Eeey uzun kuyruklu tilkiler, ey ürkek adımlı tavşanlar! Duyuun beni ey dağlar taşlar! Duy beni dağsümbülü! Duy beni eey ormanın kuytusunda gezinen yalnız böcek! Duyun beni eey gökyüzünü derinleştiren kuşlar! Duyun ve bundan böyle bir darağacı olarak bilmeyin beni! Eğer Beşparmak Dağları’nın ardındaki düzlükte kuru bir dalım kalmışsa, artık ben bir gürgen dalıyım!”

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 “Keşke insanlar dünyayı sevmeyi öğrense, yaşadıkları topraklarda birer misafir olduklarını anlayıncaya ve çocuklarına daha yeşil bir gelecek hazırlamanın bilincine erişinceye kadar, ne yazık ki bu katliam böylece sürüp gidecek!”

 

“Hatta henüz icat edilmemiş silahlar da insanın içindeydi. Yani, insan bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı... Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan? Şöyle, güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengârenk bir barış bahçesi?”

 

“İnsanoğlu beni duymazdı zaten. Sağırdı çünkü o; kokularıma da, yeşillerime de duruşuma da sağırdı.”

 

“İnsanların büyük bölümü, birçok güzelliği göremezdi. (…) Onlar, birer uyurgezer gibi geçip giderlerdi güzelliklerin yanından. Ya da, kafalarına taktıkları başka bir güzelliğin peşinden koşarken, onun uğruna, birçok güzelliği de ayaklarının altına alıp hiç farkına varmadan acımasızca ezerlerdi.”

 

"Yani, insanın karışmadığı her şey bir masaldı."


4 Kasım 2022 Cuma

ARİFE - EVDE CAT BAŞINA


 











KÜNYE

Kitap Adı: Arife - Evde Cat Başına / Orda Bir Aşk Var

Yazarı: Rewhat Arslan

Basım: Alfa Edebiyat- 5.Basım- 2020

Sayfa:  195

Tür:  Çizgiroman


İNCELEME:

“Orda Bir Aşk Var Bence…”

Rewhat Arslan’ın kendi kedisi üzerinden yaptığı gözlemleri çizerek okuyucuya sunduğu bir çizgiroman Arife-Evde Cat Başına. Bir çırpıda okunabilecek, çok eğlenceli bir kitap. Özellikle kedi ebeveynlerine çok tanıdık gelecek anlar epey yüzünüzü güldürecek.

Arife’nin, sahibinin hayatına yönelik gözlemleri, ev arkadaşı kaktüsle sohbetleri, pencere önüne gelen mahallenin kedileri Tekin, Suphi ve Marika Abla ile dedikoduları ve ağaca konan kuşlarla yaptığı hayata dair paylaşımlar…

Bir kedinin iç dünyasını gözler önüne seren, sıcacık, çok keyifli bir kitap.

Siz de kedilerinizin sizin hakkınızda neler düşündüğünü merak ediyor musunuz?

Kedilerin gözünden bizleri görmek ve biraz da eğlenmek istiyorsanız mutlaka bu kitabı okumalısınız.

Kedi ebeveynleri bilirler ki bu küçük canlılara duyulan hissiyat yoğun bir sevginin çok ötesine geçer zaman geçtikçe. Orda Bir Aşk Var Bence de…

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

“Merak edersin neden yüzüne sürerim yüzümü yada kenarlarına eşyaların;çünkü kedi törpüsüdür hayatın keskin taraflarının.”

 

“Kuş kafesine ayna koyan insanlar vardır kanatlı kardeşlerim! Yaptıkları işkencenin farkında değillerdir! Kafesteki aynanın kuşa göstereceği tek şey uçamadığıdır.”

 

“İnsanlar değer vererek hapseder her şeyi. Değersizliğimizdir bizi özgür kılan. “

 

“Dat dat daat !!! (dışardaki araba kornası)

- Kardeşim yavaş biraz ya! Hastamız mı var yaşlımız mı var hiç umurunuzda değil!

- Kedim uyuyor diyemedim Arife, insanlık o kıvama gelmedi henüz!”

 

“Senin köklerin var... benim tırnaklarım... onun umutları... hepimiz bir şekilde tutunuyoruz hayata!..”

 

“…İnsanlar evcilleştirdikleri insanlara DOST diyor!.. Sen de benim dostumsun!.. Yalnızlığıma iyi geliyorsun. Anlayacağın evcil bir kaktüssün... Bir başkasının yalnızlığına ortak olan herkes evcilleşir!..”

 

“Hani bazen pencere kenarında derin bir iç çekersin de nefesin camda buğulanır ya... o buğu yalnızlığın izi bence. O yüzden bir dua gibi hep kalp çizilir üzerine.”

 

“Hani başımı avucuna alıp usulca, gözümde kuruyan çapağı alıyor ya parmağının ucuyla… orda bir aşk var bence… çok ince…”

 

 “KEDİ ŞİİRİ

bazen kaybolur kedi...

bulamazsın.

ne sesi gelir suyu döven dilinin...

ne ağızda çıtırdayışı mamanın.

karılışı da susar kumun...

tırmalanışı da mobilyanın.

duyamazsın.

sonra kedi gelir birden.

kendi sessizliğinin içinden...

kurulur bir köşeye...

siler kayboluşunu tüylerinden

bakmalara doyamazsın

ve sadece kedilere

‘NEREDEYDİN? diye...

soramazsın.”


2 Kasım 2022 Çarşamba

TÜRK CANAVARLARI SÖZLÜĞÜ


 










KÜNYE

Kitap Adı: Türk Canavarları Sözlüğü

Yazarı: Ahmet Burak Turan

Basım: Gerekli Kitaplar Yayıncılık- 2.Basım - 2020

Sayfa: 212

Tür:  Araştırma-İnceleme, Mitoloji


KİTABIN KONUSU

‘Şamanist Söylencelerde Canavarlar ve Şeytani Ruhlar’ kitabımızın alt başlığı ve aynı zamanda içeriğe aitte bize ön bilgi veriyor. Yazar Anadolu, Balkanlar ve Kafkasya’nın birçok bölgesini dolaşarak, birçok kaynağı tarayarak, Türk mitolojisine konu olmuş, bugün bile halk arasındaki söylencelere konu olan ve hala varlıklarına inanılan yaratıkları bizlerle tanıştırıyor.

Kitabın sunuş bölümünde mit ve mitoloji şöyle tanımlanmış:  “Doğal veya toplumsal olguların, kişilik ve işlev üstlenerek soyut planda, yaptırım gücü olan bir varlık haline dönüştürülmesine mit diyoruz.” (…) “İlk insan topluluklarının evren, dünya, insan, bitki, hayvan, sosyal olguların oluşumuyla ilgili oluşturdukları ilk inanışlar, kutsallıklar, bunlarla ilgili anlatılan ilk kutsal metinler mitoloji kapsamına girer.”

Yine sunuş içeriğinde, aslında bazı fizyolojik ve biyokimyasal durumların veya aksaklıkların yarattığı olguların korku dünyamızı zenginleştirip nasıl mitlerin oluşumuna zemin hazırladığına da kısacık değinilmiş. Hamile ve lohusalarda yaşanan al basmasının ve uykudan uyanma sırasında yaşanan karabasanın nasıl kötü ruhlarla ve canavarlarla ilişkilendirildiğinden örnekler verilmiş. Mitlere konu olmuş bu yaratıkların yarattığı korkularımızın aslında bilimsel temelleri olduğuna parmak basılmış.

Kitap bize Türk mitolojisindeki tüm varlıklardan, şahıslardan, temalardan bahsetmiyor. Bu sözlükte yazar bize sadece şeytani varlıklardan bahsediyor. Türk mitolojisinde yer alan kötü ruhları alfabetik sırayla ele almış yazar. Sözlük, bu canavarlara farklı yörelerde verilen isimleri, dış görünüş tasvirlerini, hangi durumda ortaya çıktıklarını, göründükleri kişiye nasıl etki ettiklerini ve bu kötü ruhlardan korunmak için neler yapılması gerektiğine yönelik bilgiler içeriyor. Ayrıca Turan’ın tasvirleri doğrultusunda Aslı Ekim’in hazırladığı illüstrasyonlar da kitaba görsel zenginlik katıyor.

 












Oldukça ilgi çekici ve okuması keyifli bir kitap olması yanında aralardaki anlatılarla tüylerinizi ürpertmiyor da değil. Kamp ateşi başında anlatılacak hikâyeleri de oldukça fazla besleyeceğini düşünüyorum.

Pagan kökenli bir ritüel olan, daha çok Hristiyanlar tarafından kutlansa da gittikçe farklı kültürlerde de yaygınlaşan Cadılar Bayramının kutlandığı bu dönemde biz de kendi kültürümüze ait canavarlarımız ile ritüele dahil olabiliriz belki, kim bilir…

 

 KİTAPTAN ALINTILAR

 "Doğu Anadolu'da yaygın olan bir söylenceye göre, her evin bir Sahab'ı bulunur. Bu varlıklar, evin temiz ve düzenli tutulmasını isterler. Eğer böyle yapılmazsa evde yaşayan insanları cezalandırırlar. Evin bereketi kaçar, hastalıklar gelir. Çoraplarınızı ortalığa atmadan önce iki kez düşünün."

 

“Albıs, kötü bir ruhtur. Bu ruha sıklıkla Alkarısı da denmektedir. Gökçe munçuktan yani mavi boncuktan çok korkar. Nazar boncuğu kavramının kökenlerinde bu anlayışın yattığı düşünülmektedir.”

 

"Kadim Türkler intiharı hiçbir zaman hoş karşılamadı. Belki de sırf bu yüzden, intihar eden insanların Alt Dünya'ya atıldığına ve orada Güney Göğü kısmının yedinci katında acıklı bir şekilde eziyet çektiklerine inanıldı… İnsanları intihar etmeye telkin eden ve hatta onları zorlayan yine bu kötü ruhlardır. Yeryüzüne çıktıklarında, yalnız kalmış, bunalım ve ruhsal çöküntü yaşayan insana ilişirler. Kulaklarından girer ve akıllarını esir alırlar. Alban Buuray … "

 

“Çocukların çokça yaramazlık yaptıkları bir vakit, yaşlı nine şu tekerlemeyi okur:

Harkıt! Bacadan torbanı sarkıt!

Çocukları al da kaçırt?

Harkıt! Kullaklarını sarkıt!

Ağlayanı bağıranı kaçırt!”