doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2022 Perşembe

YİTİK PARADİGMA: İNSAN DOĞASI


 










KÜNYE

Kitap Adı: Yitik Paradigma: İnsan Doğası

Yazarı: Edgar Morin

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları- 4.Basım- 2019

Sayfa:  248

Tür:  Bilim, Araştırma-İnceleme, Antropoloji-Etnoloji-Sosyoloji


İNCELEME:

 Kitap, antropoloji, biyoloji, sosyoloji, kültür tarihi gibi çok farklı disiplinlerden faydalanarak "insan-hayvan ve doğa-kültür zıtlığı" paradigmalarını geçersiz kılıyor.

“Doğa ile kültürü birbirinden ayırmaktan artık vazgeçmek gerektiğini, kültürün anahtarının bizim doğamızda, doğamızın anahtarının da kültürde bulunduğunu söyleyen Morin'e göre, biyolojik evrim ve kültürel evrim, bütünsel insanlaşma olgusunun karşılıklı ilişki içinde olan ve birbiri içinden geçen iki boyutudur. İnsanlaşma, sadece biyolojik ya da tinsel bir evrim değil, genetik, ekolojik, beyinsel, toplumsal ve kültürel eklemlenmelerin sonucu karmaşık ve çok boyutlu bir bünye oluşumu, bir morfogenezdir.”

Kitap, insan, toplum ve doğa üzerine düşünmek isteyenler için çok önemli bir başvuru kaynağı. Antropoloji, sosyoloji, etnoloji, biyoloji alanlarına ilgi duyanlar tercih edebilirler. Herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir kitap değil maalesef, akademik ve ağır bir dili var. İlgi alanı olmayanları fazlaca zorlayacaktır.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

“Bugün ölmekte olan insan kavramı değil, tabiattan ve kendi doğasından kopartılmış, yalıtılmış bir insan kavramıdır; son bulması gereken şey, kendi akılcılığının şatafatlı imgesine hayran kalan insanın kendini putlaştırmasıdır.”

 

“İnsan türünün kur davranışını, boyun eğmeyi, hiyerarşik grup yapısını, bölge kavramını icat etmediği nasıl kesinse toplumun bir insan icadı olmadığı da artık aynı ölçüde kesindir. Hatta insan toplumlarına özgü kimi niteliklerin, çoktan pek çok hayvan toplumunda ortaya çıkmış olduğunu da söyleyelim.”

 

“Altmışlı yıllara kadar hayvan davranışları kâh otomatik tepki veya refleksler, kâh otomatik dürtü veya içgüdüler tarafından yönetiliyormuş gibi görülüyordu. Bu yönlendirici unsurların işleyişi, organizmanın korunma, hayatta kalma ve üreme ihtiyaçlarını tatmin etmeye yönelikti. Hâlbuki ekolojinin ilk keşifleri bize hayvan davranışının hem örgütlü, hem de örgütleyici davranışlar olduğunu gösteriyor.”

 

“Yazgımızın, primatlar da dâhil bütün hayvanların yazgısından çok farklı olduğu apaçık; diğer hayvanlara boyun eğdirdik, onları ehlileştirdik, soylarını tükettik, sürdük, kafesledik veya korumaya aldık. Biz ise, kendimize taştan ve çelikten kentler inşa ettik, makineler icat ettik, şiirler, senfoniler yarattık, uzayda seyahat ettik. Doğadan gelmekle ve doğa dışı ve hatta doğaüstü olduğumuza inanmamamız mümkün mü?”


7 Kasım 2022 Pazartesi

BEN BİR GÜRGEN DALIYIM


 










KÜNYE

Kitap Adı: Ben Bir Gürgen Dalıyım

Yazarı: Hasan Ali Toptaş

Basım: Everest Yayınları - 46.Basım- 2020

Sayfa: 111

Tür: Roman


İNCELEME:

Hasan Ali Toptaş tarafından kaleme alınan Ben Bir Gürgen Dalıyım, Oğuz Demir’in illüstrasyonları ile bezenmiş kısacık bir roman. İçindeki çizimler ve yazı düzenine bakınca bir çocuk kitabı izlenimi verebilir okuyucuya. Ancak bir masaldan ziyade çok derin mesajlar veren trajik bir hikâye anlatıyor. Birçok okuyucu tarafından Fransız edebiyatının çok bilinen eseri ‘Küçük Prens’e yakın bulunmuş. Ayrıca kitaptaki bölümlerin bazılarına, hikâyenin konusuna değinen türkü isimlerinin verilmesi de ilginç bir detay olmuş.

Kitapta bir gürgen ağacının gözünden insanı, insanın doğaya yaklaşımını görüyoruz. Bu gürgen ağacının yaşam serüveni içindeki gözlemleri, bizi insanlığımızdan utandıracak türden. Ben içim burkularak okudum.

Ege’nin Beşparmak Dağlarında köknarların, kızılçamların, ardıçların, ladinlerin, meşe ve pek tabi gürgenlerin bulunduğu bir ormanda yaşamını sürdüren bir gürgen ağacının hikâyesi. Küçük bir fidandan görkemli bir ağaç olma yolundaki Gürgen ağacı, diğer ağaç komşularının da izlediği yolu izlemeye çalışır. Tüm ağaçların çabası, kesilip değersiz bir odun parçasına dönmemek adına eğilip bükülmeden uzamak, dimdik ve güçlü görünmektir. Gürgen fidanımız da dimdik ayakta duran, heybetli görünen bir ağaç olabilmek için tüm gayretini gösterir. Tüm ağaçların çabası eğer kesileceklerse bile değerli, anlamı olan bir nesneye dönüştürülebilecek kadar değerli görünmektir insanların gözünde.

Kesilen her ağacın arkasından kaderinin ne olduğu konusunda fikir yürütür tüm ağaçlar. Aslında kendi umutlarını dile getirirler. Kimi masa, kimi pencere kimi kayık kimi gitar olmak ister. Kimi kapı olmak ister ama ne kapısı olacağın çok önemlidir tabi. Hiçbiri mahpushane kapısı olmak istemez.

Ve bir gün maalesef ki Gürgen ağacımız da hazin son ile karşılaşır ve 2 insan gelip onun göklere uzanan gövdesini keserler. Yine de Gürgen umudunu kaybetmez. Onu değerli bulup değerli bir nesneye dönüştüreceklerine emindir. Yıllarca gövdesinin güzel gelişmesi için emek vermiştir.

Uzun bir süre bir marangozun deposunda bekler diğer kesilmiş ağaçlarla birlikte. Neye dönüşeceğinin hayallerini kurar. Ancak yaşanan olaylar onu hiç istemediği bir sona götürür. Dar Ağacı yapılan gürgen ağacı yaşadığı ilk idam deneyiminden sonra bu yaşadığı acıya dayanamaz. Onu odun olarak yaksınlar diye çürümeye karar verir. Bu kararını ise avludan esen rüzgâra şöyle iletir:

“Eeey ağaçlar!" diye bağırdım. "Eeey gürgenler, çamlar, köknarlar ve meşeler! Eeey uzun kuyruklu tilkiler, ey ürkek adımlı tavşanlar! Duyuun beni ey dağlar taşlar! Duy beni dağsümbülü! Duy beni eey ormanın kuytusunda gezinen yalnız böcek! Duyun beni eey gökyüzünü derinleştiren kuşlar! Duyun ve bundan böyle bir darağacı olarak bilmeyin beni! Eğer Beşparmak Dağları’nın ardındaki düzlükte kuru bir dalım kalmışsa, artık ben bir gürgen dalıyım!”

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 “Keşke insanlar dünyayı sevmeyi öğrense, yaşadıkları topraklarda birer misafir olduklarını anlayıncaya ve çocuklarına daha yeşil bir gelecek hazırlamanın bilincine erişinceye kadar, ne yazık ki bu katliam böylece sürüp gidecek!”

 

“Hatta henüz icat edilmemiş silahlar da insanın içindeydi. Yani, insan bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı... Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan? Şöyle, güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengârenk bir barış bahçesi?”

 

“İnsanoğlu beni duymazdı zaten. Sağırdı çünkü o; kokularıma da, yeşillerime de duruşuma da sağırdı.”

 

“İnsanların büyük bölümü, birçok güzelliği göremezdi. (…) Onlar, birer uyurgezer gibi geçip giderlerdi güzelliklerin yanından. Ya da, kafalarına taktıkları başka bir güzelliğin peşinden koşarken, onun uğruna, birçok güzelliği de ayaklarının altına alıp hiç farkına varmadan acımasızca ezerlerdi.”

 

"Yani, insanın karışmadığı her şey bir masaldı."