28 Nisan 2024 Pazar

ALGERNON'A ÇİÇEKLER

 












KÜNYE

Kitap Adı: Algernon’a Çiçekler

Yazarı: Daniel Keyes

Basım: Koridor Yayıncılık

Sayfa: 325

Tür: Roman – Bilimkurgu


 İNCELEME:

Daniel Keyes ‘in yazdığı Algernon’a Çiçekler özel gereksinimli bireylere toplumun yaklaşımına ayna tutan, hem düşündürücü hem de duygu yüklü, sinemaya da uyarlanmış bir bilimkurgu romanı.

Charlie Gordon çok düşük IQ ile doğmuştur. Annesinin utandığı, babasının yorulduğu, kızkardeşi Norma’nın kıskandığı ve dışladığı bir çocukluk geçirmiş sonrasında da gözden çıkarılıp evden uzaklaştırılmıştır. “Norma bizim bahçemizde bir çiçek gibi açtığında, ben yabani bir ot olmuştum. Sadece kimsenin beni görmediği köşelerde ve karanlık yerlerde yaşamama izin verilecekti.”

17 yaşında amcasının ricasıyla fırıncı Arthur Donner ona sahip çıkar, bir iş ve çatı verir. Fırıncıda temizlik işlerine bakan Charlie artık 32 yaşında olmasına rağmen bir çocuğun saflığı ve duygusallığına sahiptir. Tek istediği sevilmek, kabul edilmek, normal bir insan gibi öğrenebilmektir.

Prof.Nemur ve Dr.Strauss zeka seviyesini arttıracak bir tedavi geliştirir,  kobay farelerdeki olumlu denemeler neticesinde deney faresi Algernon üzerinde çok yüksek bir başarı sağlarlar. Sıra insan deneylerine gelmiştir ve Charlie bu deneysel ameliyat için kusursuz bir adaydır. Charlie de artık akıllı olacağı, arkadaşları ile gündemi konuşup tartışabileceği için hemen razı olur. “Eğer akıllıysan sohpet edecek bisürü arkadaşın olur ve hep öyle yapayannız kalmazsın.” Hemen gerekli izinler alınır ve Charlie ön testlere tabi tutulur. Ameliyat öncesi ve sonrası tüm sürecini, gelişimini izleyebilmek adına Charlie’den kaydetmesi istenir. İşte hikayeyi Charlie’nin günlük gibi tuttuğu bu ‘ilerleme raporları’ndan okuyoruz.

Ameliyat başarılı olur ve zeka seviyesi 70den 180e kadar yükselirken Charlie’nin hayatında olup bitene karşı farkındalığı artar. Geçmiş anılarındaki hüzün, trajedi ve yalnızlık ile yüzleşir. Şimdi ise yüksek zekası nedeniyle yadırganır, kıskanılır ve yalnız kalır. Bilişsel gelişimi ile duygusal gelişimi eş zamanlı gelişmediğinden aşık olduğu kadınla da bağ kurmakta zorlanır.

İlk raporlarda çocuksu bir dil ve imla hataları hakimken süreç ilerledikçe Charlie’nin dönüşümü yazım diline de yansır. Ayrıca sadece zihinsel gelişimi değil duygusal gelişimini ve onun iç dünyasını, karmaşasını, sorgulamalarını da okuduğumuz bir psikolojik analize de dönüşür bu raporlar.

Deney bilim camiası tarafından önemli bir buluş olarak görülüp dikkatle takip edilirken, Algernon aniden ciddi gerileme göstermeye başlar. Artık bir dahi olan Charlie de bilim adamları ile birlikte çalışmaya, bir çözüm aramaya koyulur. "Bana ne olduğu önemli değil, henüz dünyaya gelmemiş bazı insanların hayatına bir şeyler katabilirsem eğer, kendimi binlerce kez normal bir hayat yaşamış gibi hissedeceğim. Bu da bana yeter." Peki Charlie’nin gelişimi kalıcı mıydı yoksa Algernon ile aynı kaderi mi paylaşacaktı?

Okumadıysanız mutlaka okuyun. Charlie yüreğimde buruk bir iz bıraktın. Tıpkı Zeze, Lennie (Fareler ve İnsanlar) ve John Coffey gibi. Ve seni de Algernon’u da çiçeklerle hatırlayacağım Charlie. "Lütfen eğer vaktiniz olursa Algernonun arka bahçesindeki mezarına birkaç çiçek koyun olurmu."

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Şimdi anlıyorum ki, üniversiteye gitmenin ve bir eğitim almanın en önemli nedenlerinden biri, tüm hayatınız boyunca doğru olduğuna inandığınız şeylerin doğru olmadığını ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğrenmekmiş.”

 

 “Tüm hayatı boyunca yarı uyur yarı uyanık kalmış bir adam gibiyim, uyanmadan önce nasıl biri olduğunu bulmaya çalışan...”

 

“Hiç biri gözlerimin içine bakamıyordu ve ben de onlardan yükselen husumet dalgasını hissedebiliyordum. Önceleri, bana gülüyorlar, cehaletimden ve yavanlığımdan dolayı beni küçük görüyorlardı; şimdi de, bilgimden ve kavrama yeteneğimden ötürü benden nefret ediyorlardı. Neden?”

 

“Öğrenmek tuhaf bir olay: Ne kadar derinlere gidersem, var olduğunu bile bilmediğim şeylerle karşılaşıyorum. Kısa bir süre önce, her şeyi -dünyadaki tüm bilgileri- öğrenebilirim gibi aptalca bir hisse kapılmıştım. Şimdi ise, sadece onların var olduğunu bilebilmeyi ve bir nebzesini anlayabilmeyi ümit ediyorum. Bunun için vakit var mı?”

 

"Nasıl oluyor da, kolsuz ve bacaksız doğan insanlardan faydalanmayı akıllarından bile geçirmeyen dürüst ve duyarlı kişiler, düşük bir zekâ düzeyiyle doğanları istismar etmekte nasıl bir mahsur görmezler?"

 

“Ben zekanın tek başına hiçbir anlam taşımadığını öğrendim. Burada, sizin üniversitenizde zeka, eğitim, ve bilgi büyük idoller haline gelmiş. Ama şimdi biliyorum ki, hepinizin atladığı bir şey var; “Sevgi ve şefkat eli değmeyen zeka ve eğitim beş para etmez.”

 

“Sevgi alma ve sevgi verme yeteneğinden yoksun olan zeka, zihinsel ve ahlaki çöküşe, nevroza ve muhtemelen psikoza bile yol açar. Ve ben-merkezci bir beynin, sadece şiddete ve acıya neden olacağını da eklemek istiyorum.”

 




MİLENA'YA MEKTUPLAR

 












KÜNYE

Kitap Adı: Milena’ya Mektuplar

Yazarı: Franz Kafka

Basım: Panama Yayıncılık

Sayfa: 400

Tür: Mektup


İNCELEME:

1919 yılında Prag’daki bir kafede tesadüfen tanıştıklarında Franz Kafka 36, Milena Jesenská 23 yaşındadır. Milena Viyana'ya döndükten sonra Kafka'ya bir mektup yazarak eserlerini Çekçeye çevirmek istediğini söyler. Kafka buna olumlu yanıt verir. Ardından 2 yıl yoğun şekilde sürecek bir mektuplaşma başlar.

Mektuplaşma başlangıcında Kafka nişanlı, Milena ise evlidir. İlk mektuplarda hissedilen resmiyet giderek tutkulu bir aşka dönüşür. Milena ve Kafka bu süre boyunca sadece 2 kere yüz yüze görüşürler. Kafka bu süreçte hem verem hem depresyon ile mücadele etmektedir. Milena da ciddi sağlık sorunları yaşamaktadır. Kafka Milena’ya aşkı ile nişanlısından ayrılmıştır ancak Milena evliliğini sürdürür.

Milena’nın mektuplarının kendi isteğiyle yakılarak yok edilmesi nedeniyle kitapta sadece Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları okuyoruz. Mektuplarda Kafka’nın duyduğu aşkın yanında, ölümcül hastalık sürecine yaklaşımı, dönemin yazarları ve Milena’ın çeviri ve yazıları hakkında yorumlar, eleştiri ve övgüler, dönemin siyasal ve ekonomik sıkıntıları yer alır. Kafka’nın karamsarlığı, kendine güvensizliği ve korkuları mektuplara yansır.

1920 de başlayan mektuplaşma 1 yıl boyunca neredeyse her gün hatta bazen günde iki mektup şeklinde devam eder. 1922 de ise birkaç ayda bir olacak şekilde seyrelir ve 1923 sonunda son bulur. Milena’nın mektupları başta Kafka’ya güç ve ilham vermiş olsa da sonlara doğru uykusuzluk ve huzursuzluk nedeniyle ızdırap kaynağı olur. Okuduğumdan hissettiğim kadarıyla Milena’nın evliliğini sürdürme kararı ve Kafka’nın ciddileşen sağlık durumu nedeniyle içinde bulunduğu ruh hali buna etken olmuş olabilir.

Kitabın sonunda Milena’nın Kafka’nın yakın dostu Max Brod’a yazdığı birkaç mektup paylaşılmıştır. Bu mektuplar okuyucuya Milena’nın Kafka’ya hisleri, düşünceleri, endişesi ve pişmanlığı konusunda bilgi verir.

Kafka ölümünden sonra yazdığı tüm öykü, günlük ve yazıların yok edilmesini istemiştir. Max Brod arkadaşının ölümünden sonra eserlerini bastırarak dünyaya tanıtan kişidir.

Mektupları tek taraflı okumak oldukça yorucu ve sıkıcıydı. Milena’nın düşünce ve sorularını bilmediğimizden anlatılanlar ve verilen cevaplar çoğunlukla birbiriyle bağ kuramıyor, kopukluk oluşturuyor hissiyatı oluşturuyordu. Sorulan soruların cevaplarını ise sonraki mektuplardan tahmin etmek durumunda kalıyorsunuz tabi anlatıdan kopmadıysanız. Kitabı bırakmamak için epey direndim. Çapraz okuma ile yanında 4 kitap bitirdim, okumakta zorlandığım bir kitap oldu maalesef.

  

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Yanımda yürüyordun, bir düşünsene, yanımdaydın!”

 

 “Dün, her gün bana yazmamanı telkin etmiştim, bugün hâlâ aynı fikirdeyim, bu her ikimiz için de daha iyi olacak ve bu nedenle bir kez daha ve bu sefer daha ısrarlı bir şekilde telkinde bulunuyorum -ama lütfen beni dinleme ve bana her gün yaz Milena, çok kısa olabilir, bugünkü mektuptan da kısa olabilir, iki satır da, bir satır da, hatta tek kelime bile olabilir, ama onlarsız kalırsam çok acı çekerim.”

 

“Yorgunum, hiçbir şey düşünemiyorum, başımı kucağına koyup, elini başımda hissetmek ve sonsuza kadar böyle kalmak istiyorum.”

 

"Dünyanın herhangi bir yerinde benim ihtiyacımı karşılayacak kadar çok sabır var mıdır Milena?"

 

“Her şeye rağmen, mutluluktan ölünebiliyorsa, o zaman kesinlikle bu şekilde öleceğim. Ayrıca, ölüm döşeğindeki birisi, mutluluk sayesinde hayata tutunabiliyorsa o zaman ben de hayatta kalacağım.”

 

“Seni seviyorum işte, budala, deniz dibindeki çakıl taşı nasıl sevilip, sarmalanır, ona bağlanılırsa ben de sana öyle bağlıyım.”

 

“...insanın tüm benliği ile kendini sözcüklerle ifade edememesi ne kadar kötü, ifade edebilse, sözcüklerin saldırısı karşısında büsbütün kendini savunabilir veya tamamıyla imha olur.”

 

“Bu mektuplar sadece düş kırıklığı, tedavi edilemeyecek dertler nedeniyle yazılıyorlar ama tedavisi mümkün olmayan dertlere sebep oluyorlar.(…) Ama dert uyurken de, uyanıkken de vücudu ikiye bölen saban gibidir ve katlanılması mümkün değildir.”

 

“Mektupların uykuyu engelleyen muazzam bir ilaç olduğunu söyleyebilirim. Nasıl görünürlerse görünsünler hiç önemli değil, yavan, yararsız ve kışkırtıcıdırlar, kısa süren bir mutluluğun ardından acı vermeye başlarlar.”


20 Nisan 2024 Cumartesi

TANRI KÜÇÜK TAHTA PARÇALARINI SEVMEZDİ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Tanrı Küçük Tahta Parçalarını Sevmezdi

Yazarı: Pınar Seyhun

Basım: Gece Kitaplığı– 1.Basım- 2021

Sayfa: 178

Tür: Roman


İNCELEME:

Sevgili arkadaşım Pınar Seyhun’un ilk kitabı olan Tanrı Küçük Tahta Parçalarını Sevmezdi isimli roman ile sizlerleyim. Romanın 17.Tudem Yetişkin Edebiyat Ödüllerinde üçüncülüğe layık görülmüş olduğunu da not düşeyim. Ki bir ödülü sonuna kadar hak eden bir anlatım ile karşılaştım. Pınarcım o nasıl kalem, ilk roman için nasıl da profesyonel bir dil kullanımı, betimlemeler, kurgu… En çok da karakterlerin tüm duygularını olduğu gibi hissettirişini sevdim. Tebrik ediyorum ve sen yazmalısın arkadaşım, kalemin daim olsun diyorum.

Nedim, Nermin ve Fehmi arasındaki derin bağ ile başlıyoruz kitaba. Hemen sonrasında Nermin’in aileye katılma hikayesini öğreniyoruz. Nedim’in teyzesi Zehra çocuk sahibi olamaz ve eşiyle birlikte evlat edinmeye karar verirler. Nermin sessiz, çekingen ve biraz hüzünlü bir kız çocuğudur. Nedim ve Nermin’in yolları böyle kesişir ve iki kuzen hayatları boyunca iki yoldaş olur.

Fehmi ile ilk tanışıklıkları çocukken bir haftasonu tatilinde olur. Yıllar sonra üniversitede yolları kesişir Nedim ile Fehmi’nin. Sıkı dost olmanın hemen akabinde ev arkadaşı olurlar. Ve bir aile davetinde Nermin ile tekrar karşılaşır Fehmi. Çocuk Nermin değişmiş çok güzel bir genç kız olmuştur. İlk gördüğünde âşık olur. Zamanla yakınlaşırlar ve Nermin de karşılık verir bu sevgiye.

Fehmi tahtaları oyarak onlara hayat veren cüce Arif’in oğludur. Annesi o bebekken onları terk eder. Fehmi akıllı bir çocuktur, hayatına doğru yön verir. Mimar olur, akademisyenliği birkaç yıl sonra bırakır. Fehmi ile Nedim iş kurarlar sonrasında Nedim yurtdışında işlerini sürdürür. Nermin ve Fehmi evlenirler. Kızları Deniz’in annesiyle bir türlü yıldızı barışmaz. Yine de Nermin sabırla bekler aralarındaki buzların çözülmesini.

Ve Çiğdem… Toksik bir ilişkiyi yıllarca sürdürmüş ama en sonunda aklı başına gelip hayatında doğru karalar almayı başarmıştır. Edebiyat öğrencisi Çiğdem eğitimine odaklanır. Okul ödevi sayesinde yolu Fehmi ile kesişir. Gerçek hayattan esinlenerek hazırlanacak bir öykü ödevinin başkahramanı olması için ihtiyarı ikna eder Çiğdem. Ses kayıt cihazları, roman taslak kağıtları birlikteliğinde her Cuma buluşup görüştükleri, Fehmi’nin ağzından onun hayatını dinlediğimiz bir süreç başlar. Ta ki bir Cuma günü Çiğdem ihtiyar tarafından ekilene kadar. Ve birkaç Cuma daha haber alamadığı ihtiyarın peşine düşer.

Nermin yüreğindeki acıyla tek başına zorlanmakta olduğu bir günde tanır Çiğdem’i. Genç kızın ona verdikleri armağan gibidir. Fehmi’nin yüreği, hisleri ellerindedir. Şimdi sıra kendi sırlarını, suskunluğunun, hüznünün sebebini ortaya dökme vaktidir. Küflü bir depodaki sandığa kapattığı çocukluğu, geçmişi, hüznü taşıyan defteri alır. Fehmi’nin ve Nermin’in tüm hayatları artık Deniz’in çalışma masasının üzerindedir.

Ben okurken kolay ağlamam ama 178 sayfalık kitapta 3 kez tutamadım gözyaşlarımı. Zehra’nın eksik hissedişine, küçük Fehmi’nin öğretmenle sınavına ve küçük Nermin’in trajedisine… Çok çok beğendim ve okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.


KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Her şeyi sil baştan değiştirmeyi isterdi (…) Ama ömür denen şey hep bu istekler silsilesinin kırsalında devam eden gerçeklik değil miydi zaten?”

 

“Henüz başarısız erkeklerin, başarılı kadınların arkasında bir gölge olmaktan vazgeçemediklerini ama bu sığınmaya karşın bile küstahlıklarını koruduklarını bilmiyordu Çiğdem.

Ve yine bilmediği başka şeyler de vardı. Onlar kendilerini yaralı ve yetersiz hissettiklerinde, karşılarında duranın canını acıtmak için mutlaka bir b planına başvururlardı.”

 

“Zaten dürüstlüğümüze alkış beklediğimizde çoğu zaman hayal kırıklığına uğramadık mı?”

 

“Mutlu olmak için hayatındaki herkesin bir şekilde hoşnut, hiç değilse huzurlu olmasını sağlamak zorundaydın, dünyadaki en bulaşıcı hastalık hüzündü çünkü.”

 

“Âşıkken bile bencilleşmiyorsan eğer, insansındır… İnsanlığın galip geliyorsa eğer mutluluğa, büyük insansındır…”

 

“Mutsuz olmamak için pişman olmamayı öğrenmeliyiz.”

 

“… Ölüm haindi. Bütün hayalleri der top edip kaldırıp atmaktı ölüm, ölüm maskeler bulamamaktı hayata. Ölüm sıradandı. Ölüm gerçekti.”


MADALYONUN İÇİ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Madalyonun İçi

Yazarı: Gülseren Budayıcıoğlu

Basım: Doğan Kitap – 1.Basım- 2024

Sayfa: 424

Tür: Psikoloji - Anlatı


İNCELEME:

Gülseren Budayıcıoğlu’ndan okuduğum 2.kitap Madalyonun İçi oldu. Bir Psikiyatristin Not Defterinden örnek vaka incelemeleri sunuyor kitap. “İnsan denen muhteşem varlığın yine kendisi gibi muhteşem iç dünyasının kapağını aralayıp içindekilere birlikte baktık. Gönüllerinin, yüreklerinin derinliklerindeki gizli kalmış sırları, madalyonu açtım ve içini gösterdim sizlere.” diyor Gülseren Hanım ve ekliyor: “Bu kitabın bir politik mesajı varsa, o da sevgi ve hoşgörü çağrısıdır.”

İnsan zihni öyle derin ve karmaşık ki psikoloji bilimi işte bu dehlizin derinliklerini anlamamızı sağlıyor. O nedenle psikoloji kitapları okumayı çok severim. İnsanın kazandığı öğretilerle kendini sorgulamasını, keşfetmesini ve yeniden gözden geçirip bir nebze de olsa iyileştirmesine ön ayak oluyor. Düşüncelerimiz duygularımızı, duygularımız eylemlerimizi etkiliyor büyük ölçüde. Hepimiz hayatın içinde üzücü ve travmatik olaylarla karşı karşıya gelebiliyoruz. Veya gün geliyor geçmiş travmalarımız küçücük sandığımız olaylarla tetiklenip uyanabiliyor. İşte bu zorlu anlarda sağlıklı düşünebilmek büyük zenginlik ve her zaman kolay olmayabiliyor. Bazen bu sistem sağlıklı işlemediğinde bunun farkına varabilmek ve destek istemek de çok önemli. Kitap yaşamımız içinde yaşadığımız sınavlarda sevgiyi ve hoşgörüyü ne denli hissettiğimizin bu sistemin sağlıklı işlemesine yaptığı katkının üzerinde duruyor. Tabi kendimize gösterdiğimiz sevgi ve hoşgörü de bunun büyük parçası.

Kitapta anlatılan vakalara gelirsek; hijyen takıntısıyla evlerini çöp apartmana çeviren üç kızkardeş, radyoda çalan şarkıların kendisine mesaj olduğunu sanan Rezzan, konuşamadıkları için şiddet ile iletişim kuran Jale-Kemal çifti, az bir ömrü kaldığını öğrenen Şule, kendini peygamber sanan Yiğit, erken emekli edilip yeni mevkisinin keyfini süremeyen Hayri Bey, yaşadığı birkaç güzel heyecanın suçluluk duygusunu kocasından dayak yiyerek cezalandıran Pembe, her şeyi olmasına rağmen mutsuz ve intihara meyilli ergen Aslı, genç bir kıza gönlünü kaptırıp terk edilen Garip Bey, panik atak hastası Yaşar, sürekli bayılan ve hastalığını eşinin ilgisini kazanmak için kullanan Nihal, ruhu erkek bedeni kadın Halime, bipolar hastalığın depresif nöbetlerinden muzdarip Vahit Bey, kocasına yaranmaya çalışıp daha da uzaklaştıran Reyhan, hayat kadını Hayal… ve vaka aralarına serpiştirilmiş daha birçok örnek.

Ben bazı vakalara izlediğim Kırmızı Oda dizisinden aşinaydım. Yine de okumak farklı tabi. Yazarın sıcak ve samimi anlatımı ile kitap oldukça akıcı. Kitap sonunda yazarın kendini tanıttığı ve okur mektuplarını paylaştığı bir bölüm mevcut.  Ben en çok Halime ve Şule’nin durumundan ve çöp apartmandaki kardeşlerin dönüşüm çabasından etkilendim. Psikoloji sevenlere, farkındalığını arttırmak isteyenlere tavsiye ederim.

   

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“İnsanların ruhsal durumları, fiziki görüntülerini ne kadar çok etkiliyor. Mutluluk insanları ne kadar güzelleştiriyor.”

 

“Şu kadınlar ne garip mahlûklar. Duygusal durumları ne kadar çabuk değişebiliyor. Küçücük şeylerden nasıl da hemen etkileniveriyorlar. Bir anda dünyanın en mutsuz en kederli en suçlu insanı iken, nasıl da kolayca gökyüzünün en üst katına çıkabiliyorlar. Sevgileri, tutkuları uğruna neleri göze alabiliyorlar. Onlar için yaşamın temel şartı sevilmek. Aşkla tutkuyla sonsuza kadar sevilmek ve asla vazgeçilmemek. Her şeyi affedebilirler ama sevilmemeyi asla.”

 

"Eğer bilgiyle, düşünceyle, hayalle geliştirmezsen akıl ve zekâ neye yarar ki?"

 

(Depresyon) “Zor ve ıstıraplı bir hastalıktır bu. Önce insanların umutlarını kırar, yaşama sevincini yok eder. Sonra yavaş yavaş ruhsal çöküntü başlar. Ağır bir karamsarlık, olumsuz duygu ve düşünceler egemen olur. Kişi her konuda pişmanlık ve suçluluk hisseder. Kendine olan saygısı biter. Uykuları bozulur, iştah kesilir, zaman bir türlü geçmez ve ağır bir iç sıkıntıyla birlikte kişi ölmek ve bu ıstıraptan bir an önce kurtulmak ister.”

 

"Kendimizin farkına vardığımız zaman günden itibaren hepimiz, önemli, sevilen ve sayılan insan olmak isteriz. Bu vazgeçemediğimiz, içgüdüsel bir tutkudur. Bu tutkuyu doyuramadığımız sürece mutsuz oluruz. Hayatımız boş ve anlamsız olur. Yaşama bağlılığımız giderek azalır. Uzun lafın kısası küseriz"

 

“Cezayı gerektiren düşünceler ve duygular değil, eylemlerdir. İnsanlar düşündükleri ya da hissettiklerinden değil, yaptıklarından sorumludurlar.”

 

“...Sen elinden geleni yap, elinden geleni yaptığına önce sen inan, gerekirse hiç uyuma ama sakın vazgeçme. Bir kere vazgeçersen sonra hep vazgeçersin… Sen elinden geleni yap ki, kendi gözünden düşmeyesin


5 Nisan 2024 Cuma

BEYAZ DİŞ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Beyaz Diş

Yazarı: Jack London

Basım: Can Sanat Yayınları – 21.Basım- 2020

Sayfa: 249

Tür: Roman


İNCELEME:

Usta yazar Jack London, Beyaz Diş adlı eserinde kuzeyin karlarla kaplı zorlu coğrafyasında sürdürülen yaşam kavgasını, soğuk, açlık ve hayatta kalma mücadelesini bu kez insanların değil, onlarla aynı koşulları paylaşan kurtların gözünden aktarıyor.

Kitap kısa bölümler halinde işlenmiş olsa da ben kitabı 3 ana bölüm olarak değerlendireceğim. Ancak yaptığım küçük araştırmaya göre bazı yayınevi basımları ilk bölümü atlayıp Beyaz Diş’in anne ve babası ile başlayan 2.bölümden eseri yayımlamışlar. Benim okumuş olduğum Can Sanat Yayınlarında kitap Dişi Kurt ile İnsan’ın mücadelesini anlatan bir girişle başlıyor. Küçük bir not olsun.

1.bölümde Henry ve Bill isimli iki adam 6 köpeğin çektiği bir kızakla bir cenaze taşırlar. Ancak etraflarını aç kurtlar sarmıştır. Kurtlar köpeklerin dikkatini çekmek için sürüleri içindeki Dişi Kurdu kullanırlar ve böylece bir zamanlar evcilleştirilmiş ancak yaban hayata kaçmış, hem köpek hem kurt kanı taşıyan Dişi Kurt ile tanışırız. Bu bölümde hem insan hem hayvanlar açısından hayatta kalma mücadelesine tanıklık ederiz.

2.bölümde Dişi Kurt ile sürüsü arasındaki ilişki, erkek kurtlar arasındaki mücadele ve hiyerarşi anlatılıyor. Yaşlı kurt Tekgöz’ün liderliği alması ile Dişi Kurtla ilişkileri ve yavrulaması ile de bebek kurt Beyaz Diş ile tanışıyoruz. Vahşi doğa koşullarına hayvanların gözlerinden tanık oluyoruz.

3.bölümde Beyaz Diş artık yavaş yavaş önce mağarasını sonra yakın çevresini ve hayatı keşfetmeye başlar. Tekgöz av mücadelesinde ölür. Hem annesinden hem doğadaki mücadelelerinden avlanmayı, vahşi doğada ayakta kalmayı öğrenir. Acıyı öğrenir. Bir gün yolları Kızılderililerle kesişir. Dişi kurt onlar için yabancı değildir, adı Kiche’dir. Artık ‘insan tanrılar’ın himayesi altındadırlar. Yabani bir kurt olan Beyaz Diş için kabullenmesi kolay olmasa da farklı avantajları da vardır: Yemek, ateş, korunmak ve yoldaşlık. Vahşi doğanın yasaları üzerine tanrıların yasalarını öğrenir. Ancak annesi ile de gün gelir yolları ayrılır. Zorlu kıtlık günleri atlatılır. Ve en vahşi hayvanlarla ölümüne dövüştürüleceği Yakışıklı Smith’e satılır. Beyaz Diş yaşadığı deneyimlerden gittikçe vahşileşir. Bir gün sona yaklaşmışken Weedon Scott onu kurtarır. Bundan sonra ise sevgiyi, şefkati, iyiliği, dostluğu ve aileyi tadacağı günler gelmiştir. Yapacağı kahramanlık sonrası adı ‘Muhteşem Kurt’ olarak anılacaktır.

“Yaşam, tüm derinliği, genişliği ve çeşitliliğiyle yanından akıp gidiyor, duyularını durmaksızın uyarıyor, ondan ani ve bitmek bilmeyen düzeltmeler ve yanıtlar bekliyor ve onu hemen her zaman doğal dürtülerini baskılamaya zorluyordu”

Bir yabani kurdun evcilleştirilme sürecine tanıklık ediyoruz kitapta. Kimi zaman insan mı daha vahşi doğa mı diye de sorguluyoruz. Son nefese kadar mücadele etmenin, her zaman bir umut olduğunun ve sevginin gücünün de göstergesi sanıyorum bu hikaye. Çok severek okudum.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ama Vahşi Doğa, Vahşi Doğa' dır. Annelik de anneliktir ve ister Vahşi Doğa' da ister başka yerde olsun hep aynı şekilde şiddetle korumacıdır.”

 

“Yaşam, yaşamın üstünden geçiniyordu. Yiyenler ve yenenler vardı. Yasa da şuydu: YE, YOKSA SENİ YERLER.”

 

"...yalnız olmaktansa bir başkasına yaslanmak daha kolaydır."

 

“... çünkü yaşam ancak yapmak için donatılmış olduğu şeyi sonuna dek yaptığında zirveye ulaşır”

 

"... büyümek yaşamdı ve yaşam her zaman ışığa doğru yönelmeye yazgılıydı."

 

"Ne de olsa bilinmezlik,  korkunun harcındaki ana bileşenlerden biriydi."