27 Ağustos 2025 Çarşamba

ASILACAK KADIN












KÜNYE

Kitap Adı: Asılacak Kadın

Yazarı: Pınar Kür

Basım: Can Yayınları– sesli kitap

Sayfa: 152

Tür: Roman


İNCELEME:

Asılacak Kadın / Pınar Kür

Pınar Kür’ün 21 yaşında iken bir gazetede asılmış bir kadının fotoğrafını içeren habere tanık olması, araştırdıkça sarsılması ve konuyu işlemek istemesi üzerine kaleme alınıyor kitap. 15 yıllık bir çalışma sonrası 1979 yılında yayınlanmış. Eser, sinema sansür kurulu ve savcı tarafından müstehcen bulunduğu, cinsel arzuların tahrik edildiği gerekçesiyle yasaklanmış. Yazarın mahkemeye karşı sunduğu savunma ise kitabın sonuna eklenerek çarpıcı bir son oluşturmuş. Bu savunma yazısından birkaç kısa bölüm ekleyerek hem kitabın içler acısı konusunu özetlemek hem de eleştirilere yazarın haklı cevabını ve benim de bir nevi iç sesimi paylaşmak istiyorum:

“Asılacak kadın, korunmasız, güvencesiz, çaresiz, zavallı bir kadının dış dünyadan koparılarak bir sapığın hastalıklı ve korkunç dünyasına hapsedilişini, ezilişini, sömürülüşünü, çektiği türlü eziyetler sonucu kendini savunmak için ağzını dahi açamayacak bir nesne haline getirilişini anlatırken elbette bütün bunlara karşı çıkmakta, kadını bu insanlık dışı durumdan kurtarma çabasına girişen ve başaramayan bir delikanlının dramını da dile getirmektedir. (...) ve iddia edilenin tam tersine ahlakçı bir yaklaşımla yazılmıştır.(…) Esasen meleğin çektiği korkunç acıları, işkenceleri, akla uzak aşağılanmaları okuyup cinsel arzuları kabaracak birinin ruh sağlığından ciddi biçimde kuşkulanmak gerekir.” (Pınar Kür savunmasından)

Ezen, ezilen ve kurtarıcı üçgeni zemininde kitap 3 bölümden oluşuyor. Olay bir Yalı Cinayeti ile mahkemeye taşınıyor. İlk bölüm geçmiş tecrübelerinden kadınlara karşı düşmanlık geliştirmiş yargıç Faik İrfan Elverir’in, ikinci bölüm sanık Melek’in zihninden akanları bilinçakışı yöntemiyle okuyucuya sunuyor. Üçüncü bölüm ise kurtarıcı rolüne soyunan Yalçın’ın kaleminden akıyor.

Toplumda ataerkil düzenin kadın üzerindeki her türlü şiddetini gözler önüne seriyor. Yalının hanımına bakmak üzere 16 yaşında köyden getirilen Melek, ağasının dayaklarından kurtulmuştur böylece ancak hanımın ölümü sonrası Hüsrev Bey ile nikahlanır. Bu yaşlı ve sapkın adam tarafından mide bulandıran bir cinsel şiddetin kurbanı oluverir. Sahipsiz Melek’in ise söz hakkı hiç olmamıştır. Sonunda ise bu zulme tahammül edemeyen Yalçın, Melek’i kurtarmak ister.  Hüsrev Bey’i öldürür. Suç ise kendini savunamayan Melek’e kalır.

Adalet, ahlak gibi kavramları tekrar sorgulatacak, bir toplumun ne denli yozlaşabileceğini ortaya koyan bir eser. Kurgu değil gerçek. Okuması kolay değil ancak okunmalı. Bazen rahatımız biraz da bozulmalı. Danıştay kararıyla gösterimine izin verilen 1986 yapımı bir filmi de mevcut. Pınar Kür’ün savunması ise ayrıca okunmaya değer (Son alıntıyı da okumanızı dilerim).

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Şimdi düşünüyorum da o ilk anda bana en korkunç gelen Melek'e yapılanlar değil de, bunu birçok kişinin yapabilmesi, birçok kişinin de yapılmasına güz yummasıydı sanırım. Genç bir kızın, zavallı, korumasız bir kızın bir zorbanın sapıklığına kurban edilmesine bunca kişi katkıda bulunabiliyor, bunca kişi de olayı uzaktan, rahat rahat seyredebiliyordu. Olacak, akıl alacak şey miydi?" (Yalçın)

 

''Çünkü düşünemezdi. Çünkü baskıya karşı çıkmamak üzere yetiştirilmişti. Bilmiyordu başkaldırabileceğini; baskıyı, zorbalığı yaşamın doğal bir öğesi belirlemişti. Bu baskıyı erkeklerin kurması, her bakımdan kurması da doğaldı onun için. Çünkü güçlü olan onlardı; hep başta olan, her şeye egemen olan...''

 

“Çiçek demek, kökü sağlam bir yaşam demek. Çiçek demek en az değişen gerçek demek. En bakımsız çiçek bile açar. Bir yıl önceki gibi açar. En kurumuş, ölmüş sandığın çiçeği bile birazcık çabayla canlandırabilirsin. Eski haline getirebilirsin. Kökü toprakta olduktan sonra her çiçeğin yaşatılma, kurtarılma olasılığı vardır. Oysa, dalından koparılmış, vazoda soldurulmuş bir çiçeği kim kurtarabilir?”

 

"Okuma eyleminin insan muhayyelesini, düşünme ve kendi başına karar verme yetilerini geliştirdiği bilinen bir gerçektir. Öte yandan, hayal gücü kıt, düşünme ve karar verme yeteneği zayıf kişilerden oluşmuş bir toplumun ilerleyemeyeceği, bir koyun sürüsü kadar kolay yönetileceği de bir başka gerçektir. Düşünce özgürlüğünü bir kavram olarak bile ortadan kaldırmanın en iyi yolu, düşünmeyi bilmeyen kuşaklar yetiştirmektir. İşte bu yönden, bir süredir, bu ülkede okuyan, bağımsız düşünebilen insanların sayısını azaltmaya, gittikçe yok etmeye yönelik bir kültür politikası güdülmektedir. Toplumu, yalnızca boğazını düşünen bir koyun sürüsüne dönüştürme amacıyla izlenen bu politikanın yöntemlerinden biri de, kitap düşmanlığı ve okuma korkusu yaratmak; yazarı, sanatçıyı, okuru yıldırmaktır." (Pınar Kür savunmasından-1988)


18 Ağustos 2025 Pazartesi

BAZEN BAHAR

 












KÜNYE

Kitap Adı: Bazen Bahar

Yazarı: Melisa Kesmez

Basım: İletişim Yayınları– sesli kitap

Sayfa: 119

Tür: Öykü


İNCELEME:

Bazen Bahar / Melisa Kesmez

Öykülerini, üslubunu başarılı bulduğum yazardan okuduğum 3.kitap oldu Bazen Bahar. İçinde 10 adet öykü içeren, akıcı, bir günde okunabilecek bir kitap. Diğer okuduğum iki kitabına nazaran biraz daha hüzünlü ve melankolik bir havası var kitabın. Sanki kış okumalarına havası daha uygun olurmuş ancak ben her mevsim melankoli sevenlerdenim. Yazın daha enerjik kitaplar tercih ediyorsanız sizi hüzünlendirebilir ama hayal kırıklığına uğratmaz.

Yazar öykülerinde yine kadın-erkek ilişkilerini, aile bağlarını, dostluğu, doğanın kıymetini, aidiyeti, kök salamamayı, giden ya da kalan olmayı, eşyalara yüklenen anıları ve anlamları, çaresizliği, kırgınlıkları, yarım kalmışlıkları, yeniden umut edişi işlemiş ince ince. Benim en sevdiğim ve etkilendiğim öyküler; ‘Telefon Kulübesi’, ‘Bir Bahçeyi Beklemek’, ‘Çürümenin Bahçesi’ ve ‘Yılbaşı Ağacı’ oldu.

Bazen Bahar, benim için Nohut Oda’nın önüne geçti ancak favorim hala Küçük Yuvarlak Taşlar ki; biraz daha novella havasında, birbirine bağlı öyküler olmasının etkisi olabilir tabi. Öykü severlere tavsiye ederim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Sen ne kadar kaçsan da, ıskalasan da, görmezden de gelsen, kafanı kuma da gömsen, kalbine kilit de vursan, hayatın sana bir diyeceği varsa, sinsi sinsi bekliyor sırasını, yıllarca. Öyle sabırlı. Öyle fil hafızalı, öyle unutmuyor hayat. Sen sabaha kadar unuttum diye sağalt ruhunu. Gömdüm san. Defter kapanmayınca kapanmıyor.”

 

“Bir roman kahramanı mesela. Kitapta bir laf eder. Altı çizilecek cilalı cümlelerden değil ama, kendi halinde bir cümle. Bir tek sen cımbızlarsın onu kitabın kalabalığından. Sırf sana bir şey anlatır o cümle. Başka herkese susar.”

 

“Bazen gitmenin mi, yoksa kalmanın mı daha zor, daha hüzünlü, daha çekilmez olduğunu anlamamız için hayatın bize bunu bilhassa yaptığını düşünüyorum. İki seçeneğin de kurtuluş olmadığını anlamamız için.”

 

“Bir yarayı iyileştiren her şeyden önce orada bir yara olduğunu kabullenmekti. ”Bir şeyim yok, iyiyim ben’’ dedikçe insan her şeyden önce tedaviyi reddediyordu.”

  

"Hayat beni böyle köşeye sıkıştırmayı, gözümün içine baka baka çelme takmayı severdi. Hayatın unuttuğu bir şey varsa, o da bir yerden sonra daha fazla düşülmediğiydi."

 

"İnsan bazen ne yapsa günün sonunda kendiyle kalıyor."


14 Ağustos 2025 Perşembe

KATYA'NIN YAZI

 











KÜNYE

Kitap Adı: Katya’nın Yazı

Yazarı: Trevanian

Basım: E Yayınları

Sayfa: 232

Tür: Roman


İNCELEME:

Katyanın Yazı / Trevanian

Yazardan okuduğum ilk kitap Şibumi idi ve kalemine hayran olmuştum. Okumayanlar varsa tekrar öneririm. İkinci kitap olarak ise Katya’nın Yazı’nı seçtim ve kitabın kapağını şaşkınlıkla kapattım. O nasıl bir kurgu. Bir aşk romanı okuyacağımı beklerken psikolojik bir tema ile karşılaştım. Dolayısıyla çok tatmin edici bir okuma oldu benim için.

Roman genç tıp doktoru Montjean ile güzel ve aykırı Katya’nın yollarının kesişmesi ile başlıyor. Montjean, Katya’nın yardım talebi üzerine, önce kaza geçiren ikizkardeşi Paul ve sonrasında da babası ile tanışıyor. Paul kibirli ve egosu yüksek bir genç adam, Katya üzerinde oldukça korumacı bir tavrı var. Baba ise Ortaçağ tarihine takıntılı bir bilim araştırmacısı, sakin ılımlı, entelektüel, biraz aklı karışık. Monjean’ın Katya’ya hayranlığı sonrası aile evine gidip gelişleri artıyor. Aile bireyleri ile bireysel ya da birlikte yaptıkları sohbetlerle hem aileyi tanımaya çalışıyor hem de Katya’ya yakınlaşmaya. Ancak sürekli onunla didişen Paul’ün uyarılarına takılıyor. Bir yandan aile sohbetleri, bir yandan Bask toplumunun kültürünü okurken yavaş yavaş aile sırları ortaya dökülmeye, travmalar derinleşmeye ve gözler önüne serilmeye başlıyor.

Kitap sona kadar da yormadan akıcı ilerliyor. Son 50 sayfa ise nefesimi tutarak okudum desem yeridir. İçinden çıkılmaz bir aşk serüveni okurken birden psikolojik derinliği olan bir kurguya evriliyor. Kitabın sonunda ise asla tahmin edemeyeceğiniz sarsıcı bir son sizi bekliyor.

Karakterlerin analizleri ne kadar başarılı derken bir anda psikolojik bir travma ile sonrası buhran ve karakter karmaşasını betimleyen bir hikaye buldum. Özellikle benim gibi psikoloji ve ayrıca ters köşe kurgular sevenler çok sevecektir. Okuyun isterim.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"İnsanın bunu öğrenmesi, geliştirmesi gerek, Jean-Marc. İnsanın kafasını boşaltıp... neşeyi değilse bile, en azından huzuru aramayı öğrenmesi şart. Başka nasıl yaşanabilir..?"

 

“Ama cesaretin nerede bitip duygusuzluğun nerede başladığı belli değildir. Cesaretle kaygısızlığın sınır çizgisi neresiydi?”

 

“Evrende değişmez olan soğuk ve karanlıktır, ışık ve sıcaklık birer kıvılcım kadar küçük ve kısadır demişti. Aynı şekilde yalnızlık ve içe kapanma da insan hayatının değişmezleriydi. Gençlik ve aşk ise geçici şeylerdi. Değerli olmaları, çabucak bitmelerine dayanıyordu zaten. İnsanın kendini kaptırıp bu güzellikleri ebedi sanması çok kolaydı.”

 

"Adalet belki kördür ama, sosyal ağırlıklara karşı da duyarsız değildir. Fakirlere sorular sorulur, söylediklerinin kanıtları aranır, zenginlerin ise ifadeleri kayda geçer, yalnızca imla hatası yapılmamasına dikkat edilir."

 

"Çok saçma. Her çocuk kendini anasına, babasına ebediyen borçlu sanır, ama bu doğru değildir. Eğer ortada bir borç varsa, anayla baba borçludur çocuğa. Onu bu acılar, savaşlar, nefretler dünyasına getirdikleri için. Hem de bir anlık zevk uğruna."