30 Eylül 2024 Pazartesi

ALTINCI KOĞUŞ

 











KÜNYE

Kitap Adı: Altıncı Koğuş

Yazarı: Anton Çehov

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları– 22.Basım- 2022

Sayfa: 68

Tür: Novella


İNCELEME:

Rus Edebiyatından Altıncı Koğuş , Anton Çehov dan okuduğum ilk eser oldu.

Altıncı Koğuş, bir taşra kasabasında bulunan hastanenin akıl hastalarını yatırdıkları ek binasıdır. Sözde tedavi gören 5 hasta, insani olmayan çok kötü şartlarda barındırılmaktadır.

Ivan Dmitriç burada tedavi gören, eğitimli, zeki bir hastadır. Sorunu sürekli izlendiğini hissetmesidir.

Andrey Yefimiç ise iyi bir aileden gelen, hayatında hiç sıkıntı yaşamamış, acı çekmemiş bir doktordur. Bu taşra kasabasında en çok entelektüel bir sohbet yapabileceği, kültürlü kişilerin özlemini hisseder.

Doktor Andrey Yefimiç ile hasta Ivan Dmitriç in tesadüf eseri karşılaşmaları ve tanışmaları ile doktor aradığını bulmuştur. Aralarındaki felsefi sohbetler zaman zaman çatışmaya dönse de doktor bu sohbetlerden çok keyif alır. Ivan Dmitriç in maruz kaldıkları adaletsizlik, hastane içinde yaşamaya zorlandıkları berbat koşullar hakkındaki şikayetlerini Doktor görmezden gelir. Bu durumu değiştirmek için eylemde bulunmaz.

Doktorun bir ‘deli’ ile bu samimi arkadaşlığı ise hastanede gözden kaçmaz, oklar artık doktorun üzerindedir. Andrey Yefimiç büyük yanılgısını ancak Altıncı Koğuşa ‘doktor’ unvanı olmadan düştüğünde fark edecektir.

Kitap karakterler ve ele aldığı konu üzerinden, döneminde Rus aydınlarının ülke sorunlarına kayıtsız kalmasını eleştiriyor. Toplumsal sorunlara ışık tutmayan, değişimi ateşlemeyen kişiye aydın diyebilir miyiz?

Empati kurabilmek, gerçekten karşıdaki kişinin yaşadığı acıyı, zorluğu duyumsayabilmek özel bir yetenek mi?

Bazen ne acı ki birebir kendimiz mağduru olmadan gözümüzün önünde yaşanan olumsuzlukları algılayamıyoruz. Ciddiye almıyor, önemsemiyor, bir kılıf uydurmakta becerikli davranabiliyoruz. Etrafınızda empati gücü yüksek kişiler varsa sıkı sıkı sarılın derim, sayıları düşünüldüğünden çok daha az bence.

Kısacık ancak içeriği açısından derin ve anlamlı bir kitap. Okumanızı öneririm.

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“En acı ve kırıcı olan şey, bu hayatın acılara karşılık olarak mükâfatla sona ermemesi…”

 

“Ancak siz de biliyorsunuz ki onlarca, yüzlerce deli dışarıda dolaşıyor, çünkü cehaletiniz yüzünden onları sağlıklı olanlardan ayırt edemiyorsunuz. “

 

“Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?”

 

“Hayat can sıkıcı bir tuzaktır. Düşünen bir insan olgunluğa eriştiğinde ve tam bilinç kazandığında kendini istençsiz olarak sanki çıkışı olmayan bir tuzağın içindeymiş gibi hisseder.”

 

“Sıradan bir insan iyiyi ya da kötüyü dışarıdan, yani bir atlı arabadan ya da bir çalışma odasından bekler. Düşünen bir insan ise kendinde bulur.”

 

“Hayatın yükü altında ezilebilir, ondan nefret edebilirsiniz, ama onu küçümseyemezsiniz.”

 

"Bence kitaplar notaya, sohbet ise şarkı söylemeye benziyor."

 


27 Eylül 2024 Cuma

SİNEKLERİN TANRISI

 












KÜNYE

Kitap Adı: Sineklerin Tanrısı

Yazarı: William Golding

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – 50.Basım- 2021

Sayfa: 261

Tür: Roman, Dünya Klasikleri


 İNCELEME:

1983 Nobel Edebiyat Ödüllü yazar William Golding ’den Sineklerin Tanrısı, yoğun sembollerle bezeli alegorik bir anlatımın kullanıldığı, çok katmanlı ve derinlikli bir kitap.

Gelecekte geçen bir atom savaşından güvenli bir yere taşınan çocuklar, uçaklarının düşmesi sonucu ıssız bir adada mahsur kalırlar. Yaşları 6-12 arasında değişen bu çocukların başlarında hiçbir yetişkin, dolayısıyla onları yönlendirecek bir otorite figürü yoktur. Başta bunun eğlenceli olacağını düşünen çocukları neler beklemektedir?

Hikaye Ralph ve Domuzcuk’un birbirini bulması, suda buldukları denizkabuğunu üfleyerek diğer kurtulan çocukları yanlarına toplamaları ile başlar. Bir lider seçme ihtiyacı duyulur ve  en büyükler Ralph ile Jack arasında bir seçim yapılır. Denizkabuğunun toplayıcı gücü Ralphe şeflik kazandırır. Ancak Jack bunu pek sindiremez. Denizkabuğunun üflenmesi artık bir toplantı çağrısıdır ve kimin elinde ise söz hakkı ondadır. Alınması gereken kararlar vardır ve küçük çocukları yönetmek hiç kolay değildir. Çalışmak değil eğlenmek isterler. Barınak yapılmalıdır, kurtulmalarını sağlayacak sürekli duman çıkaracak bir ateş yakılmalıdır. Jack ise avlanmaya odaklanmıştır. Şişman, gözlüklü ve sürekli astım atakları geçiren Domuzcuk ağır işler yapamaz ama fikirleri ile yol gösterici olur. Diğer etkili karakterler Simon, Roger ve ikizlerdir.

Hem Jack hem Ralph lider karakterlidir ancak Ralph eşitliğe, sevgiye, anlaşmaya inanan, iyiliğe yönelik bir önder; Jack ise zorba, baskıcı ve kötülüğe yönelik bir önder özelliği taşır. Aralarındaki güç savaşı gittikçe büyür. Bir gün adada bir canavar olduğu kuruntusu büyüyüp korkuya dönüşür. Jack bunu avantajına kullanır ve avcılık niteliği, hem güç hem de etin varlığı çocukları yanına çeker. Yüzlerini boyayarak çıktıkları domuz avları içlerindeki vahşiyi uyandırır. Sonunda bir güç sarhoşluğu başlar, çocukların içlerindeki acımasızlık gittikçe artar ve ada resmen bir cehenneme döner. Sineklerin Tanrısı tümüyle egemen olacak mıdır çocuklara?

Ralph demokrasi ve adaleti, Jack diktatörlüğü, Domuzcuk akıl ve sağduyuyu, Simon saf iyiliği, Roger ise saf kötülüğü sembolize eder. Denizkabuğu demokrasi ve ifade özgürlüğünü, Ateş özgürlüğün anahtarını sembolize eder.

Avladıkları domuzun başını kazığa geçirip toprağa saplarlar ve canavara sunarlar. Üzeri sineklerle kaplanan domuz başı, Sineklerin Tanrısı olarak insanın içindeki kötülüğü (şeytan) sembolize eder ve kitaba adını verir.

Çocukların tertemiz birer melek olduğu bir yanılgı mı? Doğuştan hem iyi hem kötü içgüdülerle mi geliyoruz? Yoksa sonradan mı öğreniyoruz? İç dünyamızda da iyi ve kötü güçler sürekli savaş halinde mi? Kazananı belirleyen faktörler ne?

Bu soruları düşündüren ve ürperten, mutlaka okunması gereken bir kitap. Ayrıca kitabın 1963 yapımı bir film uyarlaması da mevcutmuş, henüz izlemedim.

  

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Ah insanın düşünebilecek vakti olsa!"

 

"Bizden başka canavar yok belki"

 

“Acaba bir yangın, dörtnala giden bir attan daha mı hızlı ilerler?”

 

“Yani korku sizlere zarar vermez, düşlerin zarar vermediği gibi.”

 

“Cahilliklerini bilmenin utancı içindeydiler ve bilgisizliklerini nasıl açıklayacaklarını da bilemiyorlardı.”


OTOMATİK PORTAKAL

 












KÜNYE

Kitap Adı: Otomatik Portakal

Yazarı: Anthony Burgess

Basım: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları– 35.Basım- 2020

Sayfa: 171

Tür: Roman, Dünya Klasikleri, Bilimkurgu


İNCELEME:

Anthony Burgess ‘dan Otomatik Portakal, suç ve şiddet atmosferinde bir distopya. Anlatımında yoğun argo ve vahşet içeren ancak alt metinlerde vurgulanan konular nedeniyle okuyucuyu sorgulamaya iten bir kitap. Ana teması suçluların ıslahı ve etik tartışması olan bu kitap 3 bölümden oluşuyor.

İnsanların can güvenliğinin olmadığı, şiddet ile güdülenmiş gençlerin çeteler oluşturduğu, geceleri sokakların terörize edildiği bir gelecek. 15 yaşındaki Alex de 4 kişilik bir çetenin lideri. Alex ve çetesi önlerine kim çıkarsa yaşlı, düşkün demeden sınırı olmayan şiddet uygulamaktan, genç kızlara ve kadınlara tecavüz etmekten, hırsızlık yapmaktan büyük zevk alıyorlar. Ancak soygun için girdikleri bir evde yaşlı bir kadının ölümüne sebep olunca Alex cinayetten hapishaneyi boyluyor.

2.bölüm Alex’in hapishane günlerini ele alıyor. Başta evine ve eski şiddet içeren eğlenceli günlerine dönmek için uyumlu ve rehabilite rolü oynasa da bir gün içindeki şiddet dürtüsüne engel olamıyor. Bunun üzerine hükümetin suçluların ıslahı için planladığı deneysel bir tedavinin kobayı olarak seçiliyor. Pavlov’un deneyine benzer bir şartlandırma uygulanıyor. Sonuçta şiddet dürtüsü baskılanıyor, hatta şiddet düşüncesi bile onu felç ediyor.

3.Bölüm ise deneyden başarılı çıkan ancak kendini bile savunamayacak bir robota dönen Alex’in topluma salınmasını ve başına gelenleri anlatıyor. Tüm gözler Alex’in üzerinde iken siyasilerin çevirdiği kirli oyunların insan hayatını nasıl yok saydığına da ayna tutuyor.

Peki şiddetten zevk alan insanları aynı alana tıkmak onları rehabilite edip çözüm sağlar mı?

Bir kişinin özgür iradesini, seçme şansını elinden almak etik mi?

Peki içindeki kötülüğü baskılayarak iyiliği seçmeye zorlamak. Bu şartta seçilmiş iyilik anlamlı mı?

Saf kötülüğü, suçu önlemek söz konusu ise duygusal hadım uygulanmalı mı?

Nerden baktığınıza, kime baktığınıza göre değişebilir tabi cevaplar. Özgürlüğün sınırsız olmadığını düşünerek cevaplamalı belki.

Kitabın sonundaki, vahşetin gençliğin deli akan zamanlarından kaynaklandığı, büyümenin olgunluğu ve dinginliği getirdiği imasına katılmıyorum tabi. Vahşet ve çılgınlık aynı şey değil ne de olsa.

1971 yapımı Stanley Kubrick imzalı bir film uyarlaması da mevcutmuş, henüz izlemedim. Rahatsız edici olsa da okunmasını öneririm. +18 olduğunu da belirtmeliyim.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...”

 

“Tanrı biz kullarından ne istiyor? Tanrı'nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı'nın gözünde?”

 

"Yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, uslu, terbiyeli olmaları söz konusu değildir."

 

“Kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir.”

 

“Tutku korkuyu kovabilen tek güçtür.”


20 Eylül 2024 Cuma

BİZ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Biz

Yazarı: Yevgeni Zamyatin

Basım: İthaki Yayıncılık– 6.Basım- 2016

Sayfa: 250

Tür: Roman, Bilimkurgu, Distopia


İNCELEME:

Yevgeni Zamyatin’in Biz adlı eserini okuyarak KARA DÖRTLEME’yi (Biz, 1984, Cesur yeni Dünya, Fahrenheit 451) tamamladım. Diğer 3 kitaba ilham veren Biz, distopya türünün öncüsü niteliğindedir ancak benim okuma sıralamamda sonda yer aldı.

Kitap evreni gelecekte geçiyor. Büyük İkiyüzyıl Savaşı yaşanır ve yeryüzünde nüfusun %0.2 si sağ kalır. Savaş sonunda doğa ve hayvanlarla aralarına Yeşil Duvar dedikleri bir duvar örerek kendilerini soyutlarlar. ‘Tek Devlet’ yönetimi 48.kez oybirliği ile seçilen ‘İyilikçi’ tarafından yönetilmektedir. Düzeni sağlayan ‘Koruyucular’ mevcut, herkes dinleniyor ve gözleniyor. Herkes harf ve numaralar ile tanımlanıyor. Duygulardan, hayal kurmaktan, özgürlükten, özgür iradeden arındırılmış bir dünya. Mülkiyet hakkı yok, mahremiyet yok. Herkes camdan evlerde yaşıyor. Sevgi, aşk, kıskançlık yok ilkel duygular, seks sadece ihtiyaç. ‘Tablet’ dedikleri bir zaman sayacı ile uyku, yemek, çalışma, dinlenme, seks zamanları devlet tarafından planlanıyor. Kendilerine ayırdıkları özel zaman sadece günde 2 saat. Özgürlük ve suç işlemek birbirleriyle bağlantılı adlediliyor. Rüya görmek ciddi bir psikolojik rahatsızlık olarak görülüyor. Devlet otoritesi ve düzeni sorgulanamaz, aksini yapanları bekleyen ölüm. İnsanlar da bunun mükemmel bir düzen olduğuna ikna olmuş durumda zaten.

Bu mutlak düzeni diğer gezegenlerde de tanıtmak amacıyla İntegral adı verilen bir uzay aracı inşa ediliyor. D-503 ise İntegral’in başmühendisidir. Yaptığı çalışmaları ve Tek Devlet yönetimini diğer gezegendeki ‘ilkel’ insanlara aktarabilmek için bir günlük tutar. Bu mutlak düzene bağlı şekilde yaşarken I-330 ile karşılaması ve ilişkileri ile düşünmeye ve düzeni sorgulamaya başlar. Tüm değişimi ve yaşadığı süreç de tuttuğu kayıtlarla okuyucuya yansır.

Tercih hakkı elinden alınarak robota çevrilmiş, karar verme mekanizmasından, düşünmekten, hayal kurmaktan yoksun bırakılmış bir halk uyanabilir mi? D-503 ü neler bekliyor? Bir devrime mi eşlik edecek yoksa hayalgücüne gem mi vurulacak?

Anlatım tarzı, ifadelerin kullanılış şekli nedeniyle beni zorlayan bir okuma oldu. Dağınık, düşük cümlelerin anlaşılması biraz güç geldi. Bu nedenle dörtlüden en az keyif aldığım kitap Biz oldu. Ancak kurduğu dünya ve verdiği mesajlar açısından yine zamanımıza ayna tutan, zamansız kitaplar kategorisine sokacağım bir kitap.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Ama bu sizin suçunuz değil, siz hastasınız. Bu hastalığın adı: Hayalgücü”

 

“Özgürlük ve suç, birbirinden ayrılmaz biçimde ilintilidirler. (…)Bu gayet açık. İnsanı suçtan arındırmanın tek yolu onu özgürlükten arındırmaktır.”

 

“Ama sadece gözüne birşey kaçan göz, parçalanmış parmak ve ağrıyan diş kendini hisseder ve bireyselliğini kavrar. Sağlıklı göz, parmak ve diş adeta yoktur. Kişisel bilincin sadece bir hastalık olduğu apaçık ortada değil mi?”

 

“Çiçek açmak bir hastalık değil midir? Filiz yarılarak açıldığında canı yanmaz mı?”

 

“İnsan son sayfasına kadar ne olacağı bilinmeyen bir roman gibidir. Başka türlü olsaydı okunmaya değmezdi…”

 

“Çocuklar biricik cesur filozoflardır. Cesur filozoflar da mutlaka çocuktur. Tam da böyle, çocuklar gibi, her zamanki ve gerekli soru ‘bundan sonra ne olacak?’ sorusudur.”

 

“Ancak dostlarım, biraz düşünmek lazım, çok faydalı oluyor.”


17 Eylül 2024 Salı

TEYEL

 




















KÜNYE

Kitap Adı: Teyel

Yazarı: Aylin Günay

Basım: Dağhan Külegeç Yayınları– 1.Basım- 2020

Sayfa: 140

Tür: Roman, Kişisel Gelişim


İNCELEME:

Teyel, Aylin Günay’ın farketmek, dinlemek, farklı bakış açılarına açık olmak meseleleri üzerine kaleme aldığı ilk kitabı. Karakterlerini turuncu kapaklı bir kitap ile birbirlerine teyelleyerek anlatmış meramını yazar. Farklı sosyokültürel yapılardan karaterler üzerinde kişisel gelişim kitaplarının nasıl etki ettiğine ayna tutmuş bir yandan.  

*Yaşadığı küçük şehre uyum sağlayamamış, kilerden bozma kütüphanesinde huzur bulan Serap;

*Evli ve bir kızı olan, kendini yeniden keşfetme sürecindeki Mete;

*2 yaşında ailesini terketmiş babası ile bir daha görüşmeyi kabul etmemiş ancak cenazesi için huzurevine çağrılan ve durumla yüzleşen Erhan;

*Disiplin cezası karşılığı kitap okuma ödevi verilen ve gittiği tatilde okuduğu kitap sayesinde kıskandığı ikizi Berna’ya karşı duygularıyla yüzleşen Aslı;

*Mezhep uyuşmazlığı nedeniyle kavuşamadığı eski aşkının yıllar sonra hastalığını öğrenince kurduğu ailesini terk eden Rahmi Bey;

*Anasının köydeki evini mi büyütsün, kendine mi bir ev alsın, iki arada bir derede, bir yandan geçim derdinde bir nohut pilavcı Salih;

*Kötü bir evlilik tecrübesinden sonra kendisini ilişkilere kapatmış, yalnız yaşayan Seher öğretmen;

*Kamyonu Selamet ile Bakü’den Ankara’ya mal taşıyan evli çocuklu şoför Bahattin ile yolda aşık olduğu Gürcü kadın Daria.

Her karakter, eline bir şekilde geçmiş olan turuncu kitaptan bir parça okuyup sorguluyor o an yaşadıklarını. Kitap içinde kitap okuma deneyimi yaşatan kitabın dikkat çektiği diğer bir nokta ise: Seçimlerimiz gerçekte bizim seçimlerimiz midir?

Su gibi akan, kısa kısa insan hikâyeleriyle öykü severlerinde beğeneceği kısacık bir kitap. Bir kişisel gelişim öğüdünün farklı sosyal yapıya sahip ailelerde etkisini görmek de gerçekçiydi gerçekten. Kişisel gelişim sevmeyen benim gibiler için kitabın öyküsel tarafı, kurgusu ve anlatımı çok hoşuma gitti, belirtmiş olayım.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Hayattaki seçimlerini düşün (...) Seçmediklerini düşün bir de (...) Seçtiklerin yaşamını belirlerken, seçmediklerin de belirliyor aslında."

 

“Sen sandığın karakter aslıda kim? Sen aslında kimsin? (…) Uyuşmuş beyinleri ile hiçbir şeyi sorgulamayanlar hariç, hayatta hepimizin yaptığı, bu arayış değil mi?”

 

"İnsan kendini tanıdığında kâinat ile bütün olduğunu, her şeyin kendisi, kendisinin her şey olduğunu anlar."

 

“‘Başkası ne der?’ diye yapmaktan vazgeçtiğin ya da sadece onların onayını almak için yaptığın şeyler var mı sence?”

 

“Gitmek. Uzaklara gitmeyi istemek. Halinden memnun olmayanların derdine şifa gibi görünen gitmek, aslında sahiden gitmek mi demek?”

 

“Mütemadiyen konuştuğum içimdeki ses susmuyor. Her gün kendimle mücadele ediyorum. İstediklerim, istemediklerim, yapmak zorunda olduklarım, sorumluluklarım, vicdanım, hayallerim, düşlerim. İnsan neden yaşar? Bunu soruyorum kendime. Herkesin ayrı sebebi mi var, yoksa herkesin sebebi aynı mı? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, artık nefes alamadığım.”



15 Eylül 2024 Pazar

HAYVAN ÇİFTLİĞİ

 










KÜNYE

Kitap Adı: Hayvan Çİftliği

Yazarı: George Orwell

Basım: Can Yayınları– 72.Basım- 2022

Sayfa: 151

Tür: Roman, Eleştiri, Sosyoloji


İNCELEME:

Hayvan Çiftliği, George Orwell’in 2.dünya savaşı sonlarına doğru yazdığı, Stalin Rejimine karşı sert bir taşlama, siyasi bir hiciv niteliğindedir. Orwell sosyalizme yönelik eleştirisini alegorik bir anlatımla sunmuştur. Kitap Fabl olarak yazılmış ve alt başlığı her ne kadar “Bir Peri Masalı” olsa da çevirmen Celal Üster in de belirttiği gibi korkunç sonla biten bir peri masalıdır Hayvan Çiftliği.

Hayvan çiftliğinin baş karakterleri hayvanlardır. Domuzlar: Koca Reis, Snowball, Napoleon,Squealer; Köpekler: Blueball, Jesie, Pincher; Atlar: Boxer, Clover, Mollie; keçi Muriel; eşek Benjamin; kuzgun Moses, tavuklar, koyunlar ve bir kedi.

Çiftliğin ilk sahibi Bay Jones (insan) çiftlik hayvanlarına karşı oldukça gaddar davranır, minumum yiyecek vererek çok çalıştırır ve zulmeder. Hayvanlar emeklerini sömüren insan yönetimine karşı başkaldırmaya karar verirler. Zeki domuzların en yaşlısı Koca Reis bir plan yapar. Amaçları daha eşitlikçi bir sistem kurmak, zayıfı korumak, emeklerinin karşılığını alabildikleri daha iyi şartlarda yaşamaktır. Planı uygular ve yönetimi ele geçirirler. Düzeni doğru kurmak ve devam ettirmek için ‘Hayvancılığın temel ilkeleri’ dedikleri yasalar koyarlar (7 Emir). İnsana benzememek en büyük kuraldır:

“Şunu da unutmayın ki, insana karşı savaşırken sonunda ona benzememeliyiz. Onu alt ettiğimiz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını benimsemeye kalkmayın”

Hayvan meclisi karar mercii olarak sorumluluğu zeki domuzlara bırakır. Bir süre her şey yolunda gider. Koca Reis’in ölümüyle liderliği toptan ele alan domuzlar güç sarhoşluğu yaşamaya başlar. Yavaş yavaş yasalar delinmeye, durumu kapsayıcı şekilde değiştirilmeye başlanır. Bir süre sonra insan düzeninden daha baskıcı ve daha acımasız bir diktatörlüğün içinde bulur hayvanlar kendilerini. Ancak her şey onların iyiliği için yapılıyordur. Sorgulamayan, düşünmeyen hayvanlar ise her şeyi söylendiği gibi kabul etmektedir. Sesini çıkaranlar iftiralarla susturulur. Tek slogan: “Dört ayak iyi, iki ayak kötü”dür. Yönetici domuzlar yan gelip yatar, besinin en alasını hakederken, diğer hayvanlar yine ezilendir, dinlenmeden çalışıp karınlarını bile doyuramazlar. Ama her şey daha iyi bir gelecek içindir. Durumu anladıklarında ise artık çok geçtir, domuzlar düşmanla çoktan el sıkışmiştır.

Kitap temelinde bir döneme yönelik eleştiri olsa da içinde yaşadığımız dünyaya ayna tuttuğu da inkar edilemez. Kısa ama düşündürücü bir kitap. Hayvanların karakter betimlemeleri çok başarılı. Benim gibi okumakta geç kalıp hala okumayan varsa okusun isterim.

 

   

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“İnsan üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de tüm hayvanların efendisidir.”

 

“İnsanoğlu, kendinden başka hiçbir yaratığın çıkarını gözetmez.”

 

“Özgürlüklerini savunamayanların ödedikleri bedel ağırdır. Özgürlük, değerli olduğu ölçüde kırılgandır da...”

 

“YEDİ EMİR

1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin.

2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin.

3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.

4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.

5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek.

6. Hiçbir hayvan bir hayvanı öldürmeyecek.

7. Bütün hayvanlar eşittir.”

 

"- Yedi Emir eskisi gibi duruyor mu, Benjamin?

Benjamin, ilk kez ilkesini bozdu ve duvardaki yazıyı Clover'a okudu.

Duvarda tek emir yazılıydı:

BÜTÜN HAYVANLAR EŞİTTİR

AMA BAZI HAYVANLAR

ÖBÜRLERİNDEN DAHA EŞİTTİR.”

 


8 Eylül 2024 Pazar

MAVİ SAÇLI KIZ

 










KÜNYE

Kitap Adı: Mavi Saçlı Kız

Yazarı: Burçak Çerezcioğlu

Basım: Yapı Kredi Yayınları– 88.Basım- 2024

Sayfa: 288

Tür: Günce


İNCELEME:

Mavi Saçlı Kız, Burçak Çerezcioğlu’nun 16.doğum gününe 4 gün kala kanserden vefatının ardından ailesi tarafından derlenen günlüklerinden oluşuyor.

Burçak 11 yaşında ilk günlüğünü yazmaya başlıyor. ‘Anne Frank’ın Günlüğü’ filmini izleyip etkileniyor. Anne Frank’ın onun yaşlarındayken tutmaya başladığı maalesef ki savaş dönemini içeren günlüğünden basılan ‘Anne Frank’ın Hatıra Defteri’ kitabını da edinip okumaya başlıyor. Yine onun yaşlarındayken öldüğünü öğrenince hüzne boğuluyor ve ne acı ki kendine benzetiyor Anna’yı. “Keşke yaşasaydı. Ama belki de yaşasaydı bu kadar okunmaz ya da basılmazdı.” diye yorum yapıyor hatta kendini bekleyen kaderi bilemeden.

14 yaşında önce yanlış bir teşhis ile brucella olduğu sonrasında detaylı analizler ile Lösemi teşhisi konuyor Burçak’a. Bir süre saklanıyor ondan. Detaylı tedavi için Almanyaya gidiyorlar ve o sırada öğreniyor. Ama azmediyor ve yaşama tutunmayı seçiyor. Çünkü çok büyük hayalleri var Burçak’ın. Amerika da ünlü bir sanatçı olacak. Doktorlarına ve ailesine yardımcı olarak en çok kendine iyilik ediyor. Zorlu mücadele sonrası hastalığı yeniyor da. Bunda en çok da Amerika ziyaretinin sağladığı motivasyon etkili oluyor sanırım.

16 yaşına kadar yazdığı 3 günlüğün birleşimine, babasının şiirleri ile annesinin mektupları ve ara bilgilendirme notları eşlik ediyor. Bir de an an fotoğraflar. Burçak’ın umutları, gönül telaşları, hüznü, buhranları, heyecanları, yaşama tutunmak için tutunduğu hayalleri, dostları… Günlük olarak kendi elinden, gönlünden dökülüyor. 16 yaşına yaklaşırken ki hayat sorgulamaları ve ergenlik dalgalanmaları biraz endişelendiriyor. Ve maalesef ki bir anda amansız hastalık tekrar yakalıyor genç kızı.

Edebi bir değerlendirme elbette ki yapmayacağım. Daha çok ‘Bir Genç Kızın Gizli Defteri’ tadında ilerliyor. Ancak hastalığın aktif olduğu dönemler için hem Burçak’ın hem ailenin anlatımıyla yürek burkan bir anlatı halini alıyor. Bir babaya şu satırları yazdıran hayat ne acı:

“Sabahları

Hasta uyanmanı istiyorum.

Hastaysan eğer

Yaşıyorsun demektir.”

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Sevgi dünyadaki en güzel ve tek şey bence. Keşke insanlar bunun bilincine varabilseler, çok geç olmadan.”

 

“Ben bir şeyi iyice anladım. Genelde hep iyiler ölüyor. Çünkü eğer Allah varsa (inanmak istiyorum çünkü bir şeylere inanmam gerek, tutunacak bir varlık olması gerek, çünkü öyle kendimi daha güvende hissediyorum ve sadece bu sebeple Allah' a inanıyorum.) Dünyayı kötülere bırakıyor. İyiler yavaş yavaş mutluluğa eriyorlar belki de. Eğer böyleyse ölüm çok korkunç değil.”

 

“... zaten bu dünya biz iyiler için değil kesinlikle değil. Bizim yeri­miz başka yer olmalı. Evet, bambaşka bir yer. Neden hep iyiler ölür, iyiler acı çeker, neden? Tanrım neden? Sanırım bunun cevabını bedenimiz bu dünyadan ayrılınca alacağız.

İnanıyorum ki çok daha iyi günler bekleyecek bizleri. Bunu hak ettiğime inanıyorum. Bu bir dini görüş değil, öyle olmalı, burada bitmemeli her şey. Hayat bu olamaz.”

 

“Aslında ölüm üzücü bir şe y değil, insanların üzülmelerinin sebebi, onu özleyişleri, bir daha göremeyecek olmaları. Ama bunun farkında değil insanlar, ölümü kötü bir şey, korkulacak bir şey sanıyorlar. Birçoğumuz öyle. Ben öl­mekten değil, ama sevdiklerimi yitirmekten korkuyorum. Tanrı bizi ayırmasın.”

 

“Sabaha değin

Oturup bekliyorum

Karanlıkta

Başına karanlık şeyler

Gelmesin diye.”

Mehmet Çerezcioğlu (baba)


5 Eylül 2024 Perşembe

MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK

 












KÜNYE

Kitap Adı: Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk

Yazarı: Wilhelm Genazino

Basım: Ayrıntı Yayınları– 6.Basım- 2021

Sayfa: 160

Tür: Roman


İNCELEME:

Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, Wilhelm Genazino dan okuduğum ilk kitap. Devamı gelir mi? Sanmıyorum. Okuduğum yorumlardan beklentimi yüksek tuttuğum ancak maalesef keyif almadan okuduğum bir kitap oldu.

Bir olay örgüsünden ziyade daha çok durum romanı. Bir ana karakterin varoluşsal sancılarını içeren bir düşünce romanı.

Felsefe öğrenimi görmüş ve doktorasını yapmış 41 yaşındaki Gerhard Wahrlich para kazanmak için bir çamaşırhanede şoför olarak çalışmaya başlayıp planlama müdürlüğüne yükselir. Ancak işini eğitim düzeyinin altında görmesi hayatına dair bir memnuniyetsizlik yaratır. Bir bankada şube müdürü olan sevgilisi Troudel’in evinde yaşamaktadır. Troudel in evlilik ve çocuk isteğiyle birlikte Gerhard ilişkisinden kaçmaya başlar ancak ondan tamamen kopmayı da göze alamadığından bu durumu sürekli geçiştirmeye başlar. Ve aile travmalarını da hatırlatacak şekilde korkuları ortaya çıkmaya, hayat da rayından çıkmaya başlar.

Gerhard gözlem yeteneği yüksek, aşırı hassasiyet taşıyan, evhamlı, kafasının içinde yaşayan, hayal gücü ve kurgu gücü yüksek bir karakter. Mutsuzluğunu örtmek için sürekli etrafındaki başka olaylara ya da insanlara düşüncelerini yönlendiren, ilgisini dağıtmaya çalışan bir adam. Yaşadığı hayat ile yaşamak istediği hayat arasındaki uçurum onu daha da melankoliye sevk ediyor. Ve sonunda kendini psikiyatri kliniğinde buluyor. İşin enteresanı huzuru da burada buluyor karakter.

Sıradan bir durum üzerine uzun uzun düşünebiliyor. Karakterin kafası epey karışık ve bazen bir yere de varmayan bu anlatılar beni biraz sıktı açıkçası. Cinsellikle alakalı da yoğun anlatımlar içeriyor. Anne-çocuk cinselliği ile ilgili anlatılarla biraz Freud a selam çakılmış gibi.

Bireyin yalnızlaşması, bir yere ait hissedememesi, bulunduğu konumu sorgulaması, mutluluk arayışı gibi konuları işleyen, altını çizdiğim satırlar da barındıran bir kitap ancak anlatımdaki durağanlık beni yordu maalesef. Varoluşçuluğa dair daha iyi eserler okumuş olmamla ilişkili olabilir, zira beklentimin altında kaldı.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Mutluluk için böyle mücadele gerekmemeliydi.”

 

“Ruhum kendi inceliğine yakışır bir şeyler yaşamak istiyor, gerçeğin zoraki aboneliğine yenik düşmek istemiyor.”

 

"Onlarca yıl daha iyi bir yaşam için hazırlanmıştım. Ama bu asla gerçekleşmedi. İnsanın kendi felaketiyle ilişkisinin onu beklemekten ibaret olduğunu kavrayıncaya kadar uzun süre duygusal ve melankolik bir hâlde yakınıp durdum."

 

“İnsanların yıpranmış giysilerini atmak için gösterdikleri garip çaba bence, yıpranmış giysilerin işaret ettiği çözülüşün inkârının kanıtıdır.”

 

“Kişinin başkasının kendisinden beklediği şeyi yapmak zorunda olması ne korkunç şey!”

 

"Sakin ol, gündelik yaşamın iyi niyetli aptallığına maruz kalıyorsun."

 

“İnsan ilerleyerek sonuç alamayacağını idrak edene kadar çok yol yürüyor.”

 

“Gelecekte nasıl yaşayacağıma kendimin karar verebileceği ortada. Her şeye rağmen.”