KÜNYE
Kitap Adı:
Boyalı Kuş
Yazarı: Jerzy
Kosinski
Basım: E
Yayınları– 6.Basım- 2021
Sayfa: 264
Tür: Roman
İNCELEME:
"Köylülerin
en gözde eğlencelerinden biri yakaladıkları kuşun tüylerini rengârenk
boyadıktan sonra sürüye katılması için gökyüzüne salmaktı. Parlak renklere
bulunan kuş sürünün bir parçası olmanın güvenine sığınmak için hemcinsleriyle
buluştuğunda diğerleri bu boyalı kuşları kendileri için tehlike addederek anında
saldırıya geçer, gagalarıyla parçalayıp canını alırlardı."
Polonyalı
yazar Jerzy Kosinski’nin yazmış olduğu Boyalı Kuş, her ne kadar yazar kendi
hayatını anlatmadığını iddia etse de, yazarın hayatı okunduğunda birçok açıdan
otobiyografik öğeler taşıyor. Kitap büyük başarılar kazanmasının yanında Doğu
Avrupa tarafından büyük tepkiler toplamış hatta yazar ve ailesi ciddi
tehditlerle karşı karşıya kalmış. Hatta kendi memleketinde bir dönem
yasaklanmış. Kitabı için; “…Ancak kitap, tıpkı kahramanı oğlan çocuğu gibi
bütün saldırılara göğüs germeyi başardı, çünkü hayatta kalmak onun doğasında
vardı. O küçücük çocuk bile esir alınamazken hayalleri esir almak nasıl mümkün
olabilirdi ki?” demiş Kosinski
2.Dünya
Savaşı sırasında ailesi tarafından güvenliğini sağlamak amacıyla taşrada bir
köyde yaşlı bir kadının yanına emanet edilen 6 yaşında bir çocuğun dramı
anlatılıyor kitapta. Yaşlı kadının ölmesi ile birlikte sarışın mavi gözlü
insanların arasında kara kaşı gözü, esmer teniyle ve pis Yahudi/Çingene piçi yaftası
ile oradan oraya savrularak ayakta kalma mücadelesi başlıyor. Gittiği yerlerde
yatacak yer ve yemek karşılığı köylülerin angarya işlerini yükleniyor ama bu
onun ‘uğursuz’ olduğu ve kurtulunması gereken biri olduğu gerçeğini
değiştirmiyor.
Savaş
bitene kadar geçen süreçte yaşananlar, tanık olunanlar, sadece Nazi vahşeti,
şiddeti, işkenceleri değil aynı zamanda bir toplumun acımasızlığı ve insanın
kötülüğü küçücük bir çocuğun gözlerinden seriliyor önümüze. Açlık, soğuk,
sefalet, itilip ötekileştirilmek, yapayalnız mücadele etmek cabası. Gelişim
sürecinde önce büyüyle, sonra duayla, Tanrı’yla ve en son Şeytan ile tanışması.
O küçük çocuk aklıyla büyük sorgulamaları. Köylülerle bir çatışma sonucu sesini
kaybetmesi ve bir köy baskınında tanık olduğu dehşet. Hep bir tutunacak dal
bulup hayata sarılması ve vazgeçmemesi.
Savaşın
vahşetini, acımasızlığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyan, çok sarsıcı,
okuduklarınızın etkisinden kolay çıkamayacağınız bir kitap. Hatta hem fiziksel
ve hem cinsel şiddet ve işkence bölümleri nedeniyle okumanın bile yer yer
zorladığı, rahatsız edici bir gerçeklik.
Eleştiri
sunmak gerekirse yazar siyasi düşüncesini kitap sonundaki karakter üzerinden fazla
empoze etmiş diyebilirim. Yazar maalesef 1991 yılında 59 yaşındayken hayatına
son vermiş. Kitap 2019 yılında filme uyarlanmış ve Oscar adayı olarak
gösterilmiş. İzlediğim jenariğe göre kitaptan bire bir işlenmiş gibi görünüyor.
Ve ben kitabın etkisi bu kadar tazeyken izlemek için biraz zaman tanımak
istiyorum kendime. Duygusal açıdan zor bir kitap olsa da okumanızı öneririm.
"Böylesine
sefil ve zalim bir dünya onun hakimi olmak için gösterilen bunca çabaya değer
miydi?"
“Tanrı’nın
gazabının yalnızca adına çingene denilen koyu renk saçlı ve gözlü insanlara
yönelen bir şey olması mümkün müdür gerçekten? (...) Her ikisi de koyu tenli ve
aynı sona mahkum bir çingene ile Yahudi arasında ne fark var o zaman? Savaştan
sonra dünya üstünde yalnızca sarı saçlı, mavi gözlü insanlar kalacaktı
herhalde. Peki ama sarışın insanlardan doğabilecek esmer çocuklara ne olacaktı?”
“Yakaladıkları
Yahudileri ve Çingeneleri yakmak için koca koca fırınlar yaptıklarına inanılan
insanların, diğerlerinin göz ve saçlarının rengini değiştirmesi daha kolay
olmaz mıydı acaba?”
"Neticede
onların çocuğu değil miydim ben? Tehlikeli zamanlarda çocuklarının yanında
olmayacaklarsa anne baba olmanın ne anlamı vardı ki?"
“Ve
insanlar ne yağmurun, ne ateşin ne de rüzgarın işlenmiş bir suçun izlerini
silemeyeceğine inanmışlar. Çünkü adalet, saf ve masum birinin kafasına inmeden
önce durmasını da bilen güçlü bir elin tuttuğu koca bir balyoz gibi asılı
dururdu dünyanın üstünde.”
"Tanrı
diye bir şey yoktu. Batıl ve boş inançlı aptalları kandırmak için cin fikirli
din adamlarının uydurduğu bir şeydi Tanrı. Ne Tanrı vardı ne kutsal baba, oğul
ve ruh, ne Şeytan vardı ne hayalet, ne mezarından fırlayan hortlaklar vardı, ne
de günahkarları bulup kapana kıstırmak için her yerde ve her zaman tepemizde
dolaşan bir ölüm meleği. Bütün bunlar kendi gücüne inancı olmadığı için Tanrı
kavramına sığınıp ona inanmayı seçen, dünyanın doğal işleyişini kavramaktan
yoksun cahil insanları kandırmak için uydurulmuş masallardı."
“İnsan
iyisiyle kötüsüyle kendi kaderini kendisi belirlerdi, geleceğinin tek hakimi
yine kendisiydi. İşte tam da bu yüzden her birey tek tek çok önemliydi, ne
yapmak istediğini, neyi hedeflediğini bilmesi yaşamsal değer taşımaktaydı.
Kendi yaptığından yalnız kendisinin sorumlu olduğuna inanan herkes müthiş bir
yanılsamanın içinde demekti.”
“Birinin
dilsiz olmasının bir önemi yoktu, neticede kimse birbirinin söylediğini
anlamıyordu ki! İnsanlar birbiriyle çatışabilir, sevişebilir, kucaklaşabilir,
birbirini hor görebilirdi ama sonunda yalnızca kendisini tanır bilirdi. Kalın
gövdeli sazlar bir nehri kıyısındaki çamurlu hattan nasıl ayırıyorsa duyguları,
duyuları ve anıları da bir insanı diğerlerinden öyle ayırıyor ve farklı
kılıyordu. Etrafımızı çevreleyen dağların zirveleri gibi birbirimizden
vadilerle ayrılıyorduk, ya göremeyeceğimiz kadar yüksekte ya uzanamayacak kadar
alçakta oluyorduk birbirimizden.”
"Boyalı
kuş sürünün bir o yanına, bir bu yanına uçar, beyhude bir çabayla onlardan biri
olduğunu göstermeye çalışırdı. Ancak o ne kadar hevesle içlerine girmeye çalışsa
da üstündeki parlak renklerin gözlerini kamaştırdığı diğer kuşlar, kuşkulu, onu
sürünün dışına kovalarlardı. Hemen sonra da art arda acımasız bir saldırıyla
boyalı kuşu didiklemeye, tüylerini yolmaya girişirlerdi. Kısa süre içinde artık
gökyüzünde tutunamayan rengarenk gövdesiyle yere yapışırdı boyalı kuş."
“
... güneş bir toz zerreciğini bile görünür kılardı.”
“Kitaplar
müthiş etkiliyordu beni. Üstünde harfler basılı o basit kağıt sayfalardan
insanın yalnızca duyularıyla algılayarak yakaladığı gerçek dünyalar yaratmak
mümkündü. Hatta daha da ileri gidip kitap dünyasının bir şekilde günlük hayatın
sunduğundan çok daha zengin ve leziz tatlar sunduğunu bile söyleyebilirim.”
“Hayatın
içinde gerçekten kim olduğunu bilmediğin bir sürü insan tanıyordun ama
kitaplardaki insanların akıllarından neler geçirdiklerini, neler
hissettiklerini, neler planladıklarını da bilebiliyordun.”