25 Temmuz 2024 Perşembe

BOYALI KUŞ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Boyalı Kuş

Yazarı: Jerzy Kosinski

Basım: E Yayınları– 6.Basım- 2021

Sayfa: 264

Tür: Roman


İNCELEME:

"Köylülerin en gözde eğlencelerinden biri yakaladıkları kuşun tüylerini rengârenk boyadıktan sonra sürüye katılması için gökyüzüne salmaktı. Parlak renklere bulunan kuş sürünün bir parçası olmanın güvenine sığınmak için hemcinsleriyle buluştuğunda diğerleri bu boyalı kuşları kendileri için tehlike addederek anında saldırıya geçer, gagalarıyla parçalayıp canını alırlardı."

Polonyalı yazar Jerzy Kosinski’nin yazmış olduğu Boyalı Kuş, her ne kadar yazar kendi hayatını anlatmadığını iddia etse de, yazarın hayatı okunduğunda birçok açıdan otobiyografik öğeler taşıyor. Kitap büyük başarılar kazanmasının yanında Doğu Avrupa tarafından büyük tepkiler toplamış hatta yazar ve ailesi ciddi tehditlerle karşı karşıya kalmış. Hatta kendi memleketinde bir dönem yasaklanmış. Kitabı için; “…Ancak kitap, tıpkı kahramanı oğlan çocuğu gibi bütün saldırılara göğüs germeyi başardı, çünkü hayatta kalmak onun doğasında vardı. O küçücük çocuk bile esir alınamazken hayalleri esir almak nasıl mümkün olabilirdi ki?” demiş Kosinski

2.Dünya Savaşı sırasında ailesi tarafından güvenliğini sağlamak amacıyla taşrada bir köyde yaşlı bir kadının yanına emanet edilen 6 yaşında bir çocuğun dramı anlatılıyor kitapta. Yaşlı kadının ölmesi ile birlikte sarışın mavi gözlü insanların arasında kara kaşı gözü, esmer teniyle ve pis Yahudi/Çingene piçi yaftası ile oradan oraya savrularak ayakta kalma mücadelesi başlıyor. Gittiği yerlerde yatacak yer ve yemek karşılığı köylülerin angarya işlerini yükleniyor ama bu onun ‘uğursuz’ olduğu ve kurtulunması gereken biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Savaş bitene kadar geçen süreçte yaşananlar, tanık olunanlar, sadece Nazi vahşeti, şiddeti, işkenceleri değil aynı zamanda bir toplumun acımasızlığı ve insanın kötülüğü küçücük bir çocuğun gözlerinden seriliyor önümüze. Açlık, soğuk, sefalet, itilip ötekileştirilmek, yapayalnız mücadele etmek cabası. Gelişim sürecinde önce büyüyle, sonra duayla, Tanrı’yla ve en son Şeytan ile tanışması. O küçük çocuk aklıyla büyük sorgulamaları. Köylülerle bir çatışma sonucu sesini kaybetmesi ve bir köy baskınında tanık olduğu dehşet. Hep bir tutunacak dal bulup hayata sarılması ve vazgeçmemesi.

Savaşın vahşetini, acımasızlığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyan, çok sarsıcı, okuduklarınızın etkisinden kolay çıkamayacağınız bir kitap. Hatta hem fiziksel ve hem cinsel şiddet ve işkence bölümleri nedeniyle okumanın bile yer yer zorladığı, rahatsız edici bir gerçeklik.

Eleştiri sunmak gerekirse yazar siyasi düşüncesini kitap sonundaki karakter üzerinden fazla empoze etmiş diyebilirim. Yazar maalesef 1991 yılında 59 yaşındayken hayatına son vermiş. Kitap 2019 yılında filme uyarlanmış ve Oscar adayı olarak gösterilmiş. İzlediğim jenariğe göre kitaptan bire bir işlenmiş gibi görünüyor. Ve ben kitabın etkisi bu kadar tazeyken izlemek için biraz zaman tanımak istiyorum kendime. Duygusal açıdan zor bir kitap olsa da okumanızı öneririm.

 

 KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Böylesine sefil ve zalim bir dünya onun hakimi olmak için gösterilen bunca çabaya değer miydi?"

 

“Tanrı’nın gazabının yalnızca adına çingene denilen koyu renk saçlı ve gözlü insanlara yönelen bir şey olması mümkün müdür gerçekten? (...) Her ikisi de koyu tenli ve aynı sona mahkum bir çingene ile Yahudi arasında ne fark var o zaman? Savaştan sonra dünya üstünde yalnızca sarı saçlı, mavi gözlü insanlar kalacaktı herhalde. Peki ama sarışın insanlardan doğabilecek esmer çocuklara ne olacaktı?”

 

“Yakaladıkları Yahudileri ve Çingeneleri yakmak için koca koca fırınlar yaptıklarına inanılan insanların, diğerlerinin göz ve saçlarının rengini değiştirmesi daha kolay olmaz mıydı acaba?”

 

"Neticede onların çocuğu değil miydim ben? Tehlikeli zamanlarda çocuklarının yanında olmayacaklarsa anne baba olmanın ne anlamı vardı ki?"

 

“Ve insanlar ne yağmurun, ne ateşin ne de rüzgarın işlenmiş bir suçun izlerini silemeyeceğine inanmışlar. Çünkü adalet, saf ve masum birinin kafasına inmeden önce durmasını da bilen güçlü bir elin tuttuğu koca bir balyoz gibi asılı dururdu dünyanın üstünde.”

 

"Tanrı diye bir şey yoktu. Batıl ve boş inançlı aptalları kandırmak için cin fikirli din adamlarının uydurduğu bir şeydi Tanrı. Ne Tanrı vardı ne kutsal baba, oğul ve ruh, ne Şeytan vardı ne hayalet, ne mezarından fırlayan hortlaklar vardı, ne de günahkarları bulup kapana kıstırmak için her yerde ve her zaman tepemizde dolaşan bir ölüm meleği. Bütün bunlar kendi gücüne inancı olmadığı için Tanrı kavramına sığınıp ona inanmayı seçen, dünyanın doğal işleyişini kavramaktan yoksun cahil insanları kandırmak için uydurulmuş masallardı."

 

“İnsan iyisiyle kötüsüyle kendi kaderini kendisi belirlerdi, geleceğinin tek hakimi yine kendisiydi. İşte tam da bu yüzden her birey tek tek çok önemliydi, ne yapmak istediğini, neyi hedeflediğini bilmesi yaşamsal değer taşımaktaydı. Kendi yaptığından yalnız kendisinin sorumlu olduğuna inanan herkes müthiş bir yanılsamanın içinde demekti.”

 

“Birinin dilsiz olmasının bir önemi yoktu, neticede kimse birbirinin söylediğini anlamıyordu ki! İnsanlar birbiriyle çatışabilir, sevişebilir, kucaklaşabilir, birbirini hor görebilirdi ama sonunda yalnızca kendisini tanır bilirdi. Kalın gövdeli sazlar bir nehri kıyısındaki çamurlu hattan nasıl ayırıyorsa duyguları, duyuları ve anıları da bir insanı diğerlerinden öyle ayırıyor ve farklı kılıyordu. Etrafımızı çevreleyen dağların zirveleri gibi birbirimizden vadilerle ayrılıyorduk, ya göremeyeceğimiz kadar yüksekte ya uzanamayacak kadar alçakta oluyorduk birbirimizden.”

 

"Boyalı kuş sürünün bir o yanına, bir bu yanına uçar, beyhude bir çabayla onlardan biri olduğunu göstermeye çalışırdı. Ancak o ne kadar hevesle içlerine girmeye çalışsa da üstündeki parlak renklerin gözlerini kamaştırdığı diğer kuşlar, kuşkulu, onu sürünün dışına kovalarlardı. Hemen sonra da art arda acımasız bir saldırıyla boyalı kuşu didiklemeye, tüylerini yolmaya girişirlerdi. Kısa süre içinde artık gökyüzünde tutunamayan rengarenk gövdesiyle yere yapışırdı boyalı kuş."

 

“ ... güneş bir toz zerreciğini bile görünür kılardı.”

 

“Kitaplar müthiş etkiliyordu beni. Üstünde harfler basılı o basit kağıt sayfalardan insanın yalnızca duyularıyla algılayarak yakaladığı gerçek dünyalar yaratmak mümkündü. Hatta daha da ileri gidip kitap dünyasının bir şekilde günlük hayatın sunduğundan çok daha zengin ve leziz tatlar sunduğunu bile söyleyebilirim.”

 

“Hayatın içinde gerçekten kim olduğunu bilmediğin bir sürü insan tanıyordun ama kitaplardaki insanların akıllarından neler geçirdiklerini, neler hissettiklerini, neler planladıklarını da bilebiliyordun.”


24 Temmuz 2024 Çarşamba

KIRMIZI PAZARTESİ

 












KÜNYE

Kitap Adı: Kırmızı Pazartesi

Yazarı: Gabriel Garcia Marquez

Basım: Can Sanat Yayınları– 69.Basım- 2021

Sayfa: 107

Tür: Roman


İNCELEME:

Kırmızı Pazartesi, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez ‘in çocukluğunu geçirdiği bir kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını kendi anlatımıyla sunuyor. Roman herkesin işleneceğini bildiği ancak kimsenin engel olmak için bir şey yapmadığı bir cinayetin öyküsü. Kitabın orijinal adı da İlan Edilmiş Bir Ölümün Kroniği olarak geçiyor.

Kasabanın varlıklı kişilerinden Bayarda San Roman düğün gününde evleneceği kızın bakire olmadığını öğrenir. Ve gelini evine teslim edip abilerine haber verir. İkiz erkek kardeşler, gelinin beyanı üzerine Santiago Nasar’ın peşine düşerler. Örf ve adetleri uyarınca bu artık bir namus davasıdır. Buraya kadar bize çok da yabancı olmayan bir olay işleniyor.

Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha romanın en başında bellidir. Santiago bölgede yaşayan arap kökenli ve varlıklı bir kişidir. İkiz ağabeyler her yerde bu cinayeti işleyeceklerini duyururlar. Belki bu eylemi gerçekleştirmeden önce bir kişi onları durdurur, belki cinayete engel olur gibi bir çabaları olduğu da hissettiriliyor sanki akışta. Tüm kasaba hatta Nasar ailesinin hizmetkârları bile cinayetin işleneceğinden haberdardır sadece Santiago ve annesi hariç. Ve Santiago öldürülürken bile bunun nedeninin farkında değildir? Sorumlu gerçekten Santiago Nasar değil midir?

Olayın gerçekleşeceğini bilmemiz hikâyenin üzerindeki merakımızdan bir şey götürmüyor. Çünkü asıl odaklanılmak istenen cinayet değil bu süreçte halkın duruma yaklaşımı. Yazar bir kasaba halkının ortak davranış biçimlerinin, bu olaya yaklaşımının, tepkisizliklerinin ve değer yargılarının üzerine odaklanıyor. Bir toplumun ruhsal çözümlemelerini derinlemesine okuyucuya sunan başarılı bir eser. Ek bilgi olarak Marquez 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.”

 

“Kader bizleri görünmez kılar.”

 

“Hayatın en sonunda kötü bir romana bu kadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiyordu içimden.”

 

"Bizlerden daha sağlıklıydı; ama insan onun göğsünü dinleyince yüreğinin içinde fokurdayan gözyaşlarını duyabiliyordu."


13 Temmuz 2024 Cumartesi

LAZARUS

 











KÜNYE

Kitap Adı: Lazarus

Yazarı: Lars Kepler

Basım: Doğan Kitap– 1.Basım- 2024

Sayfa: 510

Tür: Polisiye-Gerilim


İNCELEME:

“Bazen geçmiş gömülü kalmaz”

Lars Kepler, İsveçli Alexandra Coelho Ahndoril ile Alexander Ahndoril çiftinin takma ismidir. Önceden kendi romanlarını yazan çift Joona Linna serisini yaratmış. Lazarus ise serinin 7.kitabı. Benim seriden habersiz temin ettiğim ve okuduğum kitap, seriden bağımsız da okunabilecek bir nitelikte. Serinin 4.kitabı Kum Adam’ın devamı olduğunu öğrendim sonrasında ancak kitapta hikayenin öncesi ile ilgili yeterli açıklama yapıldığından okurken bir eksiklik hissetmedim.

Lazarus yeniden diriliş anlamına geliyor. Kum Adam kitabında öldüğü açıklanan seri katil bu kitapta yeniden karşımıza çıkıyor. Peki ama nasıl?

Avrupanın farklı kentlerinde vahşice cinayetler işlenmeye başlar. Kurbanlar daha önceden hüküm giymiş suçlulardır. Cinayetlere dair ele geçen bulgular kurbanların dedektif Joona Linna ile bağlantısı olduğunu gösterir. Katil Joona Linna’ya mesaj mı göndermeye çalışmaktadır? Cesetlerin üzerindeki bazı işaretler Joona’nın geçmişinden bir düşman olan Jurek Walter’a işaret eder. Ancak Jurek ve ikiz kardeşi İgor yıllar önce bir operasyonda Joona ve dedektif Saga Bauer tarafından öldürülmüştür.

Cinayetlerin sayısı arttıkça Joona’nın şüphesi daha güçlü hale gelir. Ancak üstlerini duruma ikna edemez. Daha önceki operasyonda görev almış Adli tıp profesörü Nils Ahlen bu şüpheye önce ihtimal vermez. Joona önce Saga’yı ve ailesini uyarır. Jurek hayattaysa öncelikle Saga ve Joona dan intikam alacaktır ve bu ailelerinin tehlikede olduğu anlamına gelir. Jurek düşmanının ailesini kaçırıp tabut ya da varillerle toprağın altına canlı canlı gömen, düşmanının sonuçsuz arayışını, çırpınışını ve sonunda pişmanlık yükü ile intihar etmesini keyifle izleyen, zeki ve psikopat bir katildir.

Joona soruşturmayı Saga ve Nathan Pollock a devreder. Sevgilisi Valeria ve kızı Lumi’yi korumak tek amacıdır. Valeria ciddiye almaz ve Loona ile gitmeyi kabul etmez. Loona kızına gizli bir mesaj gönderir ve kimsenin tespit edemeyeceği bir buluşma noktasında buluşup gizli bir sığınağa kaçarlar. Saga ise babası ve down sendromlu kız kardeşi Pellerina ile rutin hayatına devam eder.

Detaylı analizler tüm ekibi Jurek’e yönelik şüphenin gerçekliğine nihayetinde ulaştırır ancak bu sürede Jurek adımlarını sinsice planlamışıtr. Son derece kanlı ve şiddet içeren yeni cinayetlerin tarzına bakarak Jurek yalnız değildir. Otopsisi yapılmış ikiz kardeşi olmadığına göre kendine yeni bir suç ortağı bulmuş olmalıdır. Kunduz, Jurek’in yeni askeridir.

Saga ve Nathan, Jurek ve suç ortağına ulaşabilecek mi? Soruşturma devam ederken Joona saklanmayı sürdürecek mi? Jurek hayatta kalmayı nasıl başarmış? Jurek kardeşinin intikamını alacak mı? Ve hikaye her bir karakter için nasıl sonuçlanacak?

Heyecanı sürekli aktif tutan, sert köşelere sahip, oldukça sürükleyici, su gibi akan bir polisiye gerilim. Yalnız okuyucu yaş grubu için uyarayım, şiddet dozu epey yüksek. Kurgusunu ve gerilimi aktif tutuşunu sevdim. Özellikle türü sevenlere tavsiye ederim.


9 Temmuz 2024 Salı

İNCE MEMED 1

 












KÜNYE

Kitap Adı: İnce Memed 1

Yazarı: Yaşar Kemal

Basım: Yapı Kredi Yayınları– 69.Basım- 2023

Sayfa: 436

Tür: Roman


İNCELEME:

Yaşar Kemal’in otuz iki yıllık bir zaman diliminde yazdığı İnce Memed dörtlüsü, düzene başkaldıran Memed'in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova'nın öyküsüdür.

Torosların eteğinde bulunan Dikenlidüzü bölgesindeki 5 köy de insanlıktan nasibini almamış Abdi Ağa’nındır. Köylünün her yıl tarlasından ekip biçtiğinin üçte ikisine ve öküzüne hayvanına el koyar. Kışı yarı aç yarı tok geçirir köylü, yine de boyun eğmekten başka çaresi de yoktur ağaya. İnce Memed bu köylerden birinde, Değirmenoluk köyünde anasıyla birlikte yaşar. Çakırdikenlik içinde bacakları yaralana berelene ağanın tarlalarını sürer, bir de üzerine sürekli dayak yer. Bir gün dayanamaz, komşu köyde Süleyman Emminin hanesine sığınır, artık ona çobanlık eder. Ancak uzun sürmez, yeri öğrenilir, köye getirilir zorla ve ağadan zulüm görür. Anasının hatırı ve çocukluk aşkı Hatçe ile evlenmenin hayali ile dayanır ancak Abdi Ağa yeğeni Veli ile nişanlar Hatçeyi. Memed Hatçeyi kaçırmak ister. Abdi ağayı yaralar ve Veliyi öldürür. Bunun üzerine Memed dağa kaçar, eşkıya Deli Durdu’ya katılır. Bir zaman sonra Deli Durdu’nun zalimliğine katlanamaz ve arkadaşları Cabbar ve Recep Çavuş ile kendi yollarına varırlar. Bir gün hasrete dayanamayıp köye gelen İnce Memed ağanın hilekarlığı ile Hatçe’nin hapse düştüğünü, anasının yine o deyyus yüzünden öldüğünü öğrenince intikam için ağanın peşine düşer.

İnce Memed’in yaşadığı yoksulluk ve aşağılamaya isyan ederek eşkıyalığa sürüklenmesinin, giderek yörede hüküm süren ağalık düzenine karşı direnişin simgesi haline gelmesinin öyküsü. Memed sıradan bir köy çocuğuyken, zulmedenler için eşkıyaya, köylüler içinse bir kurtarıcıya dönüşür.

Hikayede bize Topal Ali, Durmuş Ali Emmi, Hürü Ana, Iraz Teyze, Kerimoğlu, Ali Safa Bey, Asım Çavuş gibi karakterler de eşlik ediyor. Köylünün ise duruma göre hareket edip bir Memed’e dost bir düşman olması insanın ne kadar bencil ve nankör olabileceğini gözler önüne seriyor.

.

Geçen yıl doğum günümde eşimin hediye ettiği İnce Memed serisinin ilk kitabını okumak bu yılki doğum günüme kısmet oldu. Seri olduğu için biraz gözüm korkuyordu ama daha önce başlamadığıma pişman oldum. Asla yormayan betimlemeleri ile sizi o coğrafyaya götüren, zengin dili ile bölge halkını daha iyi anlamanızı sağlayan, inanılmaz akıcı ve lezzetli bir uslup. Okumadıysanız mutlaka başlayın derim. Aylık okumalarıma birer kitabı dahil ederek devam edeceğim. Bakalım İnce Memed’i daha ne mücadeleler bekliyor.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

"Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir."

 

“İşte bunu yapmamalı. İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli.

 

“Düşmanın karınca da olsa hor bakma.”

 

“İnsanları sözleriyle değil, hareketleriyle ölç!”

 

“İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Her kötülüğü yapar, her iyiliği de yaptığı gibi.”

 

"Kanun kâğıtlarda kaldı. Böyle yaz... "


2 Temmuz 2024 Salı

SEVME SANATI

 












KÜNYE

Kitap Adı: Sevme Sanatı : Bir Eylem Olarak Sevmek

Yazarı: Erich Fromm

Basım: Say Yayınları– 7.Basım- 2022

Sayfa: 200

Tür: Psikoloji, Sosyoloji


İNCELEME:

Kalemiyle ilk kez tanıştığım Psikanalist Erich Fromm ‘un Sevme Sanatı isimli eseri sevginin ne olduğunu anlatan bir kişisel gelişim kitabından ziyade ‘sevmek’ eyleminin ana unsurlarını belirleyen ve bunu felsefe ve psikoloji temelinde hatta sosyolojik çerçevede inceleyen bir kitap.

Fromm bir sanatı uygulayabilmenin koşullarının, disiplin, yoğunlaşma ve sabır olduğunu; bu sanatta ustalaşmanın ise eksiksiz bir ilgi göstermekle mümkün olduğunu belirtiyor. “Sevme sanatını ele alırsak bunun anlamı şudur: Bu sanatta ustalaşmak isteyen biri, disiplini, yoğunlaşmayı ve sabrı tüm yaşamına uygulamaya başlamalıdır.”

Fromm ‘İnsanın varoluş sorununun en sağlıklı ve doyurucu yanıtı sevgidir.’ diyor. "Sevmek, zorlama olmadan sadece özgür olunduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylemdir." ve "Sevgi, kişiyi diğer insanlardan ayıran duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, insanın içindeki etkin güçtür." Fromm kitabın, belli bir olgunluk düzeyine erişmeden ve kendi kişiliğini bütünüyle yaratıcı yönde geliştirmedikçe kişiye, sevgiye ulaşmak için harcadığı tüm çabaların başarısız kalacağını göstermeyi amaçladığını ifade etmektedir.

Fromm sevgi kuramı, sevgi yetisinin temelleri ve sevginin uygulanması konularını incelikle ele alıyor. Yazar, öz sevgi ve bencillik arasındaki ayrım üzerinde fikirlerini sunarken özfarkındalık içinde sevme yeteneği, alçakgönüllülük ve cesaret gibi özelliklerin benimsenmesi gereken en yüksek değerler olduğunun da altını çiziyor.

Kitap sadece iki kişi arasındaki sevgiyi değil çok daha geniş perspektifte evrensel bir sevgiyi ele alıyor. Anne-çocuk sevgisi, Baba-çocuk sevgisi, kardeşlik sevgisi, cinsel sevgi, tanrı sevgisi, kendini sevmek gibi. Okurken doğru bildiğimiz birçok yanlışa ışık tutarken, ufuk açacak bilgiler ve bağlantılar ediniyoruz. Değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca okuduğum yayınevinin baskısının sonunda yazar ve kitap hakkında 50 sayfalık bir ek okuma bölümü mevcut. Bilgi olsun.

 

KİTAPTAN SEVDİĞİM ALINTILAR:

 

“Sevmek bir sanat mıdır? Öyleyse eğer, bilgi ve çabaya gereksinimi vardır.”

 

“Başarı, itibar, güç hemen hemen tüm enerjimizi bunları nasıl elde edeceğimizi öğrenmeye harcarız. Sevmeyi öğrenmeye ise verecek hiçbir şeyimiz kalmaz.”

"Olgunlaşmamış sevgi, "Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var der" der. Olgunlaşmış sevginin söylediği ise "Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorumdur."

 

“İnsan zekayla ödüllendirilmiştir. Kendi kendinin ayrı bir varlık olarak bilincinde olması, yaşam süresinin kısalığını, kendi kararıyla doğmayıp belki sevdiklerinden önce, belki de onlardan sonra, ama kendi isteği dışında öleceğini bilmesi, yalnızlığının ve ayrı olmasının farkındalığıyla doğal ve toplumsal güçler karşısında çaresiz kalışı, insanın ayrı ve kopuk yaşamını çekilmez bir hapishaneye çevirmektedir. Eğer insan, bu hapishaneden kurtulup dışarıya çıkamaz, kendisini dış dünyayla, bir başka insanla ya da düşünceyle bütünleştiremezse çıldırır.”

 

“Birçok kişi, topluma ayak uydurma gereksiniminin farkına bile varmaz. Bunlar, kendi düşüncelerini ve eğilimlerini gerçekleştirdikleri, bireyci oldukları ve düşüncelerine kendi başlarına ulaştıkları düşüyle yaşarlar.”

 

“Verme unsurunun dışında sevmenin etken özü, sevginin her türü için geçerli olan belli temel unsurlarla da ortaya çıkar. Bunlar ilgi, sorumluluk ve bilgidir.”

 

“Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesine yaşaması için gösterdiğimiz etken (aktif) ilgidir. Bu etken ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur.”

 

“Kişi uğruna emek harcadığı şeyleri sever ve kişi sevdiği şeyler için emek harcar.”

 

“Eğer sorumluluk, sevginin üçüncü unsuru saygıyı içermezse, kolayca kendine bağlamaya ve zorbalığa dönüşebilir.(…) Saygı, diğer kişinin olduğu gibi büyüyüp gelişmesine duyulan ilgi anlamına gelir. Böylece saygı, sömürünün yokluğunun kanıtıdır.”

 

"Bir insanı tanımadan (bilmeden) onu saymak olanaksızdır. İlgi ve saygı eğer bilgi tarafından yönlendirilmezse kör kalır. Eğer ilgiyi bilgi doğurmamışsa boştur."

 

“Ruhsal sağlığı ve olgunluğu başarmanın temelinde, ana yönelimli bağlılıktan baba yönetimli bağlılığa doğru gelişmenin sonundaki sentez yatmaktadır. Bu gelişmenin başarısızlıkla sonuçlanması nevrozların temelini oluşturur.”

 

“Kişinin kendi yaşamını, mutluluğunu, gelişmesini, özgürlüğünü olumlamasının kökleri onun sevebilme yetisine bağlıdır. Ya da ilgi, sorumluluk ve bilgisine dayanır. Eğer kişi üretken bir biçimde sevebiliyorsa, kendini de seviyor demektir. Sadece başkalarını seviyorsa, hiç sevmiyor demektir.”

 

“Sevgi ancak iki insan birbirlerine varlıklarının özünden bağlanır, her biri kendini varlığının özünden tutarsa gerçekleşir. İnsan gerçeğinin de canlılığının da sevgisinin temeli de işte bu “özden tanıma” deneyimidir.”

 

“Sevgi, narsisizmin hemen hemen olmadığı alçakgönüllülüğün, nesnelliğin ve düşüncenin gelişmekte olduğu yerde vardır.”